İnsanlık bugün en çok eşitlik, özgürlük ve kardeşliğin olmamasının acısını çekiyor. İnsanlık bugün en çok sermaye düzeninin geriletilememesinin acısını çekiyor. Buralardan çıkışı ise çoğu insan geniş bir uzlaşı ve koalisyonda görüyor. Bu geniş koalisyonun olmadığı koşullarda ise geriye çaresizlik, kenetlenip kalma ve kabuğuna çekilme kalıyor.

10 Ekim

Dün 10 Ekim’di.

10 Ekim uzun yıllardır Dünya Ruh Sağlığı Günü olarak biliniyor. Uzun yıllar dediğim 1992’den bu yana. Sovyetler çözülmüş ve dünya (dile kolay 150 ülke) ruh sağlığına (ruh diye bir şey olmasa da) bir gün ayırmaya karar vermiş. İşte o gün, tesadüf bu ya 10 Ekim. Bu çakışma, yani sosyalizmin geri çekilişi ve ruh sağlığının yükselişi ilginçtir ama görünen o ki boşuna değildir.

Neyse.

Dün işte, 10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Günü’ydü. 

Psikiyatrik sorunların önemine, ihmal edilmesine ve başta şizofreni olmak üzere psikiyatri hastalarının yaşadığı damgalanmaya, dışlanmaya dikkat çekmek için yola çıkmış bir gün. Yılın her günü psikiyatrik sorunları yaşasak da yılda bir günümüzü bu sorunları daha fazla anlamaya ayırmak, hiç de fena değil. Gayet iyi bir şey.

Çünkü…

Çünkü psikiyatrik sorunları olan herkes bu düzenin kaybedeni. Bunu herkes biliyor. Milyonlarca insan, kendi hayatından biliyor. Psikiyatrik, yani zihin dünyasıyla ilgili sıkıntılar yaşayan herkes az ya da çok damgalanıyor, dışlanıyor. Garip, tuhaf, sorunlu bulunuyor. Çoğu kişi yeterli yardım da alamıyor. Ne olup bittiğini anlamadan yaşayıp giden milyonlar var. Ayrıca tüm bunlar da yetmiyor ve psikiyatrik sorunları olanlar yeri geliyor işinden oluyor, yeri geliyor ailesini kaybediyor. Çoğu zaman, kendi dertleriyle baş başa, yalnız kalıyorlar.

Bizim dernek, Türkiye Psikiyatri Derneği, 10 Ekim için uluslararası başka dernekleri ve de Dünya Sağlık Örgütü’nü örnek alarak “Ruh Sağlığına Yatırım Yapın” diye çok-anlamlı bir açıklama yaptı. Çok-anlamlı derken hem bireylere hem topluma hem de hükümetlere, “karar verici durumundaki fon ya da organizasyonlara” seslenmeyi tercih etmesini kastediyorum. Evet, bugün “ruh” sağlığı “hükümetlerden” çok fonların, şirketlerin “yatırım” alanı. Bireyler ise ancak şanslılarsa kendi zihinlerine “yatırım” yapabilecek durumdalar. Açıklamada bu anlamda yeni bir şey yok.

Ama sorunumuz tam da “yatırım” değil mi? Bizi bugünlere getiren, bugünlerimizi karmaşa, delilik ve sıkıntılara boğan “yatırım yapmak” değil mi? Her şeyin yatırıma dönüşmüş olması ve bu dönüşümün öznesinin, sermaye düzeninin hiçbir şey olmamış gibi kenara çekilebilmesi değil mi? Şu salgın sürecinde bile…

Yatırımı ancak sermayesi olan yapar! O da daha çok sermaye biriktirmek için. Ve tüm bu döngü bugün hepimizin canını okumaktadır. Aklımızı, hayatımızı kemirmektedir. 10 Ekim, tam da bu nedenle Dünya Ruh Sağlığı Günü olmuştur. Sovyetler çözüldükten sonra, pansuman için.  

Neyse… 

Önemli değil. 

Siz yine de “yatırım yapın” kısmını akıl sağlığınız için ayağa kalkın olarak okuyun. Ve ayağa kalkın. Örneğin damgalanma, ayrımcılık ve dışlanma için ayağa kalkın. 

Çünkü damgalanma, dışlanma ve ayrımcılık önemli. Damgalanma ve dışlanma olunca psikiyatrik hastalıkların sıkıntılarına bir de toplumsal dokunun, atmosferin getirdiği sıkıntılar eşlik ediyor. Öyle olunca da birçok insan aile içinde, işyerinde, yolda, okulda tuhaf bakışlara, alaylara ve tehditlere maruz kalıyor. Çocukluktan erişkinliğe.

Ayrıca, daha az şiddet, daha az depresyon, daha az kaygı içeren ama daha çok paylaşım, daha çok doyum, daha çok keyif içeren bir hayat yaşamak istiyorsak toplumsal eşitsizlikler için de ayağa kalkın. Yani maddi, manevi bir sermayeniz varsa ve bir yatırım yapacaksanız toplumsal eşitsizlikleri üreten toplumsal düzeni sona erdirmeye yatırım yapın. 

10 Ekim bu anlamda bir “mücadele” çağrısı. Öyle sivil toplumculuğa sığmayacak bir gün. Zaten farkında olan farkında: sivil toplumculuk ha geride kaldı, ha kalacak. Dünya artık daha köklü çözümleri gerektiriyor ve çağırıyor. Pansumanlar tutmadı, tutmuyor.

10 Ekim işte öyle bir “mücadele” günü. Kör topal yürüse de... Kör topal diyorum çünkü akıl sağlığı, çok parası olan zengin kapitalist ülkelerde bile hala en önemli sorun. Haydi, Türkiye zengin değil diyelim (gerçi çoğu ülkeye göre bayağı zengin de sayılır) ama Türkiye’de de önde gelen sorunlardan birisi. Daha geçen gün yayınlandı, örneğin İngiltere’de salgın süreci toplumsal eşitsizlikleri de psikiyatrik sorunları da iyiden iyiye arttırmış durumda. Pandemi eşitsizlikleri arttırdıkça, o eşitsizliklerden en çok etkilenenler, daha fazla depresyon, daha fazla anksiyete, daha fazla psikoz yaşadılar, yaşıyorlar. En çok etkilenenler işte kendine “yatırım” yapamayanlar. Yani toplumun ezici çoğunluğu.

Tamam, depresyon, panik atak ya da şizofreni her sınıfta görülüyor ama işçi sınıfı açık ara önde geliyor. Tüm araştırmalar bunu söylüyor. Eşitsizlik en çok, zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayanları vuruyor. Zaten Marx ve Engels’in, Manifesto’nun en sonuna koyduğu o zincir bugün en çok akıl sağlığıdır, “ruh” sağlığıdır. Başka bir şey değil.

*

Dün 10 Ekim’di. 

Yazının başında 10 Ekim’in Sovyetlerin çözülüşünden bu yana Dünya Ruh Sağlığı Günü olarak kutlandığını yazmıştım. Bilmem hatırlatmama gerek var mı? Sovyetler Birliği 1991 sonunda tarihe karışmıştır. Gerisi ise “ruh” sağlıksızlığının yükselişidir.

Görünüşte ikisinin arasında bir bağlantı yok. Yani Sovyetler’in dağılışı ile 10 Ekim arasında. Ama yakından bakınca, sermayenin Sovyetleri de yıkarak hayatın her alanını kaplamasıyla aklımızın da başımızdan gittiği görülebilir. Sosyalizm geri çekildi ve geriye yıkım, eşitsizlik, depresyon kaldı. Ve bazı coğrafyaların payına o acıdan, o yıkımdan fazlası düştü.

İşte 10 Ekim 2015 de o günlerden birisiydi. Coğrafyaya düşen fazla paylardan birisi. Beş yıl önce. Ankara Garı önünde. 

Hepimizin toplandığı o meydanda, bilenler bilir, Ankara’da yapılan her eylemden önce orada, birbirini uzun süredir görmeyenler denk gelirler, buluşurlar. Sarılmaların ve kavuşmaların meydanıydı Ankara Garı’nın önü. Bir zamanlar. Sonra sermaye siyasetinin acımasızlığı girdi o meydana. Ve dağıttı kavuşmaları…

10 Ekim’de. Dünya Ruh Sağlığı Günü’nde.

Birçok insan şöyle demişti onlarca bombanın daha patlayacağı o yıl: Artık iyi olmayacağız!

Çok insanın canı yandı. Çok insanın aklı orada, oralarda kaldı. Türkiye 10 Ekim 2015’ten sonra da birçok acıya açıldı. Zaten onlarcası vardı ama 10 Ekim, sanki bir milattı.

İnsanlık bugün en çok eşitlik, özgürlük ve kardeşliğin olmamasının acısını çekiyor. İnsanlık bugün en çok sermaye düzeninin geriletilememesinin acısını çekiyor. Buralardan çıkışı ise çoğu insan geniş bir uzlaşı ve koalisyonda görüyor. Bu geniş koalisyonun olmadığı koşullarda ise geriye çaresizlik, ketlenip kalma ve kabuğuna çekilme kalıyor.

Hâlbuki başka bir şey lazım. Sovyetlerle birlikte giden bir şey.

Dün 10 Ekim’di. Dünya Ruh Sağlığı Günü ve Ankara Gar Katliamı’nın yıl dönümü. 

İkisinin de hakkını vermek için bugün bize gereken cesaret, inanç, sabır ve toplumsal ikna. Uzlaşı değil. Koalisyon falan hiç değil.

Yas tutabilmek için. Ayağa kalkabilmek için. Bu ülkeden, dünyadan umudunu kesenlere umut olabilmek için. Çare göremeyenlere çare olmak için.

Sahte umutlar üretmeden, kendimizi ve başkalarını kandırmadan.

*

Dün 10 Ekim’di.