Direnişe katılan işçiler anlatıyor: Polisler kaçarken boklu dereye atladılar

'İşçilerin Haziranı' başlığını taşıyan ve Ayrıntı Yayınları'ndan çıkan Zafer Aydın imzalı kitap çalışmasında 15-16 Haziran eylemlerine katılan çok sayıda işçiyle yapılmış mülakatlar yer alıyor. İşçilerin anlattıkları işçi sınıfının ayaklandığı o iki günün tarihi niteliğini gözler önüne seriyor.

Haber Merkezi

Geçtiğimiz günlerde Zafer Aydın imzalı önemli bir kitap çalışması yayınlandı. "İşçilerin Haziranı" başlığını taşıyan ve Ayrıntı Yayınları'ndan çıkan kitap 15-16 Haziran eylemleriyle ilgili yapılmış en kapsamlı çalışma niteliğinde. Kitap şöyle tanıtılıyor: 

"Bu çalışma, Türkiye’nin toplumsal ve siyasal tarihinde özel bir yer tutan, 15-16 Haziran direnişini, öncesi ve sonrasıyla kapsamlı bir şekilde ele alıyor. Kitap doğrudan eylemde yer alan tanıklarla çoğunluğu birincil kaynaklardan oluşan devasa belgelerin ışığında hazırlandı. Kitapta eylemi ortaya çıkaran faktörler, olgunlaşma ve karar süreçleri, örgütlenme dinamikleri, eylemlere katılan işçilerin yaklaşımları, yaşadıkları sorunlar, eylemin yarattığı etki ve sonuçlar ayrıntılı bir biçimde inceleniyor. 15-16 Haziran üzerine yapılmış  bu kapsamlı çalışma, önümüze koyduğu bütünsel fotoğrafla önemli bir kaynak olma özelliği taşıyor. Kitap, 15-16 Haziran üzerine yeni tartışmalar, yeni bakış  açıları, yeni araştırmalar için de önemli bir zemin sunuyor. İşçilerin Haziranı tarihsel bir örnek üzerinden, bugün sendikal harekette ve toplumsal siyasette cevabı aranan çeşitli sorular için de temel bir referans niteliğinde..."

Kitapta 15-16 Haziran eylemlerine katılmış çok sayıda işçinin tanıklığı yer alıyor. Kitapta yer alan ve o günlerde yaşananları anlamak açısından çok önemli olan ilk elden tanıklıklardan sadece bir kaçı şöyle:

'Polisler kaçarken boklu dereye atladı'

... Yoğurtçu Parkı’ndaki çatışma, “Akşam” gazetesinde “günün son çatışması” olarak yer aldı. Bir diğer Otosan işçisi Kemal Eroğul da çatışmanın içindeydi:

“Biz fabrikaya döneceğiz, Üsküdar’dan geldik, Kadıköy İş Bankası’nın önüne. Bizi burada asker polis barikatı karşıladı. Bizi bırakmak istemediler, biz askerle, polisle kapıştık. Havaya ateş etmeye başladılar. Hatta oradaki direkli pasajın tavanında mermi izleri çok uzun yıllar kaldı. Ama biz bu barikatı yardık. Barikatı yarınca bir albay arabayla önümüze geçti, 'Peşime takılın ben sizi fabrikaya götüreceğim' dedi. Altıyol’dan Söğütlüçeşme’ye doğru inerken, itfaiyenin oralarda biri dedi ki, 'Yoğurtçu Parkı’nda polis işçileri öldürüyor.' Biz askeri arabayı yolda bıraktık, doğru Yoğurtçu Parkı’na. Bağdat Caddesi'nden gelenlerle burada çatışma çıkmış. Biz geldiğimizde hala mermi sesleri geliyordu. Biz de en azından 2000 kişiyiz. Biri bize bağırıyor, 'Gelmeyin, sizi de  vuracaklar' diye. Biz zırhlı araçların arasından Yoğurtçu Parkı’na daldık. Daldık ki, işçileri çatır çatır vuruyorlar. Yanımda biri ayağından mermi yedi. Ben gördüm. Polis silah atıyor, işçi elinde ne varsa, bir şey yoksa da yumruğuyla karşı koyuyordu. Sonra çatışma bitti, ne oldu, nasıl oldu anlamadım ama bitti. Polisin kaçabileni kaçtı, kaçamayanı, dereye atladı, boklu dereye. Biz oradan tekrar toplanıp, fabrikaya döndük."

**

Çatışma alanı genişleyerek Kadıköy'ün açık pazar alanlarından olan Salı Pazarı'na doğru uzandığında her salı olduğu gibi o gün de semt pazarı kuruluydu. O tarihte pazar, daha sonra uzun yıllar kurulduğu, Kuşdili (şimdi İSPARK tarafından işletilen otopark alanı) üzerinde değil, Halitağa Caddesi'ne doğru açılan sokaklarda kuruluydu. Kargaşa, gürültü, patırtı arasında pazar alışverişi için orada bulunanlar, hızla bölgeyi terk ederken, pazarcı esnafı ve pazarda adına “küfe” denen sepetlerle yük taşıyan hamallar çatışmanın ortasında kaldı. 1954, Kars Digor doğumlu Mustafa Metin Yakışırboy, çocuk denecek yaşta pazarlarda hamallık yapıyordu, yaşananlara tanıklık etti:

"Bizim hiçbir şeyden haberimiz yoktu, hiçbir şey bilmiyorduk, çocuğuz. Pazarda hamallık yapıyordum. Bir baktım işçiler, polisleri kovalıyor. Otosan işçileriyle. Polisler pazara doğru kaçtı. İşçiler bizim sepetleri (küfe) elimizden alıp yakaladıkları polislerin kafasına geçirip, üstün oturuyorlardı. İşçiler, bizim arkadaşlardan Hüseyin Angır’ın elindeki sepeti alıp, bir polisin kafasına geçirmişlerdi. Diğer polisler arkadaşlarını kurtarmak için ateş ettiklerinde Hüseyin kolundan vuruldu. Köşede küçük büfe gibi bir şey vardı, bir albay onun üstüne çıktı, işçilere konuşmak istedi, işçiler büfeyi albayla beraber kaldırıp, götürdüler."

Kalabalık işçiyi görünce polisler emniyet binasını bırakıp kaçtı

Necdet Onaran ve Remzi Ersoylu'nun sözünü ettiği Kartal Emniyet binasının basılması, 16 Haziran'da bölgedeki radikal eylemlerden biriydi. İşçiler Kartal'da yürüyüş halindeyken gelen haber, üç işçinin gözaltına alındığı ve Kartal Emniyeti'ne götürüldüğüydü. Bir grup işçi hemen yönünü Kartal Emniyeti'ne doğru çevirdi. Emniyet amirliği binasının önünde bir süre hükümet aleyhine slogan atan ve gözaltındakilerin serbest bırakılmasını isteyen işçiler daha sonra binaya girerek bir süre için binayı işgal ettiler. Polislerin 'gözaltındakilerin serbest bırakıldı' açıklamasına inanmayan işçiler, baştan sona bütün binada arama yaptıktan sonra emniyet amirliğini terk ettiler. Maden İş Sendikası 4. Bölge organizatörü Adem Karabaş, Kartal Emniyeti işgali hakkında şunları söyledi:

"Kartal Emniyeti'nin işgal edilmesinde bizim önceden bilgimiz yoktu. Gözaltı haberleri gelince, işçiler oraya yürüyor. Olağanüstü kalabalık. Kartal Emniyeti o sıralarda yeni yapılmıştı. Dört beş katlı bir bina. Kalabalık işçiyi görünce polisler bırakıp kaçıyor. Hatta bir tane polis vardı, bizim Sapanbağları’nda (Pendik) oturuyordu, o anlattı ‘yandaki fırında çuvalların arkasına saklandım, kalabalık gittikten sonra çıktım’ diye."

'Sendikacılar cahil' diyen albaya işçiden sert cevap 'Has.tir ulan'

Devlet işçilerin fabrikalardan dışarı çıkmasını önlemek üzere Topkapı bölgesinde polis kuvvetleri ile fabrikalarının önünde tedbir aldı, ancak alınan tedbirler yeterli gelmedi. Güvenlik güçleri sadece fabrikaların etrafında önlem almakla kalmadılar, işçileri yürüyüşten vazgeçirmek için de çabaladılar. Böylesine bir durum Auer’de yaşandı. Fabrikaya işçileri eylemden vazgeçirmek üzere gelen albayla, Auer baş temsilcisi Cengiz Turhan muhatap oldu. Cengiz Turhan'a eylemin yasa dışı olduğuna dair tebligat da bulunan, söylev çeken albay, söylediklerinin bir etkisi olmadığını görünce işçilerle görüşmek istedi. Kapıyı açıp, albay ve yanındaki binbaşı ile teğmeni içeri aldılar. İçeri alınan askerler işçilerin toplu olarak bulunduğu dökümhane bölümüne götürüldü:

“Dedim ki: ‘Arkadaşlar, albay, tümenin kurmay başkanı, bir de binbaşıyla teğmen var aşağıda. Sizinle konuşmak istiyormuş. Yaptığımız eylemin yasal olmadığını anlatacakmış size, rica ediyorum lütfen sonuna kadar dikkatle dinleyin'. İndim aşağıya, duvara yaslandım, dinliyorum. Teğmen de, binbaşı da önümdeler. Albay veryansın ediyor, baktı ki hakikaten çıt çıkmıyor, hızını alamadı ‘Sizin sendikacılarınız cahil, ben 15 sene dirsek çürüttüm’ falan dedi. Albay öyle deyince, Mustafa abi vardı, benden en az 15 yaş büyük, fabrikada ilk arkadaşım. İnan, 8 saat çalışır, 8 saat birisi bir şey sormazsa konuşmaz. Öyle kendi halinde, mütevazı bir adam. Döküm parçalara, sac parçalarına delik deler, kılavuz çeker. O tür işler yapıldığı bir atölyede; kaynak, punto, delik, kılavuz çekilen bir atölyede çalışıyordu. Orası benim de çalıştığım atölyeydi. O Mustafa abi, 8 saat ağzından bir kelime çıkmayan Mustafa abi ‘sizin sendikacılarımız cahil, ben on sene dirsek çürüttüm, okudum’ deyince, ‘ha siktir ulan’ dedi. Bina böyle zonkladı. İşçiden bir kahkaha yükseldi. Adam ne yapacağını, ne diyeceğini şaşırdı. Hemen fırladım, tuttum bileğinden ‘gel’ dedim ‘aşağıya’. Arkadaşlara da ‘bir dakika susun’ dedim. Merdivenden indi, böyle sürüklüyorum albayı. ‘Albay’ı dinlediniz’ dedim. ‘Ben çalışmıyorum, albayla beraber dışarı çıkıyorum, çalışanlar burada kalsın, çalışmayanlar benim arkamdan gelsinler’ dedim. O albayı da sürükleyerek götürüyorum. Kapıya kadar götürdüm, açtırdım kapıyı, ‘hadi güle güle’ dedim. Ondan sonra da sokağa çıktık işte."

İşçi kadınlar tankın üstünde

Vilayete giden kavşakta tankların kurduğu barikat ilk aşanlar kadın işçilerdi. Nurten Arıcan, Belkıs Kaya'nın da aralarında olduğu ağırlığını Kimya-İş üyelerinin oluşturduğu kadın işçiler tankların açılması sırasında en önlerdeydi:

“(…) Cağaloğlu’ndan Vilayet'e inen bir sokak var, bir de Erkek Lisesi'ne giden, Cumhuriyet gazetesi sokağı, bir de sağa tarafta dörtyol ağzı oluyor orada. O dört yol ağzına, sağa tarafa tank koymuşlar, önümüzü kesmişlerdi. Ve ben o tankın üstüne çıkıp, bir askeri böyle aşağı attığımı hatırlıyorum. Ondan sonra biz orayı da yardık. Ama maalesef köprü (Galata ve Unkapanı köprüleri) açıktı. Biz karşı tarafa geçemedik. Köprüyü açmışlardı, biz gittiğimizde."

DİSK, Basın - İş üyeleri de Cağaloğlu’ndan, Beyazıt’a doğru çıkıp oradan Topkapı’dan gelenlerle buluştuktan sonra bir “U” dönüşü yaparak Cağaloğlu’na geri dönen kortejle yürüyordu. Basın - İş üyesi İsmail Keresteci de aralarındaydı:

"Ben Cağaloğlu’nda Özyürek matbaasında çalışıyordum. Temsilciler iş yerinde ajitasyon çalışmaları yapıyor, işçilere DİSK'in kapatılacağını buna karşı sessiz kalmamak gerektiğini söylüyorlardı. Nihayet 16 Haziran günü işi bıraktık, dışarı çıktık. Önce Gripin işçileriyle buluştuk. Gripin’in ambalaj bölümünde çalışan kadın işçiler de bizim sendikanın üyeleriydi. Biz ekip olarak çok organizeydik. Ne yapacağımızı biliyorduk. Galiba Beyazıt’a doğru yürüdük, orada Topkapı’dan gelen kortejle birleştik. Yaklaşık 15 bin kişi vardı, hedef Taksim’di. Galata Köprüsü’nü geçip, Taksim’e ulaşmaktı hedefimiz. İran Konsolosluğu ile Milli Eğitim Müdürlüğü arasına tanklar koymuşlardı. O sırada beyaz önlüklü kadınlar tankların üstüne fırladılar. O kadınların tankların üzerindeki görüntüsü çok etkileyiciydi. kadınlar yolu açtı, arkasından da gelen kitle tankların üstünden, yanından asker barikatını aştı."