#ŞuleÇetİçinAdalet

Bu dünyaya katlanamıyorum, diye başlamak istemiyorum yazıya. Çok umutsuz, çok çıkışsız, çok kendi başına, kendini çok önemseyen birinin sözleri gibi olacak. 

Öyle değil. Ama bazen yazı yazmanın kendisi bile ağır, dayanılmaz, hoyrat geliyor. Bazen sonsuz bir suskunluk gerekiyor. Sözler, sözcükler anlamını yitiriyor. Ağzını bıçak açmamak, deyimi bu durumlar için mi var?

Ama tam tersi gerekiyor bir yandan. Haykırmak, bağırmak, canhıraş çığlık atmak gerekiyor. Öyle gerekiyor ki sesimiz yetişebilsin dağa taşa, kurda kuzuya.

Şule Çet, 29 Mayıs 2018’de Ankara’da intihar süsü verilerek öldürülüyor. Geriye doğru baktığımızda bugün bunu biliyoruz. En genç zamanında bir öğrenci kadın, dünyayı parmağının ucunda döndürebilirmiş gibi hissederken, alabildiğine yaşam doluyken, yaşayabileceği risklere karşı önlemini almada pervasızken ve gençliğinin delifişekliğini bir karanfil gibi göğsüne takmışken, o bildik kötücüllükten çıkan karanlık boğuveriyor umutlu bakışlarını, gülen gözlerini. 

Ah çocuğum, diye ahlanmak yararsız.  İyilerle karşılaşma dileği yerine,  dünyayı daha iyi bir yer yapma yeminini tutmadıkça bizler… Dilekler, dualar hiçbir şeyi karşılamaz ki…

Suçluyuz yine, hepimiz suçluyuz bir kez daha.

Çünkü gençleri koruyamıyoruz. Kadınları, çocukları koruyamayan yetişkinler güruhuyuz artık biz. Deneyimlemeleri gereken  hayatı zifiri karanlığa çeviren, karabasanlara gün ortasında kan ter içinde düştüğümüz bir hayattır yaşadığımız. Donuklaşmış, kekemeleşmiş, ezik ve yorgun. Her cinayetten sonra öle öle çürüdüğümüz.  

Öldürülen her kadından sonra, cinsiyetçilikle, ahlakçılıkla zehirlenmiş bir dille engerekleşen yedi karalar güruhunun içinde nefes almak nasıl başarılır? Alacaklı bakışların, yarım kalmış hayatların gözleri üzerimizdeyken çocuklarımızın başları nasıl okşanır?

Adalet peki? Güçlülerin, zenginlerin satın alabileceği bir metadan mı ibarettir sadece? Şule Çet’in babasının “takım elbise, kravat indirimi yapılmasın” haykırışının bir karşılığı yok mudur?

Nasıl yani? Çocukları büyüt, yetiştir, üstüne titre… Gözlerindeki ufacık hüzün gölgesi, canını acıtsın…  İste ki alabildiğine gülsün, güvensin, sevsin, sevilsin, hayallerini gerçekleştirsin.  Öyle diler ya insan sevdikleri için. Öyle ister. Ayağına taş değmesin.  İncinmesin. İnsanca yaşasın.

Hepi topu bu işte, en büyük dilek.

Sonra…

Dosyalar arasında kaybolan adalet… Böyle mi okumalıyız?

Nasıl genç bir kadının hayatına son verme cüretini buluyorlar? Neye dayanarak? Küstahlıkları, hoyratlıkları, pazarda her şeyin bir fiyatı olduğu inançlarından mı?  Nasıl? 

Çet’in ölümüne ilişkin açılan soruşturmada Ankara Cumhuriyet Savcılığı, sanıklar Berk Akand ve Çağatay Aksu için “cinayet”, “cinsel saldırı” ve “hürriyeti tehdi” suçlarından ağırlaştırılmış müebbet ve 39 yıla kadar hapis cezası istiyor. Tamam.

Çet’in öldürülmesinden sonra geçen bu 8 ay çok meşakkatli geçiyor fakat. Adli tıp gelgitleri bitmiyor. Otopsi nerede başlar, hukuk nerede biter, sorular çoğaldıkça çoğalıyor.  Ölümle sonuçlanmış olaylarda otopsi sadece bedenden mi ibarettir mesela?  Olay, mekân, eşya, beden ilişkisi delilleri apaçık görmek adına yapılmamalı mıdır?  Şule’nin gülen yüzü, aklımdan çıkmıyor. O da sorardı bu soruları.

Devam ediyor:

Raporlar ve delillere rağmen, soruşturma aşamasında üç kez, evet tam üç kez adli kontrol şartıyla serbest bırakılan failleri aklımıza getirmemeli miyiz? Kasten öldürme şüphesi varken üstelik, sormamalı mıyız adaletin kimin yanında olduğunu?  Delillerin karartıldığı ortaya çıkıyor, evet.  Üçüncü gözaltında tutuklanan Çağatay Aksu’nun kolundaki Şule Çet’e ait tırnak izlerinin ilk muayenede doktor tarafından rapora yazılmadığı öğreniliyor. Süreç, savcının değiştirilmesiyle devam ediyor. Boşluklar, eksikler…

Adalet istememeli miyiz?

Şule soruyor. Öldürülmüş tüm kadınlar soruyor. Bu cehennem bizim için mi sadece?

Kadın cinayetleri, işçi cinayetleri… Ağaçlar, çocuklar, hayvanlar…  

Yaşanabilecek riskler ve sorunlar karşısında önlem alınmıyor mu? Neden? Ne sebeple? 

O zaman hepimiz cinayetten hükümlü olmuyor muyuz?

6 Şubat’ta Ankara Adalet Sarayı’nda duruşması var Şule Çet’in, sesimiz yetişmesin mi? Sesimiz çoğalmasın mı?