Soros patentli “insan hakları” emperyalizmi

Libya ve Fildişi Sahili'nde yaşanan olaylardan sonra Birleşmiş Milletler'in “insani amaçlı müdahale” kararları uluslararası hukuk açısından teorik tartışmalara neden oluyor. Emperyalizm “bağımsızlık” kavramını bir teferruat olarak yeniden kodlamaya çalışıyor.

Eric Walberg’in Interdaily’de yayınlanan makalesi ile bir süredir başlamış olan bir teorik tartışma tekrar alevlenmiş oldu. Fildişi Sahili’ne gerçekleştirilen askeri müdahale sonucu Devlet Başkanı Laurent Gbagbo çekilmeye zorlanırken, daha önce de ülkeye doğrudan müdahale etmiş olan emperyalist ülkelerin, uluslararası hukukun en önemli öznesi olan “devleti” ve onun iradesini hiçe saymaya varan müdahaleleri ile büyük bir tartışmaya yol açmış durumda.

Bağımsızlık bir hak değil sorumluluktur
Adı her zaman George Soros ile beraber anılan "R2P"(Responsibility to Protect)- Koruma Sorumluluğu doktrinine göre uluslararası arenada bağımsızlık, köleci ve feodal dönemlerden kalma arkaik bir terimdir ve günümüzde anakronik olarak kullanılmaktadır. Yeni dünyanın esnek ve serbest kurallarında, bireyler daha da öne çıkmıştır ve bu tip bölgesel kodlamalar tarihe karışmaya mahkumdur. Son tahlilde insan hakları gibi temel hukuk normları, hukukun bu iradesi kendinden menkul kurucu sujesinden daha önemlidir ve insan haklarını koruyamadığı oranda kendisine her türlü müdahale meşrudur.

Dünyaca ünlü banker ve spekülatör George Soros'un öncülüğünü yaptığı ve bugün de belli başlı bütün batı ülkelerinin takip ettiği bu doktrin uyarınca artık dünya aynı çarklar içinde dönen bir sistemin parçasıdır ve bu sistemi sorunsuz olarak devam ettirmek ise uluslararası hukukun en önemli görevidir.

90'larda emperyalist işgalin bir numaralı gerekçesiydi
Doktrin, uluslararası hukuku Sovyetler Birliği'nin çözülmesi ile birlikte bu konudaki tekeli ele almaya başladığı 1990'larda kullandı. Yugoslavya'nın işgalinde, Latin Amerika ülkelerine düzenlenen müdahalelerde, ülkelerin iradesi olmaksızın topraklarına saldırı bu yolla sağlandı. İlk dönemde dikkat çeken özellik, BM'nin onayının aranması iken, Ruanda'da yaşanan katliama BM'nin adeta seyirci kalması tartışmayı farklı bir eksene kaydırdı. BM'nin uluslararası müdahaleler için "yetersiz" kalacağı görüşü savunulmaya başlandı.

Özellikle Yugoslavya'nın parçalanma sürecindeki NATO'nun atağı bu kaygıyı ilk delen unsur olmuştu.

Bu süre zarfında iş başında olduğu için, BM Başkanı Koffi Annan'ın adı ile "Annan Doktrini" olarak da alınan bu görüş ülkelerin gerekli gördükleri oranda her türlü müdahaleyi yapabileceklerini öngörüyor.

Dünya jandarmalığı ve renkli devrimler
Soros'un bu konudaki ikinci müdahalesi dünyaya bir "polis" gerektiği görüşüydü. İlk başta sadece olaylara müdahale edip büyümesini engelleyen bu polis, daha sonra renkli devrimler süreci ile de "koruyu ve kollayıcı" bir nitelik kazanacaktı. Fakat bu polisin W. Bush gibi "kötü polis" olmasının yarattığı sorunlar, Soros'u bir "iyi polis" aramaya itti. Walberg'e göre Obama ve Clinton yönetimi Bush'tan farkı, bu liderlerin sadece "dünya düzenini korumak" ile kalmayıp, dünyada yaşayanlara "güven" de vermeleri...

Libya ve Fildişi ile gelen fütursuz dönem
Özellikle bir kez kabul edildikten sonra, bu müdahale yetkisinin kim tarafından ve nasıl kullanılacağı konusu ise hala emperyalist ülkelerin tam olarak bir meşruiyet sağlayamadığı bir sorun olarak duruyor. Önce Libya'ya müdahaleye sebep olarak gösterilen sivillere yönelik şiddet hakkında hiç bir kanıt bulunaması, daha sonra Fildişi Sahili'nde yaşanan iç savaşta Fransa'nın ani ve direkt müdahalesinin halkın iradesinden bağımsız olarak ülkenin kaderini Fransa'nın istekleri doğrultusunda değiştirmesi, "insani müdahale" kelimesini kendi naif anlamından sıyırarak artık bir işgal kelimesi olarak kanıksanması sonucunu doğurmaya başlıyor.
(soL-Dış Haberler)