Hizbullah lideri Nasrallah, İsrail'in düzenlediği hava saldırısında yaşamını yitirdi. Açıkça Hizbullah'ın karşısında konumlanan AKP ise söz konusu gelişmeyi sessizlikle karşıladı.
Haber Merkezi
Hizbullah lideri Hasan Nasrallah, İsrail'in Beyrut'a düzenlediği hava saldırılarında hayatını kaybetti.
Uzun süre boyunca sessizliğini koruyan AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, İsrail’in Lübnan’a yönelik saldırılarını kınaması ancak Nasrallah’ın ölümüne hiç değinmemesi dikkat çekti.
Oysa Erdoğan'ın yaptığı açıklamada Nasrallah'ın adını geçirmemesinin nedeni gayet açıktı. Çünkü AKP'nin zamanında "Hizbuşeytan" olarak adlandırdığı Hizbullah, "stratejik ortak" İsrail'e karşı mücadele yürütüyordu.
Nasrallah'ın ölümü
7 Ekim 2023'ten beri aralıksız şekilde Filistin'de katliamı sürdüren İsrail, bir yandan da Lübnan'a saldırmaya devam ediyor.
İsrail'in Lübnan'da gerçekleştirdiği saldırılarda yüzlerce sivil hayatını kaybederken, İsrail Ordu Sözcüsü Daniel Hagari de saldırıların süreceğini belirterek "Hizbullah'a ait stratejik binaları hedef alacağız" demişti.
İsrail ordusu, iki gün önce Beyrut'a düzenlediği hava saldırılarının ardından Hizbullah lideri Hasan Nasrallah'ın öldürüldüğünü iddia etmiş ve "Hasan Nasrallah artık dünyayı terörize edemeyecek" açıklamasında bulunmuştu.
Lübnan Hizbullahı tarafından ilerleyen saatlerde yapılan açıklamada, Nasrallah'ın İsrail saldırında öldürüldüğü doğrulanmış ve "Liderimiz öldürüldü, İsrail ile savaşmaya devam edeceğiz" denilmişti.
Erdoğan'dan Nasrallah'sız açıklama
AKP'li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Nasrallah’ın öldürüldüğü saldırıdan yaklaşık 24 saat sonra sessizliğini bozarak sosyal medya üzerinden bir açıklama yayımladı.
İsrail’in Lübnan’a yönelik saldırılarının kınandığı mesajda, Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ın ölümünden hiç söz edilmemesi dikkat çekti.
Erdoğan söz konusu mesajda Nasrallah'ın adını geçirmedi; çünkü AKP Hizbullah'a karşıydı, çünkü Hizbullah AKP'nin Ortadoğu'daki planlarının karşısında konumlanıyordu.
Örneğin AKP Suriye'de cihatçı çeteleri desteklerken, Nasrallah "Kenarda durmak isteyenler buyursun kenarda dursun. Biz üzerimize gelen bir komplo karşısında sadece izlemekle yetinecek ve hareketsiz bir şekilde bekleyecek kadar cahil ve aptal değiliz" diyerek Suriye'ye desteğini açıklıyordu.
Ya da AKP binlerce Filistinli öldürülürken "Katliam ayrı, ticaret ayrı" diyerek aylarca İsrail'le ticareti devam ettirirken, Hizbullah İsrail'e karşı mücadelede yer alıyordu.
Hizbullah ve Nasrallah
1982 yılında İsrail’in Lübnan’ı işgaline karşı mücadelede ortaya çıkan ve resmi olarak 1985’te kurulan Hizbullah, başından bu yana İsrail ve ABD müdahalelerine karşı direnişin yanında tavır aldı ve askeri mücadelede önemli başarılar elde etti.
İsrail'in 1982'de Lübnan'ı işgal etmesinden sonra Hizbullah örgütüne katılan Hasan Nasrallah, Abbas Musevi'nin 1992'de İsrail tarafından öldürülmesinden sonra 12 Şubat 1992'de Hizbullah'ın genel sekreteri seçildi.
2006 yılında İsrail'in Lübnan'ı işgaline karşı hükümet güçleri pasif kaldı, Hizbullah ve Komünist Parti dâhil tüm yurtsever güçlerin silahlı direnişiyle İsrail geri püskürtüldü. Hizbullah'ın 2000 yılında güney Lübnan'ın 22 yıl süren İsrail işgalinden kurtarılmasında ve ardından Temmuz 2006 savaşında İsrail'e karşı oynadığı rol, Nasrallah'a büyük prestij kazandırdı.
Örgüt, Şii kimliğine yaslanıyor ve İslamcı bir söyleme sahip. Ancak 2006 yılında İsrail’in Lübnan’ı işgali karşısında “Bu dini değil, ulusal bir savaştır” demesi ve devrimci direniş örgütleriyle de dostane bir ilişki tutturması, örgütün ve Nasrallah’ın karizmasını pekiştirdi.
Hizbullah’ın en önemli dayanağı İran ve Suriye hükümetlerinin yardımı. Bu dış destek sayesinde örgüt, maddi olarak güçlenmesinin yanı sıra, gelişmiş silahlarla, askeri gücünü de artırdı. Örgütün en önemli dezavantajı ise mezhepçi bir kökenden gelmesi. Lübnan siyaseti, emperyalizmin teşvikiyle tamamen mezhepsel bir yapılanmayla oluşturuldu. Ülkede seçimler bile mezheplere göre düzenleniyor.
Hizbullah siyasi olarak diğer direniş unsurlarıyla diyaloğa önem verse de, tüm ülkeyi kucaklayacak bir çizgi tutturamıyor.
Türkiye'nin Suriye politikası
Arap coğrafyasında İsrail’e karşı direnç gösteren neredeyse tek devlet olan Suriye, 2010 yılında başlayan ve “Arap Baharı” denilen ABD komplosuyla savaşa sürüklendi.
Türkiye bütün dünyadan gelen cihatçıları Suriye’ye geçirdi, iç savaşta lojistik destek verdi. Muhaliflerin Türkiye’de örgütlenmesini sağladı. Ülkeye asker çıkarttı. Müslüman Kardeşler’in belirleyiciliğindeki Özgür Suriye Ordusu’nu kendi paralı ordusu haline getirdi. Suriye’de yenilen cihatçı çetelerin İdlib’de toplanmasını sağladı ve hamiliğini üstlendi.
Son olarak Suriye'nin kuzeyine vali atayarak konut inşaatı başlattı, posta teşkilatı, okul vb. kurarak ve Türkiye parasına dayalı bir pazar ile ilhakla sonuçlanabilecek bir oluşuma gitti.
Hizbullah Suriye'nin yanında yer aldı
Türkiye'nin Suriye'deki konumlanışına karşılık Hizbullah ise emperyalizme karşı mücadele yürüteceğini ilan etti.
2013 yılında yaptığı bir konuşmada Suriye’de yaşanan olayların Lübnan açısından çok önemli olduğunu ve uzun süre boyunca sorunun diyalogla çözülmesi için uğraştıklarını aktaran Nasrallah, örgütün son birkaç aydır Suriye’de süren savaşın parçası olmaya başladığını açıkladı:
“Biz, Cumhurbaşkanı Beşar Esad’la ve muhalif şahsiyetlerle siyasi bir çözüm yoluna ulaşabilmek için görüşmeler yaptık. Başkan Esad kabul etti, muhalifler ise en başından reddetti. Suriye liderleri, her zaman müzakerelere oturmayı ve reform yapmayı kabul ettiler. Muhalifler ise çıktılar. Birçok ülkenin kendi yanlarında olduğunu ve böylece zafer kazanabileceklerini düşündüler. Diyaloğu kabul etmeyen, diyalogla ortak nokta aramayan düşünceler tehlikelidir. Bu tür grupların gölgesinde Suriye, Lübnan ve Filistin için bir gelecek tasavvur edebilir mi?
Biz, tüm bu zaman zarfınca, Suriye’deki soruna müdahil olmadık. Size karşı dürüst olmam gerekirse bir kaç ay öncesine kadar müdahil olmadığımızı söyleyebilirim. Tüm taraflarla çalışır bir halde kaldık. Dedik ki: Suriye, yıkılacak ve yok olacak. Tek çözüm yolu var o da diyalog. Bunun için devletlerle, ulusal ve İslami güçlerle olan tüm ilişkimizi kullandık. Çağrımıza hiçbir olumlu yanıt alamadık. Diğer eksen, savaşı sonuna kadar sürdürmekte ısrarını korudu."
Suriye’nin bölgedeki direnişin payandası olduğunu belirten Nasrallah, o noktadan sonra savaşa daha fazla müdahil olacakları mesajını vererek şöyle konuştu:
“Biz üzerimize gelen bir komplo karşısında sadece izlemekle yetinecek ve hareketsiz bir şe kilde bekleyecek kadar cahil ve aptal değiliz. Biz şimdiye kadar bize yönelen komploları binlerce şehidin kanıyla etkisiz bıraktık. Biz şu an farklı bir konumda olamayız. Kenarda durmak isteyenler buyursun kenarda dursun.”
Hizbullah’ın Amerika’nın, İsrail’in, mezar soyguncularının, göğüs parçalayanların yer aldığı cephede olamayacağını belirten Nasrallah, "Biz kimseden sahada bize yardım etmesini istemiyoruz. Biz bu savaşın ehliyiz ve zaferi de kazanacağız. Sabır ve fedakarlıkla bu süreci aşacağız, bu savaş bizimdir, tıpkı Temmuz savaşı başlarındaki size zafer vaat ettiğim gibi bugün de yeniden size zafer vaat ediyorum" dedi.
Silahlı gruplar, aylardır Lübnan’ın Suriye sınırına yakın Trablus kentinde Şiilere karşı saldırılar düzenliyordu. Hizbullah bu saldırılara yanıt veriyor, ancak Suriye topraklarına militanlarını sokmuyordu. Suriye ordusunun, Lübnan sınırına yakın Kuseyr kentine yönelik taarruzunda ise tablo değişti. Hizbullah bu taarruza askeri destek verdi ve taarruz başarıya ulaşarak Kuseyr büyük oranda silahlı gruplardan geri alındı.
Cevap AKP'den geldi: 'Adını Hizbuşeytan yapması lazım'
Suriye halkına karşı yürütülen savaşın İslamcı destekçileri, ABD ve İsrail’le aynı saflarda yer aldıkları yüzlerine vurulduğunda zora giriyor. Nasrallah'ın yaptığı söz konusu açıklama da AKP hükümetini zora sokmuştu.
Dönemin AKP'li Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ da Nasrallah'ın açıklamasının ardından şu açıklamayı yapmıştı:
“Bir kez daha söylüyorum. Adını da Hizbullah'ın değiştirmesi lazım, Hizbuşeytan yapması lazım. Hem adınıza Hizbullah diyeceksiniz hem de tanımadığınız bilmediğiniz masum kadınları, çocukları yaşlıları öldürmek için harp ilan edeceksiniz. Böyle saçmalık olabilir mi? Böyle bir anlayış olabilir mi?"
Bir diğer ayrılık: Filistin
AKP ve Hizbullah'ın ayrı düştüğü bir diğer konu da İsrail'in Filistin'e yönelik saldırıları oldu.
7 Ekim 2023'ten beri saldırı altında olan Filistin'e yönelik destek söylem düzeyinde kalırken, "stratejik ortak" İsrail'le olan ticaret aylarca hız kesmeden devam etti. AKP bir yandan mitinglerle, gıyâbî cenaze namazlarıyla şova devam ederken, Türkiye ile İsrail’in her konudaki işbirliği tam gaz devam etti. İsrail'le Türkiye arasındaki ticaret AKP döneminde rekor seviyelere ulaştı. Türkiye'nin "en zenginleri" bu ticaretten en çok kazananlar arasına girdi.
Kamuoyunda Gazze'de soykırıma devam eden İsrail ile "ticareti durdurun" talebi yükselirken, AKP Genel Başkan Yardımcısı Nihat Zeybekci açıkça "katliam ayrı, ticaret ayrı" şeklinde savunma yapıyordu. Tepkileri çeşitli yalanlarla inkar eden AKP iktidarı, Gazze'deki can kaybı 33 bini, yaralı sayısı ise 75 bini aştıktan sonra geri adım attı.
İsrail'le ticaret önce 9 Nisan'da kısıtlandı, ardından 2 Mayıs'ta tamamen durduruldu. Ancak 2 Mayıs'tan itibaren Filistin'e ihracat katlanması ve üç aylık artışın yüzde 1275'e ulaşması dikkat çekti.
Öte yandan geçtiğimiz haftalarda ABD’nin İsrail’i korumak üzere bölgeye gönderdiği gemilerden biri olan USS Wasp adlı amfibi hücum gemisi 5 gün boyunca İzmir Limanı'na demirledi.
Oysa geçmişinde İsrail'le birçok kez mücadeleye girmiş olan Hizbullah, bu saldırılara karşı Filistin'in yanında yer aldı. Hizbullah İsrail'e karşı birçok saldırı gerçekleştirirken, Lübnan da İsrail ordusunun gerçekleştirdiği saldırılardan çokça etkilendi.
AKP'liler Hizbullah'a karşı: 'Bu saf onlara çok yakışıyor'
AKP'nin Hizbullah'a karşı konumlanışı son olarak AKP'li yazarların ifadelerinde vücut buldu.
İsrail'in Lübnan'a başlattığı hava saldırıları sırasında Cumhur İttifakı ortaklarından HÜDA PAR'ın Van İl Başkan Yardımcısı Faruk Tasan, Hizbullah'a destek veren bir paylaşımda bulundu.
Cevap AKP'ye yakınlığıyla bilinen İsmail Kılıçarslan ve Erem Şentürk'ten geldi.
İsmail Kılıçarslan: “Bu Hizbullah isimli katiller topluluğunun Suriye'de katlettiği yüz binlerce insan ümmetten değil miydi lan?”
Erem Şentürk: “Müslüman bir ülkede bu cehennem köpeklerinin propagandasının yapılması sıradan bir gaflet değil, bütün Müslümanların canlarının ve namuslarının tehdit edilmesi anlamına gelir.”
TKP Merkez Komite üyesi ve soL yazarı Ali Ufuk Arikan, "İçimizdeki sinsi İsrailciler ve NATO’cular…" başlıklı yazısında bahse konu ifadeleri şu maddelerle değerlendirdi:
- "Suriye’de katledilen yüz binlerce insan ümmetten değil miydi?" diye soran ve "lan" diye ek yapan AKP’li yazar, kuşkusuz Suriye’de ABD silahlarıyla ve desteğiyle ‘cihat’ yaptığını söyleyen barbar çetelerin Suriye halkı, ordusu ve müttefikleri tarafından öldürülmesini kastediyor. Bu çeteler Suriye’de yüz binlerce ölmedi ama yüz binlerce öldürdü, doğrudan emperyalizmin programı, projesi doğrultusunda. AKP’li yazarımız, Suriye’de ölen cihatçılara yas tutarken, Suriye halkının yanında yer alan Lübnan Hizbullah’ını hedef almıyor sadece, aynı zamanda ABD planı doğrultusunda ‘cihada kalkan’ çetelerle aynı safta yer alıyor. Bu saf onlara kuşkusuz çok yakışıyor.
- AKP’li bu yazarlar, onlara sorsanız en büyük Filistin destekçileri. Peki, gerçekten öyle mi? Maaşlarını aldıkları AKP iktidarının İsrail ile tüm ticari ilişkileri, askeri ilişkileri kesmesi konusunda göstermelik değil, gerçek adımlar atmasını talep edebiliyorlar mı örneğin? Tüm ilişkileri kestik yalanını bizzat İsrail basını boşa düşürüp, AKP’li patron gruplarının doğrudan askeri tesislerin enerji ihtiyacını karşılayacak ilişkilerini sürdürdüğünü yazmasına sadece kafalarını kuma sokarak yanıt veriyorlar. Yine şaşırmıyoruz.
- Yazarlarımız, Suriye’de destekledikleri cihatçı çetelerin, Suriye’nin neredeyse tüm kentlerini bombalayan İsrail uçaklarına secde durduklarını itiraf edemeyecek durumdalar… Biz yeniden hatırlatalım, o çok karşı çıktığınız yalanını savurduğunuz İsrail, yıllardır Suriye’de halkın üzerine bomba yağdırırken, buna en çok sevinen, Esad birliklerini ve onu destekleyen Suriyelileri vurdular diye oh çeken, sizin ‘cihatçı’ kardeşleriniz oluyor.
- Bir yandan en büyük İsrail karşıtının kendileri olduğunu iddia eden bu isimler, İsrail Lübnan’ı, Suriye’yi, İran’ı vurduğunda bir anda en fanatik İsrail propagandacısı haline geliveriyorlar. Çünkü riyakar ve ikiyüzlüler. İşte tam da bu nedenle Filistin’e verdiklerini söyledikleri destek de koca bir yalan. Nereden mi biliyoruz? Çok kısa bir süre önce, ABD’nin İsrail saldırganlığına destek için yola çıkardığı bir savaş gemisi, ülkemize, İzmir Limanı'na demir attı. Bu savaş gemisinin limanlarımıza demirlemesine karşı AKP’li yazarlar çıtlarını çıkaramadı. Bu geminin karşısına dikilmek, gemiye karşı İzmir Limanı’nda onur nöbeti tutmak, komünistlerin işiydi, onurla yaptılar. AKP’liler ise tarih dersini yeniden aldılar, 6. Filo önünde secde edenlerin çocukları, limana yanaşan ABD gemisine çıtlarını çıkaramaz, saygı nöbetinde bulunurlar, bunda da şaşıracak hiçbir şey yok.
'AKP, İsrail’in silahlarını Hizbullah’a çevirmesiyle rahatladı'
Öte yandan soL yazarı Aydemir Güler de “Düzen partilerinin İsrailcilikle imtihanı” başlıklı yazısında AKP ideologlarının “İsrailci gericiliklerini” Hamas çatışması sırasında örtmeye çalıştığını, İsrail’in silahlarını Hizbullah’a çevirmesiyle de rahatladıklarını belirtti.
Lübnan Hizbullah’ının İran’la politik paralelliği ve Şii karakterinin, İsrail’e karşı konumlanmayı içine sindiremeyen Türkiye sağına ilginç bir zemin sunduğuna dikkat çeken Güler, "Burada eksen, kuşkusuz İslam mezhepleri arasından değil Atlantikçilik ile Avrasyacılık arasından geçiyor. Sağ, emperyalist Batıyla çok yakın akrabadır. Doğu ise, Türkiye’nin tarihsel-toplumsal hafızasında mazlumlukla özdeşleşir. Bu durumda Doğu, emperyalizm yandaşı sağcılar için esasen demagoji konusudur" ifadelerini kullandı.
Güler'in yazısı şöyleydi:
"Hizbullah ve İran’ın mezhep karakteri, Türk sağına uzak... Ama buradan yürümek ve bir Sünni-Şii düşmanlığını kaşımak da her gericinin harcı değil. Tek engel, 'kırmak ile tükenmeyen', çünkü toplumu karakterize eden bir kültürel doku anlamına gelen Alevilik de değil. Türkiye toplumu bir yandan Batıyla özdeşleşen 'ilerleme'ye geri dönülmez biçimde bağlanmıştır, diğer yandansa İran’dan başlayarak kendi Doğusuyla kader ortaklığı hissini içselleştirmiştir. Dolayısıyla Şii düşmanlığı ancak meczuplara özgü bir tutum olabilir.
AKP ideologlarının, İsrailciliklerini, bula bula, Suriye’ye yönelik emperyalist-gerici cihat sırasında Hizbullah’ın –ve İran’ın- Şam’ın yanında konum almasıyla gerekçelendirmelerinin kaynağı bunlar. İşleri zor!
İşleri, Lübnan Hizbullah’ının 2006’da İsrail’e karşı öncülüğünü üstlendiği ulusal direnişi hatırlatan çıkarsa çok daha zor olur! O yaz, İsrail Lübnan topraklarını işgale kalkışmıştı. Hükümet güçleri pasif kalmış, Hizbullah ve Komünist Parti dâhil tüm yurtsever güçlerin silahlı direnişiyle saldırgan geri püskürtülmüştü. İsrail yenildiğini resmi olarak hiç kabul etmedi, ama sonuç ortadaydı…
Dediğim gibi, Hizbullah demagojisi, sağın İsrailciliğini icra edebilmesi için bir zemin… Ama pürüzlü, karmaşık bir zemin.
Yukarıda 'mazlum Doğu' hakkında genel olarak söylenenden fazlası İran için geçerlidir. İki toplumu da kucaklayan tarihsel duygu veya hafıza, devletleri de kapsamaktadır. Bugünkülerin atası sayılan iki devletin çok uzun süre yan yana ve çatışmasız yaşamış olmaları, ikili siyasal ilişkinin bağlamını şekillendirmektedir. Sağ, toplumları düşman etmenin zorluğunu takmasa bile, devletlerin gündemine çatışma fikrini sokmanın güçlüğünü kolay kolay aşamaz.
Ama Türkiye sağının İran’la dost olmamak için, daha kuvvetli bir nedeni daha var. soL’un literatüre armağan ettiği terimlere başvurursak, Türkiye siyasetinde kendini gösteren 'tam boy Batıcılık' ile 'pazarlıkçı Batıcılık'ın yolları İran’da kesişmektedir. Tamboycular için Doğu karşıtlığı zaten bir ilke; diğerleri ise pazarlığa oturabilmek için bile önce İran’la mesafenin yeterince açık olduğunu kanıtlamak durumundalar!
Bu artık kanıtlanmalıdır; çünkü AKP bir dönem İran’a dönük Batı ambargosunun etrafından dolanmayı denemiştir. O dönemin tezine göre resmi kısıtlamalar bir yerde duracak, ama çaktırmadan, herkese kazandıran işler örtülü olarak çevrilecekti. Bu denemenin öncesinde, on yıllarca, Türkiye hem İranlı muhaliflere istasyon, hem de molla devleti için -muhaliflerin hedef alındığı- av sahası olmuştu. AKP’nin bu 'çok yönlü politikaları' uluslararası düzeyde tüccar siyasetle taçlandırılmış oldu. Ancak sonuç, İran’da hükümlüsüne idam istenen yolsuzluk skandalları, ABD’de Halkbank davası vb. oldu. Kazan-kazan tıkanınca AKP’nin Tahran’la ilişkisinin üst başlığı kıyasıya rekabete indirgendi.
Ancak bizim rekabetçiler karından konuşmak zorunda. AKP ideologlarının Lübnan Hizbullah’ına 'atış serbest' demeleri, açıktan hakaret edilip karşıya alınamayan Tahran’ı ikame edebilmesinden ileri geliyor. Hele çok geniş ve karışık bir kamuoyu Türkiye ve Lübnan’daki, aralarında sadece isim benzerliği olan iki örgütü karıştırabiliyorsa, 'Hizbullah' dendiğinde Türkiye kontrgerillasının uzantısı bir çetenin domuz bağıyla işlediği vahşi cinayetler akla geliyorsa, neden olmasın!
'Karışık kamuoyu' ifadesini, en iyi eski bir sloganı hatırlatarak açıklayabilirim. 90’larda öldürülen laik aydınların cenaze törenlerinde “Mollalar İran’a” sesi yükselirdi. Kuşkusuz “bütün dünyanın İslamcıları birleşemez”, ama aralarında tuhaf içiçelikler de vardır. Ama bu ilişkiler, o cinayet ve katliam dalgası için adres aranacaksa Tahran’a değil Washington’a bakmak gerektiğini gizleyemez. Türkiye siyasetinde dinci gericiliğin hegemonyasını kurmak, iktidar yürüyüşünü güçlendirmek için kanlı bir Atlantik projesi uygulanmıştır. 'Mollalar İran’a' sloganı hedef şaşırtma amaçlı bir manipülasyondu…
Zihinler bayağı karıştı ve bugüne izler bıraktı.
CHP’ye denk düşen laik kesimlerin İsrail’in sahte modernitesine yatkınlık göstermesinde bu tür manipülasyonların da rolü var. Ana muhalefetin iktidara oranla çok daha Atlantikçi olabilmesi, tabanında buna el veren bir ideolojik iklimin varlığıyla bağlantılı. Kuşkusuz asıl etken, CHP’nin AKP ile mücadelesinde, özü itibariyle 'Amerikan projesi' rolünü devralmayı hedeflemesidir.
Söz konusu ideolojik iklim, Birinci Dünya Savaşında Arapların Osmanlı’yı 'arkadan vurmasından' 'Doğuluların pis olmasına' uzanan öğelerle donatılmıştır. Ama tüm bunlara karşın, laik taban da toplumun geneli gibidir: Türkiye’de internet sapkınlıkları hariç, değil İsrailciliği Amerikancılığı bile ilan etmek güçtür...
Bu durumda, AKP cenahında Hizbullah’la oynanması gibi, CHP saflarında da İsrailciliği genişletme arayışı kendini gösterebilmektedir. Örnek olsun; bu partinin 'gölge dışişleri bakanı' İlhan Uzgel’in bağlandığı bir televizyon programında Altaylı’yı sollayışına denk geldim! Uzgel’in tabiriyle çağrı cihazı operasyonuyla İsrail Hizbullah’ı Ortaçağ’a yollamıştı: 'Artık mektupla falan haberleşeceklerdi herhalde.'
İlhan Bey lafının nereye gittiğinin farkında mıdır, bilmem. Ama hem insan yaşamıyla hem de savaş hukukuyla dalga geçerken müstehzi bir ifade takınacaksınız ki, sonradan 'ironi yaptım' falan diye kıvırtabilesiniz!
Başlıkta 'düzen partilerinin imtihanı' diye yazdım. Dem Parti’nin üstünde durmaya gerek duymuyorum. Kürt milliyetçiliğinin kökenleri değil, ama 21.yüzyıl başındaki yükselişi, ABD’nin Irak’ı istilasına ve Suriye’ye karşı “Atlantik cihadına” çok şey borçludur. Bu, Tel Aviv’e uzanan bir borç zinciridir…
Sınavdan kim ne not alır, göreceğiz. Ama kesin ve açık olan şu ki, karnından konuşmaya mahkûm olmak, düzen partilerinin ortak paydasıdır. Hal böyleyse, topunun karşısında alabildiğine cesur ve iddialı olmak sanılandan çok daha büyük bir güç kaynağı oluşturur.
Bu güç, egemen güçleri İsrail’le ilişkileri gerçekten kesmeye de, Türkiye’yi NATO’dan çıkmaya da zorlayabilecek kadar büyüktür."