Çöken Liberalizm

Avrupa’nın içinde bulunduğu krizin nedenleri üzerinde düşünmek gerekiyor. Önce belki kriz derken ne demek istiyoruz onu açıklayalım. İlk olarak Avrupa’da 1970’li yılların sonundan itibaren süregelen kronik işsizlik sorununun çözümsüzlüğünü sayabiliriz. İşsizliği önlemek için kısa süreli istihdam olanakları dahil her türlü palyatif çözümlerin işe yaramadığı 30 yıl sonra bile hala ortada. Konumuz işsizlik değil fakat Avrupa’da yükselen aşırı sağ hareketlerinin nedenleri üzerinde durmak. Bu duruma tarihten örneklerle bazı cevaplar sunmak istiyoruz.

Aşırı sağcı gelişmelerin Avrupa tarihinde yeni olmadığını biliyoruz. Aşırı sağ hareketlerin Avrupa kültürüne yabancı olmadığını da biliyoruz. İş bu yazıda bildiklerimizi bir kez daha anlatabilmek. Aşırı sağın düşünce değerlerinin siyasal sisteme indirgenmiş hali olan faşizm ve Nazizm, liberal düşünce yapısı ile bağlantılıdır. Keskin liberal, işçi düşmanı Bastiat’da asırlar önce Cumhuriyeti, özel mülkiyet üzerinde, birey’in özgürlüğü üzerinde bir tehlike olarak görüyor ve sosyal devleti de toplumun fakir, tembel ve parazit kesimlerinin üremesine yaradığını söylüyordu. Bugün Cumhuriyet ve kamu karşıtları da Bastiat’nın son söyledikleri haricinde Cumhuriyete ve sosyal devletçiliğe aynı nedenlerden dolayı karşı geliyorlar. Liberal Bastiat’nın “Propritété et Loi”1848 tarihli makalesinde aşırı sağın değerlerine doğrudan atıfta bulunan düşüncelerin olmadığını iddia edemeyiz. Emek sömürüsü üzerine kurulu sermaye birikimi sürecinin ne kadar bireye önem veren, ne kadar insancıl, ne kadar ahlaki olabileceğini zaten anlamakta güçlük çekiyoruz. Hele bir de kandırmacalar olmasa belki biraz daha inandırıcı olabilecekler. Ama öyle değil. Örneğin Rosa Luxembourg, Sermaye Birikimi adlı eserinin ilk bölümünde A. Smith’in emek-değer teorisini eleştirir. Reel-nominal paradoksu içinde, aslında Smith bir malın değerinin belirlenmesini emekçiye bırakmaz, çünkü üretim sürecinin en başında ona ücretini ödeyerek (hani bir malın değerini para gibi nominal bir şey değil, reel emek belirlerdi?) hem onu daha sonraki ticari süreçten soyutlamış olacaktır, hem de emekçinin yarattığı tüm artı-değeri kendi mülkiyetine geçirmiş olacaktır. Ama Smith emekçileri kandırmaktaydı. Çünkü başta ulusların ticaret yoluyla zengin olabileceklerini söylerken, emekçilerin önceden parasını verip ticari süreçten soyutlayarak onların zengin olamayacaklarını yine onların yüzüne söylemedi. Üstelik meşhur yaşamsal ücret hipotezi ile emekçinin tasarruf yapıp sermaye biriktirmesine olanak yoktu. Tüm bu süreçler gayet normal olarak algılandı ve ismine “ekonomi bilimi” denilip sorgulanmaz, mutlak doğru olarak piyasa bilimi dünyasında yerini aldı. Ama iş bununla bitmiyor. 1841 yılında bir adam şöyle diyor: “Mülkiyet hakkı bir defalık gasp edilebilir”. Devam ediyor: “verimli toprakların zorla alınması veyahut zorla satın alınması lazım gelir”. Başka neler diyor: “demokrasiyi değil, askeri düzeni oturtmak gerek”. Şimdi bu satırları okuyanlar şöyle diyebilir: “bulmuşsun adı sanı duyulmamış faşizmin akıl hocalarını, liberalizm ile bağlantısını kurup bize yutturacaksın”. Hayır, maalesef öyle değil. Bu satırları yazan Avrupa liberallerinin ve hatta sosyalistlerinin üzerinde mutabık kaldıkları çok önemli bir isim olan Tocqueville’den başkası değil. Yukarıdaki alıntılar ise Cezayir Raporlarından. Kandırmaca konusunda Tocqueville’de Smith’den eksik kalmıyor. Şu işçilerin sefaletine üzülen, bireyi her şeyin üstünde tutan, demokrasiyi, vatandaşlığı, sosyal devleti savunan adam, Cezayir’de söylediklerinin taban tabana tersini söylüyor. Ona göre Cezayir’li çalışanın sefaleti Manchester’de ki işçinin sefaleti ile bir tutulamaz. Onun için İngiliz çalışanının sefil çalışma koşulları yazarımızı ne kadar üzse de, Cezayirli çalışanların sefaleti bırakın üzmeyi tersine sevindiriyor. Nedeni Cezayirli köylü ne kadar sefil ve Fransız siyasi erkine muhtaç kalırsa Fransızlar bölgede o kadar daha iyi hâkimiyet kurulabilecekler. Tocqueville’i ulus devleti, Fransız Cumhuriyetini savunuyor diye düşünebiliriz ama farklı söylemleriyle çok da düşüncelerimizi doğrulamıyor. Örneğin 1848 Paris devrimi esnasında Paris’i geziyor ve gördüğü manzara karşısında şaşkınlık içinde kalıp gelecekte işçiler siyasal erki devrimle alacaklardır tarzında bir kehanette bulunabiliyor. Bir anlamda Cumhuriyetin yıkılış hazırlıklarını anlayışla izliyor ve gelecek için olumlu yorumlarda bulunuyor. O zaman Tocqueville’in Cumhuriyet yanlısı olduğunu söylemek doğru olmuyor. Ama buna mukabil devrim yanlısı olduğunu da söyleyemiyoruz çünkü aynı Tocqueville devrimin kanla bastırılmasını sevinçle karşılıyor. Yabancılarla ilgili söylenenlere gelince tamam, birçok liberal yazarın, Avrupa ötesi kıtalarda yaşayanlara barbar dediklerini biliyoruz. Ama bu yazıda konu olan kişi herhangi bir yazar değil: Tocqeville. Cezayirlilerin barbar olduğuna göre onlara karşı her türlü baskı ve şiddeti meşru göstermesi liberal düşüncedeki özgürlüklerin, insan haklarının neresine düşüyor? Üstelik madem birileri barbar oldukları için ve “işçi oldukları için demokrasiye ve insan haklarına Avrupalı sermayedarlar kadar layık değiller, o zaman nerede kaldı ekonominin genel geçerlilik ilkesi? Ekonomi biliminde tüketen, üreten kişiler hepsi “bir”, hepsi “birey” iken, uygulamada ticaretten ve toplumdan soyutlanmış ya “işçi” ya da “barbar”. O zaman ekonomi bilimi, bilim olarak sınıfta kalmış oluyor ya da liberalizmin değerler sistemi bu şekil oluyor. Yerse.