Hızlı büyüme, artan tedirginlikler

TÜİK 2011’de Türkiye milli gelirinin yüzde 8.5 oranında artmış olduğunu tahmin etti. Son verilere göre Türkiye ekonomisi bir durgunluk (2008), bir de küçülme (2009) yılından sonra, üstüste iki yıl hızla (yüzde 9.2 ve yüzde 8.5 oranlarında) büyümüş oluyor.

Bu parlak başarıya rağmen hükümet çevrelerinin tedirginlikleri nereden geliyor? İki neden var. Birincisi, cari işlem dengesiyle ilgili... 2010’da Türkiye dış dünyaya karşı 46.6 milyar dolar açık veriyordu ve bu tarihsel bir rekordu. Bu açık bir yıl içinde dörtnala (üçte iki oranında) tırmandı 2011’de 77.1 milyar dolara ve dolarla hesaplanan milli gelirin yüzde 10’una ulaştı. Bu durumun “sürdürülemez” olduğunu, elbette iktidar da algılayacaktı.

İkinci tedirginlik nedeni, geçen yılın son aylarında Avro Bölgesi krizine bağlı olarak uluslararası finans piyasalarındaki bozulmaların Türkiye’ye de yansımasıyla ilgili. Bu soruna, yazının sonunda döneceğiz.

***

Son iki yılın milli gelir hareketlerini ana harcama kalemlerine ayrıştırarak ve aşağıdaki tabloya odaklanarak gözden geçirelim. Birkaç cümleyle tablonun öğelerini açıklayalım: “Harcamalara göre gayri safi yurt içi hasıla”, özel tüketim, devlet tüketimi (cari devlet harcamaları), yatırım ve ihracat kalemleri toplamından ithalat çıkarılarak tahmin edilir. Tablodaki milli gelir de (sabit, yani 1998’e ait fiyatlarla) böyle hesaplanmaktadır. Dış ticaret öğeleri ise, hem mal, hem de hizmet ihracat ve ithalatının TL değerlerinden oluşur.

Kısa vadede büyümeyi belirleyen ana etkenin, dış kaynak hareketleri olduğunu öteden beri vurguluyoruz. Tablonun son sütununda Türkiye ile dış dünya arasındaki yerli, yabancı, kayıtlı, kayıt-dışı sermaye hareketlerinin toplamına bu nedenle yer veriliyor.

***

Tablodaki iki yıllık hareketlere baktığımızda, milli gelirin 2011’deki artışına yol açan en önemli harcama ögesinin yüzde 17’lik yükselme ile yatırımlar olduğu anlaşılıyor. Bu, olumlu bir gelişme olarak görülebilir zira, ekonominin büyüme potansiyelinin belirlenmesinde yatırımlar ön planda gelir.

Ancak, kriz ve canlanma dönemlerinde milli gelirin en şiddetle dalgalanan kalemi de yatırımlardır. Örneğin ekonominin önce durgunlaşıp, sonra da yüzde 4.8 oranında küçüldüğü 2008-2009’da yatırım harcamaları yüzde 24 oranında daralmıştı. Sonraki iki yılda yatırımlar bu çöküntüyü telâfi ederek yükseldi.

Bir de biraz daha uzunca bir dönem içinde cari fiyatlarla sabit sermaye birikiminin milli gelir içindeki payına göz atalım: Bu oran 2011’de yüzde 21.9’dur ve o yıldaki artışa rağmen, yeni milli gelir hesaplarının başlangıç yılı olan 1998’deki yüzde 22.9’lık orana bir türlü ulaşamamıştır. Türkiye’de sermaye birikim oranının yetersizliği, uluslararası krizden etkilenmeyen Asya’lılarla karşılaştırıldığında ortaya çıkıyor. Yatırımların milli gelirdeki payları, G.Kore, Endonezya, Hindistan’da yüzde 30-37 arasında seyretmekte Çin’de ise yüzde 48’e ulaşmaktadır.

Türkiye’nin 2011’deki yüksek büyüme hızına katkı yapan ikinci ana öğe, yüzde 7.7’lik artış oranıyla özel tüketimdir. Kısa vadeli hareketleri bir yana bırakarak, bir kez daha geçmişe bakalım. Neoliberalizm, 1998 sonrasında, Türkiye ekonomisine tüketimin sürüklediği bir büyüme süreci “armağan” etmiştir: Cari fiyatlarla özel tüketimin milli gelir içindeki payı, 1998 ile 2011 arasında yüzde 66.5’ten yüzde 71.1’e yükselmiştir. Burjuvazinin toplumsal hasıladan payı ve dolar milyarderlerimizin sayısı yükseldikçe tüketim de tırmanmakadır. Madalyonun diğer yüzü, “ulusal” tasarruf oranlarının erimesidir. Yatırım oranları aşınırken tasarrufların daha da hızla düşmesi, kaçınılmaz olarak cari dengenin bozulmasına yol açacaktı. 1998-1999’da dış fazla veren bir ekonominin 2011’de 77 milyar dolarlık dış açığa sürüklenmesinin ardındaki etkenlerden biri de budur.

2011’de büyüme hızını frenleyen etkenler de var: Sadece yüzde 4.5 oranında yükselen devletin cari harcamaları (örneğin personel giderleri) ile dış ticaret… Mal ve hizmet ihracatının artışı (yüzde 6.5), ithalattaki artışın (yüzde 10.6’nın) çok gerisinde kalmıştır. Demek oluyor ki Türkiye, dış ticaret açığı nedeniyle dış dünyaya (örneğin Çin’e, Kore’ye, Japonya’ya) giderek artan boyutlarda katma değer ve istihdam taşımaktadır.

***

Tekrarlayalım: İç talep artışlarını tetikleyen ana etken dış kaynak hareketleridir. 2011’de de toplam sermaye hareketleri bir önceki yıla göre yüzde 26,6 oranında artmış 75 milyar doları aşmış ve yüzde 8.5’lik büyüme temposunun ana belirleyicisi olmuştur.

Bu noktada, hükümet çevrelerini tedirginliğe sürükleyen etkenlerden ikincisine dönelim: Uluslararası finans piyasalarındaki bozulmaların Türkiye’ye yansıması ve dış kaynak hareketlerinin gerilemesi... Toplam sermaye hareketleri, Ağustos 2011’den sonra gerilemeye başladı. Bu olgu, ilk yedi ayın yüksek tempolu dış kaynak girişleri sayesinde 2011 toplamlarında gözlenmiyor. Ağustos 2011 ile (son verilere sahip olduğumuz) Ocak 2012’i kapsayan altı aylık net sermaye girişlerine bakalım ve on iki ay öncesiyle karşılaştıralım: Yüzde 47 oranında bir gerileme belirliyoruz. 2011’in son üç ayında büyüme hızının yavaşlamasının (yüzde 5.2’ye inmesinin) ana nedeni budur.

Bu bozulma döviz piyasalarına yansıdı. Merkez Bankası önce rezervleri eriterek durumu idare etti sonra Avrupa Merkez Bankası’nın ucuz kredi pompalamasının Türkiye’ye taşmasına umut bağlandı.

Kısacası, dış kaynak baskısının 2012’de büyümeyi aşağı çekmesi kaçınılmazdır. Bu, iktidarın daraltıcı para ve maliye politikalarından değil “kendiliğinden” yani, uluslararası sermaye hareketlerinin yavaşlamasından kaynaklanacaktır. Küçülmeye yol açan bir “sert iniş” senaryosu da gündemdedir. Ne kadar olası? Bugünden öngörü yapamıyoruz.