Boynuz meselesi

Francis Bacon’ın 1619’da İngilizcesi basılan “Eskilerin Bilgeliği” adlı eseri Klasik Yunan ve Roma mitolojilerini ele alır ve her bir mitolojik anlatıyı dönemin siyaset ve felsefesi temelinde tahlil eder. Bacon bu anlatıların birinde “Pan”ı doğayı simgeleyen şekilde, hikayesi Pan’ın hikayesini hayali fiziksel özellikleri ile birlikte ele almaktadır. Pan’ın boynuzları gökkubeye uzanır. Tıpkı piramit gibi, kaidesi geniş ve yaygındır, uçları sivri ve keskin şekilleriyle gökyüzünün yüceliklerinde gözden kaybolur. Bacon açısından bu süreğen asimetrinin metafiziğinin çarpıcı özelliği, varlıklar hiyerarşisine tekabül etmesinde yatmaktadır. Zira sonsuz çeşitlilikteki varlık halleri iç içe geçmiş yaygınlıklarıyla Pan’ın boynuzlarının kaidesini oluştururlar.Kaideden itibaren boynuzların daraldığı ilk noktada Türler yer alır. Türlerin bir araya gelip Cinsler kategorisini oluşturduğu bir sonraki daralan adımlı varlık yürüyüşü, doğanın bir ve tek varlık haline geldiği göksel zirveyi temsil eden boynuzun sivri ucuyla tamamlanır nihayetinde. Bacon tahlilinin bu bölümünü, gelinen noktadan, bir başka deyişle evrensel idealardan ilahi bir metafiziğe ve doğal teolojiye geçmenin sadece küçük bir adım gerektirdiği tesbitiyle sonlandırır. Gerçekten de, Pan’ın boynuzlarında vücut bulan ve “Varlıkların Büyük Zinciri” şeklinde formüle edilen bu hiyerarşik varlıklar alemi, aralarında geçiş ilişkisi bulunmayan Platonik idealar sisteminin tarihsel bir yansımasından başka bir şey de değildir.

Bu hiyerarşik varlık algısı, Charles Darwin öncesi tür tanımının temelinde yatmaktadır ve klasik Linneaus sistematiğinin evrimsel bir sınıflandırma anlayışıyla hâlâ çatışmasının da altını çizmektedir. Darwin’in opus magnum’u Türlerin Kökeni ise sabit ve bir anda yaratılmış idelardan başka bir şey olmadıkları düşünülen tür kavramının da panzehiri olmuştur. Darwinci evrimsel biyolojinin en çarpıcı noktası, kuramın ve pratiğinin türler arası geçişlere (türleşmeye) imkan tanıyan tür içi değişkenlik vurugusu üzerinde temellenmesidir. Ortak köken ve doğal seçilim kavramları Darwin’in orijinal katkıları değildir ve ideal türlerin “bozunmuş” halleri olan biyolojik özellik değişkenliği üzerinden evrimsel değişimi anlamak Darwin devriminin özünü oluşturur. Uzun sözün kısası, varlıkların başı göklere eren hiyerarşik yürüyüşünde, bayağı ve bozunmuş, gerçekliğin sadece gölgesi olarak kabul edilen yeryüzü formları evrimsel biyolojinin nesnesi haline gelmişlerdir ve canlılığın geniş manada izahını da buna borçluyuz.Yirminci Yüzyılın ortalarına doğru Theodosius Dobzhansky ve Ernst Mayr’ın ortak ürünü olan biyolojik tür kavramı bu değişkenlik esasının dinamik bir organizma-coğrafya ifadesinden başka şey değildir. Evrim-karşıtlığının bin bir saplantısının tezahür ettiği kendi Babil kulesinden yükselen çığlıkların kulakları tırmalayan kakafonisinde bu “sadece kendi içinde değişip başka tür vermeyen” ideal tür yanılgısına dönüşen kadim akıl dışılık, kulenin en tepesine sıkışıp kalmış gibidir. Pan’ın boynuzlarından öküzün boynuzlarına oradan da boynuz üstünde duran dünya hayaline geçişin zihniyet tarihinin izlerini sürmek hoş olurdu doğrusu. Dünya öküzün boynuzlarında durmasa da, evrim-karşıtlığının “indirgenemez karmaşıklık” şeklindeki en tumturaklı halinin bile dünyayı öküzün tepesine yerleştirmekten öte bir muhtevası bulumadığını söylersek abartmış da olmayız.

Tarih çöpe atılmış teorilerle doludur. Evrim bunlardan biri değildir. Çöpten yeşeren azgın sarmaşığın orkidelik iddiası çürümüşlüğün kokusunu gizlememektedir.