Altı Ayın Dış Ekonomik Göstergeleri

Bu yılın ilk altı ayına ait ödemeler dengesi (dış kaynak hareketleri) istatistikleri yayımlandı. Üretimin ve mili gelirin seyrini belirleyen etkenlerin başında dış kaynak hareketleri geldiği için, bunlara özellikle önem vermekteyiz. Verileri tablolara dönüştürmeden özetleyerek gözden geçirelim.

2010’un ilk altı ayında Türkiye’ye 21.4 milyar dolarlık yabancı kökenli net sermaye girişi gerçekleştiği belirleniyor. Bir önceki yılın Ocak-Haziran aylarında ise, yabancı sermaye hareketlerinde 3.1 milyar dolarlık net çıkış gözlenmişti. Dış kaynak hareketlerinde on iki ay içinde gerçekleşen bu olumlu (ve tersine) dönüş, ekonomiyi yüksek tempolu bir genişleme patikasına taşımıştır.

Yabancı sermaye girişlerinin bileşimine bakalım. İstikrarsız, spekülatif, “sıcak” öğelerin öne çıktığını gözlüyoruz. “Sıcak para” başlığı altında topladığımız dış kaynaklar, 2010’un ilk altı ayında 19.7 milyar dolara (ve toplam yabancı sermayenin yüzde 92’sine) ulaşmaktadır. Yabancı sermaye girişlerinin yüzde 82’si dış borçlanmayla gerçekleşmiş (çapraz kur hareketlerinin etkisi dışında) dış borç stokunu 17.5 milyar dolar artırmıştır. Önceki yılın ilk altı ayında (ve kriz ortamında), Türkiye dış dünyaya net borç ödemesi yapıyordu. Doğrudan yatırımlar bu yıl 2.2 milyar dolarda kalmakta krizli 2009’un dahi gerisinde seyretmektedir.

Ocak-Haziran 2010 cari işlem açığı 20.6 milyar dolar olarak belirleniyor. Önceki yılın krizli ilk altı ayında dış açık 7.4 milyar dolardı. Dış açığın neredeyse üç misli artmasına rağmen, bol kepçe dış kaynak girişi sayesinde, bir dolar+bir euro’dan oluşan döviz sepeti, on iki ay içinde yüzde 4.7 oranında ucuzlamıştır.

Bu süreç, Türkiye’ye özgü değildir. Arka planda ABD, Avrupa ve Japonya’da uluslararası finans kapitali kurtarmayı ön plana alan likidite pompalaması yatıyor. Bankalar, reel sektörlere kredi açmak yerine, paranın üstüne yatıyorlar yani, ya yüzde 3-4 faizli ABD Hazine bonolarına, yahut da Türkiye gibi çevre ekonomilerindeki devlet kâğıtlarına veya borsalara gidiyorlar. Bu ekonomilerin paraları değerlendikçe, rantiye getirileri daha da artıyor yeter ki ülkenin (derecelendirme kuruluşlarınca ve IMF tarafından belirlenen) “itibarı” devam etsin bir borç krizine sürüklenme olasılığı yakın görülmesin.

Derecelendirme kuruluşlarına göre bir borç krizi olasılığı, sadece devletlerin borç ödeme gücüne (yani bütçe açığının ve devlet borçlarının düzey ve oranlarına) bağlıdır ve “itibar” dereceleri de buna göre belirlenir. Bu çerçeve içinde bütçe açığındaki daralmayı, belli ve yasalaştırılmış bir formüle bağlayan malî kural uygulamasına son zamanlarda ayrıca öncelik verilmektedir.

***

Uluslararası krizin ilk dalgası aşıldıktan sonra, Türkiye benzer özellikler taşıyan çevre ekonomileri içinde dış kaynak hareketlerindeki canlanmadan en çok nemalanan ülkelerden birisi oldu. Ocak-Haziran 2010’un dış kaynak hareketleri, bu saptamanın bir boyutunu ortaya koyuyor.

Institute of International Finance, uluslararası finans kapitalin tmsilcilerini bir araya getiren bir kuruluştur ve özellikle “yükselen piyasa ekonomileri”ne dönük sermaye hareketleri üzerinde uzmanlaşmıştır. Bu kuruluşun, 13 Ağustos 2010 tarihinde yayımlanan Türkiye raporu şu ifadelerle başlıyor: “Lira’nın değer kazanması enflasyon görünümünü düzeltmiştir, ama bunun karşılığında cari işlem açığı çok fazla genişlemiştir. Malî kural uygulamasının erteleneceği ve cari işlem açığının daha da genişleyeceği dikkate alınırsa, lira, giderek artan bir düzelme tehdidi altında olacaktır.”

Burada, “lira’nın düzelmesi”, hızlı bir değer yitirme (yani devalüasyon) anlamına geliyor. Bu ifadeyi biraz açalım: “Cari açığı frenleyemediğinize göre, malî kuralı hayata geçirerek kemer sıkmaya başlamazsanız, dış kaynak akımlarının bugünkü gibi sürdürülmesini beklemeyin. Babacan, “malî kural” taslağını niçin önermişti? Dış kaynak akımlarını yüksek düzeyde tutacak bir etken olduğu için… Referandum-seçim ortamı, bu girişimi askıya aldırttı.

***

Yukarıda özetlediğim Ocak-Haziran 2010’a ait dış kaynak hareketleri, önemli belirsizlik öğeleri de içermektedir. Yabancı sermaye girişleriyle cari açık rakamları neredeyse başabaş seyretmektedir. 6.1 milyar dolarlık rezerv artışı, kabaca, yerli banka, şirket ve rantiyelerin dış dünyadan Türkiye’ye aktardıkları 5.3 milyar dolarlık (kayıtlı, kayıt-dışı) kaynak sayesinde gerçekleşmiş döviz bilançosunu rahatlatan ana etken bu olmuştur. Normal koşullar geri geldiğinde, yerli burjuvazi Türkiye’ye gelen dış kaynakların bir bölümünü tekrar dışarıya taşıyacaktır.

Yabancı sermaye girişleri de cari açığın çok üstünde seyretmezse, döviz fiyatları yükselmeye başlayacaktır.

Yükselmesi fena mı olur? İhracatçılar bu doğrultudaki bir “düzelme”nin kampanyasını yapmıyorlar mı?

Sorun, dövizin reel fiyatının hedeflenmesinin sonucu olan bir düzelme ile, dış kaynak girişlerinin denetim-dışı daralmasının sonucu olan ani devalüasyon arasındaki ayrımla ilgilidir. Özel sektörün kısa vadeli dış borcu, Haziran 2009 ile Mayıs 2010 arasında 45.5 milyar dolardan 55.6 milyar dolara çıkmış böylece kriz öncesindeki (Eylül 2008’deki) rekor düzeye ulaşmıştır. Döviz fiyatlarındaki ani, denetim-dışı tırmanmaların, kısa vadede döviz borçlularında yaratacağı sarsıntı ciddiye alınmalıdır.

Kısacası, ilk bakışta “işler yolunda” görünmektedir ancak, bu parlak görüntünün ardında iki yıl öncesini andıran çeşitli kırılganlık öğeleri yatmaktadır.