IMF Raporlarında Türkiye

Çarşamba, Standard and Poor’s, Türkiye’nin TL’li kredi notunu yükseltti… “Piyasa aktörleri” o güne coşku içinde girdiler. Perşembe, haberler tersine döndü: Üç dev ABD bankasının kredi notları aşağı çekildi FED’in “kısa vadeli Hazine kâğıtlarını satıp, 3-10 yıllıkları alma” kararı da tedirginlik yarattı. Perşembe-Cuma borsa tepetaklak, döviz tırmanıyor…

Solcu iktisatçılar, nicel göstergelere, önceki krizlere bakarak (ve bıktırıncaya kadar) tekrarladılar: Dünya ekonomisinde işler ters gitmeye başladığı zaman, en kırılgan ekonomilerden biri Türkiye olacaktır… Bugünlerde böyle bir dönemeç başlamış olabilir.

Piyasacı çevreler elbette bizleri değil, ekonomik bilgeliğin yüce temsilcisi olarak gördükleri IMF’yi izlemeyi yeğlerler.

O zaman IMF’nin Eylül 2011’de yayımlanan (Küresel Finansal İstikrar ile Dünyanın Ekonomik Görünümü başlıklarını taşıyan) iki raporuna baksınlar ve Türkiye için söylenenleri izlesinler. Meraklılar için biz de kuşbakışı göz atalım.

***

Küresel Finansal İstikrar Raporu, (cari işlem dengesi verilerini kullanarak) 2010’da sermaye ihraç ve ithal eden ekonomileri açıklıyor. Dış fazla veren ekonomiler sıralamasında Çin, Japonya, Almanya başı çekiyor bunları AB’nin “tuzu kuru” ülkeleri ile petrolcüler izliyor. Sermaye ithal eden ülkeler sıralamasında ise ABD, Britanya, İtalya, İspanya ve Kanada’dan sonra Türkiye gelmektedir dünya ekonomisindeki cari açık toplamının yüzde 4.1’ini gerçekleştirmiştir ve bu göstergeye göre “gelişmekte olan ve yükselen ekonomiler” içinde birinci sıradadır.

Bu bütüncül saptamanın dökümü, ayrıntıları, Dünyanın Ekonomik Görünümü’nün ülke değerlendirmelerinde de hareket noktasını oluşturuyor. Türkiye üzerinde söylenenleri üçe ayırabiliriz:

Birinci olarak “ileri ekonomilerdeki düşük faiz oranlarının, … yükselen piyasalardaki finansal varlıklara taşması… sonucunda gerçekleşen yüksek sermaye girişleri” nedeniyle (s.28) aşırı ısınan ekonomilerden biri de Türkiye’dir. Bu olgu, kredi artışlarının hızlanmasında ve “endişe uyandırıcı düzeylere ulaşmış olan ve finansmanı büyük ölçüde kısa vadeli olan cari açık” göstergelerinde ortaya çıkıyor (s.15, 16, 22).

İkinci olarak politika önermeleri yer alıyor. Dünya ekonomisindeki canlanma ivmesine “gevşek” politikalarla teslim olduğu için Türkiye’nin parasal daralma ve kamu maliyesinde kemer sıkmaya öncelik vermesi önerilmektedir (ss.23, 24, 76-80). Bu, aşırı ısınan tüm ülkelerin ortak reçetesidir.

Üçüncü olarak, bu politika reçetelerinden bağımsız olarak hesaplanan nicel öngörülere değinelim: IMF’ye göre, Ocak 2010 ile Haziran 2011 arasında Türkiye’de gerçekleşen hızlı büyüme temposunun sürdürülmesi mümkün değildir. Dünyanın Ekonomik Görünümü Raporu’nun öngörüsüne bakarsak, 2011’de Türkiye yüzde 6.6 oranında büyüyecektir. Bu öngörünün tutması için bu yılın ikinci yarısında büyüme hızının yüzde 3.5’e inmesi gerekecektir. 2012 büyüme öngörüsü ise IMF’ye göre, sadece yüzde 2.2’dir. Böylece Türkiye, uluslararası kriz öncesindeki (2000-2007 yıllarındaki) büyüme hızlarına 2011-2012’de ulaşamayacak olan ülkeler içinde yer almaktadır. (s.77, Şekil 2.5).

***

Bu aktardıklarımızda fazla yenilik yok. Rapor’un Türkiye tartışmaları için de önem taşıyan ve “Dış Yükümlülükler ve Krizlerin Tetiklenme Noktaları” başlığını taşıyan bir kesimi (s.61-65) ise ilginçtir.

Burada şu soru tartışılıyor:“Bir ülkenin net dış yükümlülükleri, bir borç krizinin patlak vermesine ne kadar katkı yapar?” Yabancıların bir ülkedeki varlıkları ile “yerli aktörler”in dış dünyadaki varlıkları arasındaki farka “net dış yükümlülükler” denilir. 1970 ile 2010 arasında 74 ülkede meydana gelen 62 kriz bu açıdan incelenmiş. Bulguları özetleyelim ve Türkiye verileriyle bağlantılar kuralım:

• Krizlerin patlak vermesinden iki yıl önce, ülkenin dış yükümlülükleri artmakta yani, net yabancı sermaye girişleri hızlanmaktadır. Kritik eşik, net dış yükümlülüklerin, milli gelirin yüzde 40’ını aşmış olmasıdır. Merkez Bankası, 2010 sonu için Türkiye verisini 378 milyar dolar olarak tahmin ediyor. Bu, aynı yıl milli gelirinin yüzde 49’udur. Haziran 2011 düzeyi ise 371 milyar dolardır.
• “Krizleri tetikleme özelliği”ne bakıldığında, dış borçlanmanın, doğrudan (ve hisse senetlerine dönük) yatırımlardan daha etkili olduğu belirleniyor. Türkiye’nin dış borçlarının, kriz öncesindeki zirveyi Mart 2011’de (299 milyar dolara ulaşarak) aştığına işaret edelim.
• Uluslararası rezervlerin göreli büyüklüğü kriz olasılığını azaltmaktadır. Genellikle kısa vadeli dış borçların Merkez Bankası rezervlerine oranı bir gösterge olarak kullanılır. Türkiye’de bu oran 2011’in her ayında yükselmiş ve Temmuz’da yüzde 93.5’e ulaşmıştır.
• Cari açığın milli gelire oranı yükseldikçe, kriz olasılığı artmaktadır. 2011’in ilk altı ayında Türkiye’de bu oranın yüzde 9.7’ye yükselmiş olduğunu geçen hafta bu köşede belirtmiştik.
• Yerli paranın değerlenmesi (reel döviz fiyatının düşmesi) krize yatkınlığı artırmaktadır. Türkiye’de “olumlu” seyreden tek gösterge budur ve TL Ekim 2010’dan bu yana yüzde 20 dolaylarında değer yitirmiştir. Ne var ki, bu gelişme, bugünkü huzursuz ortamda bir finansal gerilim belirtisi olarak da yorumlanabilir.
• Kamu açığının veya devlet borçlarının milli gelir içindeki payları ise, krize patlak veren etkenler arasında değildir. Bu bulgu neoliberal saplantılardan birinin geçersiz olduğu belirlemektedir, ama IMF bu hususu vurgulamaktan kaçınmaktadır.

Böylece belirlenen “uyarı göstergeleri”, IMF’ye göre, 2007-2010’da gerçekleşen krizleri büyük ölçüde doğrulamıştır.

IMF Raporu’nun bu kesimi son bulurken, model G20’de yer alan on altı ülkenin bugünkü göstergelerine uygulanıyor ve yakın gelecekteki kriz olasılıkları tahmin ediliyor. Kritik eşik olarak belirledikleri 3.0’lık değeri aşan dört ülke vardır ve Türkiye liste başındadır: Brezilya (3.34), Güney Afrika (3.50), Endonezya (4.81) ve Türkiye (7.61)…

Coşku nöbetlerine girdiklerinde piyasacı cemaate son iki IMF Raporu’na bakmaları tavsiye edilir. Depresyona sürüklendiklerinde ise uzak durmaları ehvendir.