Deniz'in son sözleri

Deniz Gezmiş'in idam edilmeden önceki son sözleri nasıl sansürlendi ve nasıl milyonlarca kişiye ulaştı? Bu sözler değiştirilerek mi kullanılıyor? İşte Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının avukatı Halit Çelenk'in kızı yazar Serpil Güvenç'in konuya ilişkin yazısı.

Son sözlerle bugüne taşınan...

12 Mart askeri cuntasının Süleyman Demirel başkanlığındaki Adalet Partisi ile diğer sağ parti milletvekillerinin desteğiyle gerçekleştireceği, Türkiye tarihinin büyük siyasal cinayetlerinden birisine çok yaklaştığımızı hissediyorduk... Ve 5 Mayıs gecesi kapımız çalındı. Gelenler babam Halit Çelenk’i infazların yapılacağı Ulucanlar Cezaevine götürmeye gelmişlerdi. Babam giyindi ve gitti... Upuzun gecenin sabahında avukat Mükerrem Erdoğan’la birlikte eve geldiğinde yüzünün renginin kül gibi olduğunu ve saçlarındaki kırların görünür bir biçimde artmış olduğunu anımsıyorum… Beni hemen daktilonun başına oturttu. Mükerrem Erdoğan’ı da yanına çağırdı. Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in idam öncesi son sözlerini ezberlemişlerdi. Özellikle Deniz’in “yasalara aykırı” olduğu için idam tutanağına yazdırılmayan ve o metinde (…) olarak geçen sözleri önemliydi ve tarihin tanıklığına aktarılması gerekiyordu. Konuştular ve netleştirdiler. Onlar söyledi, ben yazdım…

Deniz’in son sözleri şunlardı:
“Yaşasın tam bağımsız Türkiye!
Yaşasın Marksizm Leninizmin yüce ideolojisi!
Yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi!
Kahrolsun emperyalizm!
Yaşasın işçiler, köylüler!”

Son sözler TCK’nın 141/142. maddelerinin varlığı nedeniyle basın ya da herhangi bir yayın organında yer almadı ve dillendirilemedi. Ama o daktilo sayfası çoğaldı. Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in idam sehpası altında haykırdıkları cümleler Türkiye’nin her yanına dalga dalga yayıldı.
***
Bir siyasal manifesto niteliğindeki bu sözleri nasıl yorumlayabiliriz?

“Yaşasın tam bağımsız Türkiye! Ve “Kahrolsun emperyalizm!” sözcükleri, 1960'ların tüm siyasal sol akımlarınca paylaşılan anti-emperyalist mücadele hedefini tanımlamaktadır. ABD emperyalizmi ve yurt içindeki işbirlikçileri bu topraklardan 2. Milli Kurtuluş savaşı verilerek atılacaktır. ABD ile imzalanan ikili anlaşmalar feshedilecek, Türkiye NATO’dan çıkacak ve Amerikan üsleri kaldırılacaktır. 2. Milli Kurtuluş mücadelesi terimi elbette birinciden alınan bir ilhamla TİP başta olmak üzere dönemin sosyalist/komünist hareketinin ve tüm devrimci, demokrat güçlerin kullandığı ve benimsediği bir kavramdır. Bununla birlikte, tartışılması gereken nokta, bu mücadelenin Denizler de dahil sosyalist sol açısından, verilecek bu ikinci kurtuluş savaşının sonunda arzulanan zaferin bu mücadele ile sınırlı olup olmamasıdır.

İşte son sözlerdeki Marksizm Leninizm vurgusu, kurtuluş savaşıyla sona ermeyecek bir mücadeleyi işaret etmekte ve bunun yanı sıra Deniz ve arkadaşlarının dünya görüşlerini de yansıtmaktadır. Tüm sosyalist/komünist hareketler ve akımlar gibi Kemalizmin “bağımsızlık” yönünden etkilenmiş olan 68 gençliğinin, nihai amacının Kemalizm olmadığı, dünyayı yorumlama ve değiştirme girişiminde temel olanın, işçi sınıfı ve emekçi dünya halkları olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır. Özlenen bir emekçi sınıf iktidarı ve son tahlilde sınıfsız, sömürüsüz bir toplumdur. “Yaşasın işçiler, köylüler” tümcesi ise bağımsızlığın kazanılmasında ve onu izleyecek olan devrimci iktidar açısından işçi ve köylülerin yeri ve görevini vurgulamaktadır.

Özellikle son yılarda, son sözlerdeki Kürt ve Türk halkları ile ilgili olan “Yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi!” bölümü, bazı çevreler tarafından ya görmezlikten gelinmekte ya da “Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği” tümcesiyle yer değiştirmektedir. Görüldüğü gibi, mücadele ve hedef içermeyen bir genel doğru yani “kardeşlik” kavramı, Denizlerin muradı olan her iki halkın ortaklaşa yürütecekleri bir “bağımsızlık mücadelesi” ile yer değiştirmiştir.

Türkiye sosyalist hareketi konuya nasıl bakmaktadır?
Dönemin etkin sol akımlarının ortaklaştıkları temel duruş, Türkiye’nin sınıfsız ve sömürüsüz bir topluma ulaşma yolunda verilmesi gereken bir ulusal bağımsızlık mücadelesinin kaçınılmazlığıdır. Bunun yanı sıra, Kürt halkının varlığını, asimilasyon ve baskı gerçeğini tanıyan ve bunun için bedeller ödeyen Türkiye sosyalist/komünist hareketi, bu mücadelenin Kürt ve Türk halklarının katılımıyla verileceğini açıkça savunmuştur. 1960/70lerin iç ve dış koşulları bu yaklaşımın benimsenmesinde etkin olmuştur. O dönemde TİP, Yalçın Küçük’ün deyimiyle “kapsamlı ve kapsayıcı bir Türk-Kürt emekçi partisi” olarak çalışmaktadır. Daha da önemlisi, parti içindeki Kürt hareketinin temsilcilerinin Parti’nin Türkiye’de verilecek siyasal mücadeleye dair görüşlerini paylaşmasıdır.

Bu koşullar altında, son sözlerdeki bu bölüm, ancak ortak bir bağımsızlık mücadelesi önerisi olarak yorumlanabilir.

***
Bugün sorulması gereken en önemli soru, son sözlerin geçerliliğini koruyup korumadığıdır.

Başta Irak ve Afganistan olmak üzere dünyanın bir çok bölgesini bir kan gölüne çeviren emperyalist sistem hala ayakta.

Tüm ülkelerde, sermaye çıkarlarına hizmet eden ve onun tarafından planlanan ve dünya sermaye örgütleri tarafından uygulamaya geçirilen, emekçilerin tüm kazanılmış haklarının hızla yok edilmesine yönelik, neo liberal programlar dur durak bilmeksizin uygulamaya geçiriliyor.
Yunanistan’da, Türkiye’de ve dünyanın bir çok ülkesinde emekçiler sokaklarda.

Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in inançlarını, dünyaya bakışlarını ve mücadele kararlılıklarını yansıtan son sözlerin geçerliliğini, içinde yaşadığımız sermaye vahşetinden başka kanıtlayan ne olabilir ki? Serpil Güvenç