Paris ve müzeler

Fransa’nın başkenti Paris, insanlık tarihi açısından da önemi tartışılmaz bir kültürel, düşünsel mirasın da ev sahibi. Paris’teki birçok müze Fransa’nın 17. 18. ve 19. yüzyıldaki sömürgeci pratiğinin de bir sonucu ve kanıtı. Bu müzelerde bulunan eserler, çıktıkları coğrafyadaki mirasın bütünlüğünü bozarak ve hatta bu ülkelerden yağmalanarak, başka Batı ülkelerinin merkezleriyle beraber Paris’te de toplandılar. 1789 Fransız Devrimi, müzelerin kamusal alanlar haline gelişinde ve yaygınlaşmasında da önemli bir rol oynadı. Paris’in dünyanın sanat başkenti haline gelişi, birçok sanatçının burada yaşaması da büyük koleksiyonların bu şehirde oluşmasının diğer bir nedeni. Fransa’daki aydınlanmacı ve enternasyonalist birikim de bu müzelerin oluşmasındaki en temel nedenlerden...

Paris’in müzelerini kabaca Louvre ve diğerleri diye ayırmak olası. Öte yandan yine de 19. ve 20. yüzyılın birikimine odaklanan Musée d’Orsay, Centre Pompidou ve Panthéon gibi çok önemli bazı müzeler ile daha da uzmanlaşmış olanları ve bir tek sanatçı adına açılanları da ayırabiliriz.
Louvre’dan başlarsak… Bu devasa müze, dünyanın dört bir yanından gelen turistlerin haklı olarak gözdesi. Devasa koleksiyon ve dünyanın dört bir yanından medeniyetlerin eşsiz eserleri haklı olarak insanı büyülüyor. Öte yandan, bu çok büyük koleksiyon insanda bir kaybolmuşluk duygusu da uyandırıyor. Mona Lisa’yı çekmek için oluşan kalabalık müzedeki popüler olana dönük ilgiyi ve biraz amaçsızca yapılan gezi sonrası rahatlamayı da simgeliyor.

Eski bir tren garı olan Orsay müzesi, belki de en çarpıcı ve en seçkin koleksiyonlardan birini barındırıyor modern resim sanatının. Burada empresyonizme (izlenimcilik) ayrılan galeride, içinde Van Gogh’un da eserlerinin bulunduğu çok önemli bir koleksiyon bulunuyor. Öte yandan realistler, romantikler, neoklasikler ve sembolistler olarak adlandırılan resim akımlarından çok önemli eserler de bulunuyor. Oryantalizm bölümünde Osman Hamdi Bey’in de bir eserinin bulunduğunu ekleyelim. Courbet’nin Dünyanın Merkezi adlı tablosu da bu müzedeki bir popüler kültür imgesi.
Centre Pompidou ise modern ve çağdaş sanatçıların eserlerinden oluşan değerli bir koleksiyon. 1960 öncesi ve sonrası olarak iki kat yayılan bu müzede, çağdaş sanatın uçuculuğuna ve modernist, sürrealist, kübist eserlerdeki yıkıcı, nihilist, derinlilkli ruha tanık olmak mümkün. Bu binanın mimarisi de çok modern ve ilgi çekici merkezin dönemsel sergileri önem taşırken, bir kütüphanesi de bulunuyor.

Panthéon ise bizim gibi solcular için özellikle değerli bir anıt. Rousseau ve Voltaire’den Fransız sosyalistlerinin tarihi lideri Jean Jaurès’e, André Malraux’ya ve Curie’lere değer verdiğimiz insanların mezarlarında saygıyla onları anmak büyük mutluluk veriyor. Notre Dame Kilisesi’nin dinsel görünümünün karşısında Panthéon, ilerlemeci ve hümanist düşüncenin bir kalesi olarak dimdik yükseliyor. Tabii ki Paris’te Picasso ve Rodin müzeleri gibi çok büyük sanatçıların önemli koleksiyonlarını içeren müzeler, bu büyük müze topluluğunu tamamlıyor.

Paris müzeleri içinde kaybolma ve ezilme hissi de uyandıran yerler ancak insanlığın aydınlanma ve kendini gerçekleştirme serüveninin de büyük ürünleri. Bu müzelerin popüler imgelerinin ötesine geçmek ve hem bir yağma ve talan tarihinin ürünü olduklarını hem de insanlığın gelişiminin ve ilerlemesinin nişanesi olduklarını hissetmek ise dünyanın pek çok yerinden gelen zengin turistler için çok kolay bir şey olmasa gerek. Yine de haksızlık etmeyelim. Müzeleri gezmek, alışveriş merkezlerinde dolaşmaktan -her açıdan- daha önemli bir etkinlik. Müzelerin halkın geniş kesimlerinin de kolayca ulaşabilir ve ilgisini çeker hale gelmesini arzu ederek (Bir evsiz çiftin Musée d’Orsay’dan koktukları gerekçesiyle kovulmaları, geçen aylarda Fransa’da baya yankı ve tepki uyandırdı) ve bu eserlerin bir kısmının sömürgeci ve emperyal geçmişten kaynaklanan yağmanın ürünü olduğunu da bilerek bakmalı. Son bir not, eğer yolunuz Paris’e düşerse her ayın ilk Pazar günü bu müzeler ücretsiz…