"Çoğunluk"

Ankara Sinema Derneği’nin 17. Gezici Festivali 2-8 Aralık tarihlerinde Ankara’da başladı. Festival, 9-12 Aralık’ta Sinop’ta 14-18 Aralık’ta İzmir’de sürüyor.

Gezici Festival, bu yıl “sınıf” olgusuna ağırlık verdi. Bu tema, gösterimlere seçilen filmlerde gözetildi. Örneğin, “Öteki Avrupa’nın Soğuk Kamerası” diye bilinen Dardenne Kardeşler için toplu bir gösterim yapıldı. Bağlam Yayınları ile birlikte Sınıf İlişkileri: Sureti Soldurulmuş Bir Resim mi? başlıklı, önemli bir derleme kitabı yayımlandı. 4 Aralık’ta “Sınıf” konulu bir açık oturum düzenlendi. Ben de bu oturuma konuşmacı olarak çağrıldım.

Konuşmamda, “Türkiye’de sınıf” olgusunu sinemaya taşıyan iyi bir örnek olarak gördüğüm Çoğunluk filmi üzerinde durdum. Seren Yüce’nin bu filmi, 47. Antalya Film Festivali’nde üç Altın Portakal almıştı.

Açık Oturum’da söylediklerimin bir bölümünü bu köşeye alıyorum.

***

Çoğunluk, bir Türk burjuva ailesinin filmidir. Filmi, inşaatçi-müteahhit bir babanın oğluna (Mertkan’a) verdiği sınıf eğitimi olarak yorumluyorum. Filmde, bu “eğitim” üç farklı düzlemde gösteriliyor işleniyor: Hayat tarzları sınıfsal değerler ve sınıfsal tavırlar…

Baba, yükselen Türk burjuvazisinin sahip olduğu veya edinmekte olduğu hayat tarzını oğluna tanıtmaktadır: Baba-oğul birlikte “jogging” yapacaklar sauna’ya, bayram namazına gideceklerdir. Bunları, geleneksel Türk ailesinin özelliklerini koruyarak yaparlar. Hiçbirinde arkadaşlık, eşitlik yoktur yanyana yürümezler durmazlar. Mertkan daima babanın arkasında yer alır onu izler ve uyarılır: “Çabuk ol uyuma oyalanma…”

Öte yandan delikanlıya, bir burjuva çocuğu olmanın ayrıcalıkları da tanınmıştır. Lüks bir arabası vardır. Kafa dengi arkadaşlarıyla haytalık, zamparalık yapmasına göz yumulur.

Eşitsizliğin egemen olduğu bir dünya, gücü gücüne yetenlerin, işini bilenlerin dünyasıdır. Bu gerçek Mertkan’a öğretilmelidir. Evlerinin önüne park edilen yabancı bir arabanın dikiz aynası kırılmalıdır. Kaza yapan Mertkan için trafik polisi “içkili” raporu vermiştir. Raporu temizleme görevi delikanlıya verilir beceremez. Önemli olan para değil, devlet içinde işini yürütme becerisinin kanıtlanması öğrenilmesidir. Uygun, itibarlı kişilerin araya girerek raporun nasıl temizleneceği de “hayat tarzları eğitimi”nin bir parçasıdır.

***

Çoğunluk’taki ailenin bireyleri, yüksek burjuvazinin korunaklı, tecrit edilmiş hayat biçimine henüz ulaşamamıştır. Bu nedenle hayatın günlük akışı içinde halk sınıfından insanlarla sürekli yüzyüze gelmekte kişisel ilişkilere girişmektedirler.

Bu ilişkilerde, Mertkan’a örnek sınıfsal tavırlar gösterilmeli öğretilmelidir. Ailenin emektar “hizmetçisi” Şükriye, çocukluğunu bildiği delikanlıya “Mert’çiğim” diye seslenince, baba derhal müdahale eder: “Mert’çiğim demek yok onun adı Mertkan!”… İleride, herhalde, “Mertkan Bey” demesi de istenecektir ama, sırası gelince…

Anne, burjuvalaşmadan nasibini almamıştır alacağı da yoktur. Nitekim Şükriye’nin dertlerini, sıkıntılarını paylaşmaktadır. Bu durumlarda baba, istisnasız tepki gösterecektir. Zira, “burjuva raconu” ücretliyle kişisel ilişki kurulmasına cevaz vermez. Bir süre sonra Şükriye bir trafik kazasında ölür. Annenin gözyaşlarının nedenini öğrenen baba, soğuk bir “rahmet” dilemekle yetinir Mertkan’a örnek olur. Yükselen burjuvazi, çalışanlarının dertleriyle düğünüyle, cenazesiyle, sünnetiyle ilgilenmeyi gerektiren geleneksel, paternalist bağları geride bırakmalıdır.

Mertkan hamburgercide garsonluk yaparak okumaya çalışan bir Kürt kızına tutulur. Sıradan zamparalık olsa, sorun yok ancak, ilişkinin geçici olamayabileceğinden endişe eden baba, oğlunu malûm sınıfsal tepkiyle (“bu işlerde dengi dengine…”) uyarır uyarısının takipçisi olur…

Yükselen Türk burjuvazisi için güç ilişkileri önemlidir. Özellikle “ayak takımına” ödün vermemek gerekir. Mertkan’ın sarhoşken çarptığı taksiciye tazminatta (“içkili raporu” ortadan kaldırıldıktan sonra) ölçü kaçırılmamalıdır. “Münasip bir bedel” elden verilecek bu tatsız defter kapatılacaktır. Şöför yazıhaneye gelip itiraz etmeye kalkıştığında personel tarafından tekme-tokat atılacaktır. Sorun, para sorunu değildir. “Kimin sözü geçecek olaylara kim hükmedebilecek?” sorularıyla bağlantılıdır.

***

Bu aşamalarda Mertkan, henüz, inşaatçı-müteahhit babasının iş hayatının içinde değil, kenarındadır. Yazıhaneye uğrar ayak işleri yapar. Fırsat buldukça arkadaşlarıyla, Gül’le özel hayatını yaşamaya çalışmaktadır.

Babasının temsil ettiği, benimsetmeye çalıştığı değerlere tam teslim olamamaktadır. Ölümünü öğrendiğinde çocukluğunun Şükriyesi’ni hatırlar birkaç damla gözyaşı akıtır. Gül’ün memleketine gittiğini öğrendiğinde, babasının baskılarına teslim olmaktan utanç duyar bunalıma sürüklenir. Arabasına çarptığı şöförle neden sonra karşılaştığında, hakaretten, dayak yemekten korkar. Tam aksine şöför, kendisine (neredeyse) bir “babalık” gösterecek “dert etme, kafayı takma artık ne yapalım böyle oldu” diyecektir. Mertkan, bu kez “derslerini” unutacak mağdur şöförü kucaklayarak hüngür hüngür ağlayacaktır.

Ne var ki, baba, oğlunu “sınıf eğitimi”nin son aşamasına taşıyarak bu aksaklıları çözmeye kararlıdır. Oğlunu, gerçek konumuyla tanıştırmanın yani burjuvazinin sınıfsal karşıtı (işçi sınıfı) ile yüzyüze getirmenin zamanı gelmiştir. Şantiyelerden birinin yönetimini oğluna devreder. Mertkan, yeni rolünün gereklerine hızla uyum sağlar: Otoritesini yerleştirmek için inşaatta kusurlar icat eder: “Hatalı olmuş yıkın yeniden yapın…” Daha sonra araya giren ustabaşını azarlar: “Ameleyse ameleliğini bilsinler sen de onları koruma!” Babasına telefon açar: “İnşaatta fazla işçi var çıkış vermek lâzım…”

Baba mutludur. “Sınıf eğitimini” artık tamamlamış olan Mertkan’dan gurur duyduğunu hafta sonu birlikte yemek yerken belli edecektir.

***

Ana mesajı varsa, edebiyatçı, yönetmen bunu iletmek için abartıya, uç noktalara gidebilir. Bunlara hakkı vardır. Çoğunluk’un yönetmeni Seren Yüce de filminde böyle yapıyor. Yükselen Türk burjuvazisinin değerlerinin, tavırlarının, hayat tarzının temsilcisi olan baba, insanlığın ortak değerlerinden tamamen yoksundur. Genç Mertkan ise direndiği ölçüde “insan kalmakta” burjuvalaştıkça o değerlerden uzaklaşmaktadır.

Yönetmen, üstelik, filmini Çoğunluk diye adlandırarak, eleştirisini sadece Türk burjuvazisinin çoğunluğuna değil bir bütün olarak toplumumuza, hepimize yöneltmiş oluyor. Öznel niyeti böyle miydi bilemiyorum. Filmi, artık ondan bağımsızlaşmıştır. Ben böyle yorumladım.