Meksika'da uyuşturucu kartelleri nasıl doğdu?

Meksika'da on yıllardır 100 binin üzerinde Meksikalının canına mal olan uyuşturucu savaşlarının nedeni aslında çok tanıdık: Ekonomide devletin rolünün azaltılmasını isteyen neoliberal politikalar, çöken tarım, yoksullaşan milyonlarca köylü ve uyuşturucu sektörünün tek geçim kapısı haline gelmesi...

Çeviri: Buğra Işık

Meksika'daki uyuşturucu sektörünün gelişimiyle ilgili Jacobin'de yayımlanan Carmen Boullosa ve Mike Wallace imzalı yazıyı soL okurlarıyla paylaşıyoruz.


Ronald Reagan kendisini kanunun ve düzenin adamı olarak tanıtırdı. Uyuşturucu karşıtı Nixoncu fanatiklikten geri adım atan Jimmy Carter’ın politikalarını tersine döndürmeye hazırdı. Göreve geldiğinde, Reagan, uçaklarla denize uyuşturucu atan ve bunları botlarla kıyıya taşıyan kokain baronlarıyla dişe diş mücadele etmek için Güney Florida Özel Timi’ni kurdu.

Başkan Yardımcısı George H.W. Bush’un liderliğinde, özel tim, ordu ve donanmayla beraber Miami batakhanesini hedefe oturttu. İşe yaramıştı bu. Gözetim uçakları ve silahlı helikopterler o zamanlar açık olan Kolombiya-Florida bağlantısını kapattı. Ancak Kolombiyalılar basitçe doğrudan taşımayı bırakarak Meksika hattındaki akışı hızlandırdılar.

MEKSİKA'NIN YÜKSELİŞİ VE REAGAN'IN 'SAVAŞ'I
Kısa zamanda Meksikalılar iyi maaşlı kaçakçılar olmaktan çıkıp tam ortaklık statüsü talep ettiler ve bunu aldılar. Kısa zamanda kilit isimler haline gelen Félix Gallardo, Fonseca Carrillo, ve Caro Quintero ABD pazarındaki kokainin %90’ını sağlıyordu ve yılda 5 milyar dolar kazanıyorlardı. 1984 yılında Uyuşturucu ile Mücadele Dairesi (DEA) bu üçlüye Guadalajara Karteli diyordu. O zamanlar herkesçe bilinen Medellin ve Cali Kartellerine yapılan bir atıftı bu.

Yıl 1986 olduğunda İran-Kontra skandalı halk tarafından görülmüştü ve yarı dönem seçimleri yaklaşıyordu. Reagan uyuşturucu savaşı söylemlerini arttırdı. “Benim neslim, İkinci Dünya Savaşı’nda saldırıya uğradığımızda Amerikalıların nasıl harekete geçtiğini hatırlayacak” diyordu. “Şimdi özgürlüğümüz için yapılan başka bir savaştayız.” Uyuşturucu kaçakçılığının bir ulusal tehlike olduğunu ilan eden bir Ulusal Güvenlik Kararı imzaladı. Bu, ABD Savunma Bakanlığı’nın çeşitli uyuşturucu karşıtı eylemlere dahil olmasının önünü açtı, özellikle de Meksika-ABD sınırında.

ABD, ÇÖZEMEDİĞİ SORUNUN YARGICI OLDU
Reagan, aynı zamanda 1986 Uyuşturucu Suiistimali Karşıtı Yasası’nın geçişini sağladı, bu yasa ABD desteği alan ülkelerin, yıllık olarak ABD’nin uyuşturucu karşıtı çabalarında tam işbirliği yaptığının ya da ülkenin kendi başına gerekli adımları attığının onaylanmasını gerektiriyordu (Böylece ABD, dünyanın en yüksek miktarda yasadışı uyuşturucu tüketen ülkesi, kendisini diğer ülkelerin ABD’nin çözemediği bir sorunu çözme konusunda yargıç yapmış oluyordu). Eğer ülke gerekli önlemleri almayı başaramazsa – ve Meksika açık bir hedefti – tüm yabancı yardım programlarının dışına itiliyordu. Daha kötüsü (özellikle Meksika için) ABD bu ülkelerin (IMF gibi) çok uluslu kalkınma bankalarından kredi almasına da karşı çıkıyordu.

Başkan de la Madrid (1982-1988) buna boyun eğerek, uyuşturucu kaçakçılığını Meksika’nın ulusal güvenliğine karşı tehlike ilan etti ve ordunun uyuşturucu karşıtı çabalardaki varlığını arttırdı. Çok az seçeneği vardı. Meksika tamamen ekonomik krize batmıştı. ABD onayı ve dolayısıyla krediye ulaşım ülke için mutlak gereklilikteydi. Bu boğuşma sırasında, de la Madrid ülkenin ekonomisi ve siyasetindeki değişimi başlattı, ülkedeki uyuşturucu işinde büyük sonuçları olacak bir dönüşümdü bu.

MEKSİKA'DA KRİZ
1970'lerin ortasında ABD, durgunluk sorununa enflasyonu da ekledi, OPEC’in petrol fiyatlarını arttırmaktaki başarısı kaynaklıydı bu. Federal Rezerv Bankası, başkanı Paul Volcker’in önderliğinde enflasyonu düşürmek için faiz oranlarını arttırmaya başladı, sonunda oranı %12’den %21’e çıkardı. 1980 olduğunda, bu çok daha derin bir sonuca yol açmıştı, enflasyonu düşürmüştü ancak işsizliği 1930'lardaki Büyük Buhran’dan beri görülmeyen seviyelere çıkartmıştı.

Volcker’in inşa ettiği durgunluk, Meksika’da daha da derin bir zarara sebep oldu, faiz oranları arttıkça Meksika’nın kısa dönemli borçları neredeyse iki katına çıktı. 1982 geldiğinde sadece faiz oranlarını ödemek yılda 8 milyar doları gerektiriyordu. Daha da kötüsü, harcamalar arttıkça, petrol fiyatları da yükselmişti.

Meksika, artık faiz ödemeyeceğini açıkladı. ABD bankaları bundan korktu. 13 büyük banka, Meksika eğer bunu yapsaydı 60 milyar dolar kaybetmekle karşı karşıya kalıyordu – toplam sermayelerinin %48’iydi bu. Eğer Meksika düşseydi, peşinden Latin Amerika ülkelerinin çoğu da düşerdi, tüm uluslararası finans sistemini çökertirdi bu. ABD, bu sebeple milyar dolarlık borç ve kredi paketleri hazırladı ve resmi olmayan bir moratoryum gerçekleştirdi.

EMPERYALİZM, MEKSİKA'YI 'KURTARIYOR'
Dünya Bankası ve IMF, Meksika’ya acil durum kredileri vererek ABD bankalarına ödeme yapmaya başlamasını sağladı, onları kendi umursamazlıklarından kurtardı. Bu kurumlar New York’taki 1975 mali krizinde ilk kez denenen modeli uygulayarak Meksika’ya “yapısal ayarlamalar” dayattılar. Borç verenler kamu hizmetlerinin özelleştirilmesini, hükümetin toplumsal programlarındaki kesintileri ve ülkenin yabancı yatırımına daha da açılmasını talep ederek ülkeyi insafsızca artan borç ve faiz ödemelerine itti. Bunların hepsine ideolojik parlatmalar da yapıldı, eski sloganlar canlandırılarak “neoliberalizm” olarak paketlenen, pazarın devlete içkin üstünlüğü gibi şeyler söylendi.

Bu emirleri gerçekleştirmek ilk olarak Başkan de la Madrid’e ardından da yerine geçen Carlos Salinas de Gortari’ye (1988-1994) düştü. İkisi de devlet aygıtının Meksika işletmelerine yük olduğunu ve Partido Revolucionario Institucional (PRI) tarafından miras alınan ideolojiyle beraber çöpe atılması gerektiğini düşünüyordu. Yapısal ayarlamalar özelleştirmeyi teşvik etti, ülkeyi yabancı yatırıma açtı ve tarım sektörünü ihracat odaklı hale getirdi.

NEOLİBERALİZMİN PENÇESİNDE MEKSİKA
1980'ler la Decada Perdida yani “kayıp on yıl” olarak hatırlanacaktı, 800 bin iş buharlaştı ve mülksüzleştirilen çiftçiler şehir merkezlerine akın etti. Salinas politikalarını sürdürdü, büyük kamu teşebbüslerini kelepir fiyatlara sattı. Bu süreç yeni bir Meksikalı zengin sınıfı yarattı. 1987’de Forbes’in milyarderler listesinde bir Meksikalı vardı. Salinas 1994’de görevden ayrıldığında bu sayı 24 olmuştu.

Emekçiler bunun tam tersine yıkıma uğradı. Kamu girişimleri özelleştirildiğinde, kolektif anlaşmaları bitirildi, yardımlar kaldırıldı “esnek” çalışma kuralları dayatıldı. Salinas partiyi uzun zamandır yakın olduğu sendikalardan uzaklaştırdı ve daha militan oluşumlara karşı da bir dizi saldırı emri verdi. Aynı zamanda temel gıda maddelerinin fiyatını düşük tutan devlet yardımları birdenbire kaldırıldı. Sütün, ekmeğin, petrolün, elektriğin ve toplu taşımanın bedeli maaşların indiği anla birlikte katlandı. Temel toplumsal hizmetlerin sağlanması benzer şekilde kesildi ve daha az sayıda insan ücretsiz sağlık hizmeti ve eğitime ulaşım sağlayabilir hale geldi.

TARIMDA ÖZEL MÜLKİYETİN EGEMENLİĞİ
Neoliberal saldırı özellikle tarım emeği için yıkıcı oldu, Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması (NAFTA) da (Salinas, George H.W. Bush ile pazarlık yapmıştı ve Bill Clinton zamanında da uygulamaya kondu) bunun bir sebebiydi. ABD’nin anlaşması için temel bir şartı Meksika’nın Anayasa’nın 27. Maddesindeki devrimin büyük bir kazanımı olan maddenin kaldırılmasıydı. Komünal toprak (ejido) artık bölünebilecek ve özel mülke çevrilebilecekti. Temel tarım ürünlerindeki fiyat denetimleri kaldırıldı. Tarım ürünlerinin ihracatındaki kotalar ve gümrük vergileri de kaldırıldı. Küçük ölçekli çiftçilere verilen destekler sona erdirildi.

Eşit ticarete yol açacağı varsayılan bu adımlar hiç de eşit olmayan ABD tarımının binlerce Meksikalı çiftçiyi pazarın dışına itmesine sebep oldu. Mısırın fiyatı NAFTA anlaşmasının ardından yarıya indi ve yoksulluk içerisinde yaşayan çiftçilerin sayısı 3’de 1 arttı. NAFTA’nın getirilmesinin 6 yıl ardından, iki milyon çiftçi topraklarını terk etti. Kırsaldaki kulübelerinden Mexico City’nin çoğalan gecekondu mahallelerine akın ettiler; Tijuana ve Ciudad Juarez’in varoşlarındaki maquiladoraslarda (sınırdaki montaj fabrikaları) çalışmaya geldiler; ve ABD’ye gittiler.

UYUŞTURUCU SEKTÖRÜNDE DEĞİŞİM
Kriz uyuşturucu endüstrisini değiştirmişti. Aslında Salinas ve Zedillo (1989-2000) zamanındaki devasa siyasi, ekonomik ve ideolojik değişimleri ve ondan öncesindeki PRI yönetimindeki devleti anlamadan uyuşturucu işindeki büyük değişimleri anlamak imkansızdır.

Desteğin bitmesiyle kendilerine bakamayan çiftçiler ve ABD tarım şirketleriyle rekabetin başlaması esrar ve afyon ticaretini topraktan geçinmenin tek yolu haline getirdi. Şehirdeki işsizler ordusu kartellere asker sağlayabilecekleri derin bir havuz sağladı ve acınası maaşlar alan (ve kaçınılmaz olarak yolsuzlaşabilen) polis ile ordu onların çıkarlarını koruyacak gücü sağladı. Günlük suçun yaygınlaşması – buna yerel polis güçlerinin hızla çürümesi ve yozlaşması yardımcı olmuştu- sivil toplumu ahlaksızlaştırdı ve daha büyük suç çeşitlerinin artmasına yol açtı.

Serbest ticaretin benimsenmesi ve Meksika ekonomisinin ABD’ninkine derinden entegrasyonu sınır ticaretini büyük oranda arttırdı, uyuşturucuyu kuzeye doğru akan mallara yerleştirmeyi kolaylaştırdı. Bazı NAFTA kuralları özellikle yardımcı oluyordu: çünkü sınırdaki imalathaneler gümrük kapsamında değildi ve sadece asgari düzeyde denetleniyorlardı, Meksikalı kaçakçılar böyle fabrikaları satın alıp onları kokain yollarken paravan olarak kullandılar.

Uyuşturucu ticareti eskiden PRI’ın korporatist devletine dahildi. Bu sebeple bir derece düzenleyici denetime tabiydi ve resmi olmayan bir şekilde vergilendiriliyordu, karşılığında da fiili olarak kaçakçılık lisansı veriliyordu (plaza sistemi). Devletin bu korporatizm biçimini terk etmesi örgütlü suç şebekelerinin bağımsızca büyümesine ve güçlenmesine katkıda bulundu.

AYNI ANDA HEM MİLYONER, HEM GANGSTER
Zenginliğin ve girişimciliğin övülmesi, uyuşturucu satan işadamlarının toplumsal konumunun güçlendiği bir kültürel çevre yarattı. Eski Sovyetler Birliği’nde ve diğer post-komünist rejimlerde olduğu gibi, neoliberal şok tedavisi aynı anda milyonerler ve gangsterler yarattı, Forbes’in aynı listeye dahil ettiği bir ikilikti bu.   

Devletin zayıflaması ve “serbest girişim” yüceltmeleri özel sektöre otorite ve meşruluk kazandırırken, artık sektörde uyuşturucu tüccarları anahtar oyunculardı. Peter Watt ve Roberto Zepeda’nın söylediği gibi, neoliberaller kârın birikimini toplumsal refahın üzerine koymuşlardı, acımasız rekabeti işbirliğinden daha çok önemsemişlerdi ve zenginlik ile özel mülkiyetin kutsanması toplumun ve medeni sorumlulukların önüne geçmişti. Bunların hepsi serbest pazar ideolojisinin köşe taşları ve rehber ilkeleriydi ve suç şebekelerinin de hakim ideolojisini oluşturdular.

KURŞUN YA DA GÜMÜŞ
Göreve gelmesinden 7 ay sonra deneyimli uyuşturucu savaşcısı George H.W. Bush, ilk televizyon konuşmasında ulusa seslenirken “Hepimiz bugün en büyük ulusal tehlikenin uyuşturucu olduğunu kabul ediyoruz.” dedi. Buna askeri bir cevap verilmesi için milyarlarca dolar harcanmasını önerdi, Salinas buna onay verdi. Karşılıklı olarak sınırı gözetleyecek Kuzey Sınır Cevap Timi ve ABD Uyuşturucu ile Mücadele Dairesi benzeri Ulusal Uyuşturucu Mücadele Enstitüsü (INCD) kurulmasını onayladı. Bunun yanında ABD Hava Uyarı ve Denetim Sistemi (AWACS) uçaklarının Meksika havasahasında uçmasına ve uyuşturucu kaçakçılığını denetlemesine izin verdi.

Bush’un özel istekleri de vardı: Salinas’ın ona Miguel Angel Felix Gallardo’nun, Guadalajara Karteli’nin liderinin kafasını getirmesini istiyordu. Bu kilit isim basitçe yakalandı ve Bush, Meksika’nın uyuşturucu denetim çabasında tam işbirliği yaptığını onaylayarak, Felix Gallardo’nun yakalanmasını övdü.

KARTEL ÖLDÜ, YAŞASIN YENİ KARTEL
Ancak Guadalajara Karteli’nin başının kesilmesi- merkezi bir düzenleyici gangster rejimi PRI devletini desteklemişti- “serbest pazar”ın yolunu açtı. Suç sektörünün sonuçları neoliberal projenin ekonomiye verdiği zarardan çok daha yıkıcı olacaktı.

Başlangıçta ilk kartelin yöneticileri temel kurallar koymayı denemişti. Felix Gallardo’nun 1989’da tutuklanmasının ardından onun altındaki yöneticiler Acapulco şehrinde bir gangster zirvesi yaptılar. Katılanların neredeyse tümü eski Sinaloa uyuşturucu çetesinin üyesiydi, evlilik, arkadaşlık ya da iş bağlarıyla sıkı sıkıya bağlıydılar. Üretimi ve ABD pazarına giden yolları bölgelere ayırdılar ve kendilerini kapatılmış olan DFS plazalarıyla ödüllendirdiler.

Sonuçta, yeni örgütlenmelere karteller denildi, bu yanıltıcıydı çünkü aslında onlar kartelin bitmesinin sonucuydular – kartelsizleşmenin yan ürünüydüler – ve çoğu eski Guadalajara üçlüsünün varisleri ya da bağlantılarıyla doluydu.

KARTEL-DEVLET İLİŞKİSİ DEĞİŞİYOR
1990'lar başladıkça, tüm Meksikalı kaçakçılar zenginleşti. Artık egemen devlet ve ona tabi olan hırsız arasındaki eski ilişkinin sürdürülmesi imkansızdı. Kokain ticaretinin artmasıyla, kartel karları göklere çıktı ve artık rüşvete ayırabildikleri bütçeyle dayanılmaz teklifler yapabiliyorlardı – şiddet tehditleriyle birleştiğinde daha da reddedilemez teklifler, plorno o plata (“kurşun mu gümüş mü”) formülünde olduğu gibi: parayı al ya da öl. Neoliberal doktrinin emrettiği gibi, devlet denetimi kenara atılmıştı ve özelleştirilmiş bir rejim onun yerini aldı, kamu görevlileri teker teker ayartılıyordu.

Başkan Ernesto Zedillo, partinin düştüğü tehlikenin farkında olarak kendi döneminde (1994-2000) birtakım reformlar yapmayı denedi. Askerin rolünü arttırdı, Bill Clinton’ın atadığı, yeni emekli olmuş 4 yıldızlı bir general olan uyuşturucu çarı Barry McCaffrey tarafından teşvik edilen bir yöntemdi bu. Caffrey’nin eski görevi ABD Güney Komutanlığı idi. ABD ile ilişkileri iyi tutmak için Zedillo buna uydu. Silahlı kuvvetlerin katılımını tek tük temizleme programlarından çıkarıp kayda değer ölçüde arttıran bir beş yıllık plan hazırladı (Uyuşturucunun Denetimi için Ulusal Program).

ORDU KARTELLERİN SAFINA GEÇİYOR
PRI devletinin militarizasyonu seçtiği gibi, kuzeydoğudaki hakim kaçakçı durumunda olan Gulf Karteli de bu yönde seçim yaptı. 1998’de karteller arası savaş döneminin ardından, Osiel Cardenas Guillen tepeye olan yolculuğunda öldürüldü. Cardenas Guillen, Praetorian Muhafızları’nı kurmak istiyordu. Meksika’nın Yeşil Bereliler’e eşdeğer olan elit ordu timi Grupo Aeromovil de Fuerzas Especiales (GAFE) komutanı Arturo Guzman Decena’dan yardım istedi. GAFE’ye isyan karşıtı eğitim verilmişti ve Başkan Salinas tarafından Zapatistaları yok etmek için yollanmışlardı. Guzman Decena kışlayı tamamen terk etti ve Cardenas Guillen’e çalışmaya başladı.

Ona 30 civarı GAFE askeri getirdi ve bununla beraber ordunun en gelişmiş silahlarını ve gözetim ekipmanlarını verdi. Kısa zamanda güvenlik görevlerinin dışına çıkarak Gulf Karteli’nin paralı asker ordusu oldular ve kendilerine Los Zetas demeye başladılar.

KARTEL SAVAŞLARI
Aynı zamanda batı ve merkez eyaletlerde, Guadalajara Karteli’nin parçalanmasıyla çıkan örgütler vardı – Sinoloa, Juarez ve Arellano Felix kartelleri- bunlar birbirlerine düşmüşlerdi. Şimdi sokaklarda yüzlerce kişinin öldürülmesi, işkence görmesi ve kaybolmasıyla kan akıyordu. Başlangıçta Ciudad Juarez ve Tijuana temel savaş alanlarıydı ancak savaş komşu eyaletlere de sıçramıştı.

Aynı zamanda merkezi bir düzenleyici rejimi yerini yeraltı suç dünyasında kaotik bir rekabete bıraktı, merkezi tek parti rejiminin yerini de siyaset dünyasında rekabet eden partiler sistemi aldı.

'DEĞİŞİM'
2000'lerde Meksikalı seçmenler yeni bir yüz arıyordu ve Ulusal Eylem Partisi (PAN) bunu sağlamıştı. Vicente Fox, sağ kanattaki partiden geliyordu ancak katı bir ideolog ya da militan bir Katolik değildi. Bir aile çiftliğinde büyüyerek, üniversitede işletme okumuştu, Harvard Business School’da da eğitim almıştı ve Meksika ve Latin Amerika’da Coca-Cola’nın başkanlığına kadar yükselmişti. Fox, doğrudan ve halktan biriydi. Onun kişiliği değişim vadediyordu. 2 Temmuz 2000’de merkez sol koalisyonun desteğiyle başkanlığı kazandı.

Başkan Vicente Fox’un yönetimi 1 Aralık 2000’de başladı. Üç hafta sonra 22 Aralık’ta Tijuana’ya gitti ve Arellano Felix Örgütü’ne karşı savaş ilan etti. Fox, Arellano Felix kardeşleri hedef listesinin başına koydu çünkü onlar uyuşturucu baronlarıydı, ABD Sekizlisi tarafından “en çok aranan” onlardı, Kardeşler, DEA ve FBI ile yakından çalışan uyuşturucu karşıtı savcı Pepe Patino’yu tutuklamıştı. Ona işkence yaparak vücudundaki tüm kemikleri kırmışlar ve kafatasını ezerek yavaşça öldürmüşlerdi. Bu ABD güvenlik güçlerini tahrik etti.

BUSH'UN İTİRAFI
Fox, istenenleri yapmaya hevesliydi, özellikle başka bir kovboy botlu açık sözlü, zengin çiftçi ve eski vali olan eski dostu George W. Bush, başkanlığının (2001-2009) ilk gezisini Meksika’ya yapmaya yapmayı kabul etmişti. Fox’un taleplerle dolu bir takvimi vardı, özellikle de sınırın açılması ve ABD’de 3,5 milyon belgesiz çalışan Meksikalının yasal statü almasıyla ilgili. Suç karşıtı olduğundan da emin olunmasını istiyordu. Ancak utandırıcı bir şekilde, bir hafta sonra, Bush ile yüzyüze görüşmesinin arifesinde Sinalao Karteli’nden El Chapo Guzman hapisten kaçtı.

Bir hafta ardından Fox, El Chapo’nun Sinaloa’sının hakim olduğu Culiacan’a gitti ve Tijuana’daki meydan okumasını tekrarlayarak ülkedeki gerilimi arttırdı. “Cruzada Nacional contra el Narcotrafico y el Crimen Organizado” duyurusu yaptı, “uyuşturucu kaçakçılarına ve tehlikeli suç mafyalarına karşı amansız bir savaş”.

Zorlu görüşmeler anlık ihtiyaçları karşılamaya yeterliydi. Bush, Şubatta geldiğinde Fox’un kaçakçılarla savaşına güvendiğini belirtti ve hatta alışıldık olmayan bir açık sözlülükle bariz ve rahatsız edici gerçeği açıkladı. Meksikalılar sınırın kuzeyine uyuşturucu satabiliyordu çünkü Amerikalılar onları satın alıyordu.

MEKSİKO SEGURO VE AMERİKA'NIN DEMİR NEHRİ
Ancak Fox Eylül 2001’de Beyaz Saray’ı ziyaret ettiğinde – Bush’a yapılan ilk devlet ziyaretiydi bu- açık kollar ve boş ellerle karşılandı. Dot com balonu patlamıştı ve ABD, NAFTA üyesi Meksika’yı da peşinden götürerek durgunluğa gitmişti. Fox’un kongreye hitabından beş gün sonra İkiz Kuleler yıkıldı ve onun daha açık bir sınır için çağrısı anında reddedildi.

Daha kötüsü, Fox, Bush’un teröre karşı küresel savaşına sadakatle desteğini sundu, 2 bin mil uzunluğundaki sınırda operasyonlar başladı. Bu Meksika kırsalındaki krizi daha da arttırdı, sınırda iş bulmak zorlaştı ve güneydeki insanların yaşamını sürdürmesini sağlayan kuzeyden yollanan paralar da kesildi.

Uyuşturucu savaşında işbirliği Meksika-ABD ilişkilerinde daha da merkezi bir yer aldı. Fox kısa zamanda seçim öncesi yemininden geri adım attı ve yolsuzluğu engellemek için orduyu uyuşturucu savaşından geri çekti. Meksika’nın orduyu ulusal savunma dışında kullanmayı yasaklayan yasasına uyacağını söyledi. ABD, Fox’un 2001’de gangsterleri koruyan generalleri tutuklamasına rağmen Meksika ordusunu devletin en güvenilir kuvveti olarak görüyordu.

ABD destekli strateji hızlı sonuçlar veriyor gibi gözüküyordu. 10 Şubat 2002’de, Ramon Arellano Felix öldürüldü ve bunun bir ay ardından Benjamin Arellano Felix yakalandı. Tijuanos bölgesi diğer uyuşturucu çetelerinin eline geçti, özellikle de Sinaloa’nın. Kasım 2001’de Cuernavaca’da bir zirve gerçekleştirdiler. Yeniden şekillenen Federasyon, Nuevo Laredo merkezli doğu plazasının genişletilmesi için planları tartıştı, burası Gulf Karteli’nin tekelindeki yeni ve kırılgan bir sınır geçişi sağlıyordu. NAFTA sebebiyle artan taşıma araçları ve kargo kamyonları da ABD’ye giden uyuşturucu ağını besliyordu.

Federasyon işgal kararı aldı.

2003’deki ilk çatışmalardan beri, Nuevo Laredo sokaklarındaki kavgalar 2005’e kadar yavaşça artarak görkemli savaşlara dönüşmüştü, giderek daha gelişmiş ve ölümcül silahlar yaygın olarak kullanılıyordu. Temmuz’da rakipler makineli silahları ve roket atarları kullanmaya başladığında, ABD konsolosluğunu kapattı.

Yeni ölümcüllük seviyesi ABD’lileri sarstı, ancak güneye doğru akan silah ticaretinin demir nehri ABD silah endüstrisi ve Cumhuriyetçi Parti’nin güçlü sağ kanadı sayesinde gerçekleşiyordu ve onları şaşırtmamalıydı. Clinton Yönetimi zamanında güneye doğru bir akış başlamıştı, 1994 Kongresi yarı otomatik saldırı silahlarının üretimine yasak getirmişti. 2004’de kalkması gerekse de (Başkan Bush da dahil) ülkenin 3’de 2’si yasağı uzatmayı savunuyordu. National Rifle Association ve sağ kanat Texas kongre üyesi Tom DeLay bu uzatmayı durdurdu. Bundan memnun olan NRA, DeLay’i 2005’deki yıllık toplantılarına çağırdı ve DeLay kürsüye geldiğinde bunun “kariyerinin zirvesi” olduğunu söyledi.

KANLI SAVAŞ
Yasağın kaldırılması güneydeki güçlü silahların artmasına sebep oldu, güçlü silahlar Nuevo Laredo’da ortaya çıktığı sıradaydı bu – uyuşturucu çetelerinin favorileri AK-47 Kalaşnikof (cuerno de chivo yani “keçi boynuzu” olarak biliniyordu bu silah), AR-15 (Colt tarafından üretilen M16’nın sivil versiyonu) ve .50 kalibrelik zırh delici Barett keskin nişancı tüfeği tüm profesyonel suikastçiler tarafından makineli silahlarla, parça tesirli el bombalarıyla, pompalılar, polis öldüren tabancalar ve benzerleriyle beraber tercih ediliyordu.

Yüksek miktarda mermi atılması yalnızca oradan geçen yüzlerce sivilin ölmesine sebep olmadı, güçlenen cephanelik – Meksika Ordusu’nunkiyle kıyaslanabilirdi – devlet otoritelerine karşı gelebilmelerine de sebep oldu. 2005’de yedi polis amirine Nueva Laredo’da pusu kuruldu ve öldürüldüler. Onların pozisyonları bir baskı dükkanı sahibi 8 Haziran 2005’de göreve gelene kadar boş kaldı. Altı saat içinde AR-15 kullanan Zetas üyeleri onu da kurşunladılar.

ETKİSİZ ÖNLEMLER
Son katliam, ABD vatandaşlarının öldürülmesi ve kaçırılması endişesiyle ABD elçisinden gelen baskıyla da beraber Fox rejiminin önlemleri arttırmasına sebep oldu. Fox ortak bir asker ve polis timi kurdu, Mexico Seguro (Güvenli Meksika) isimli programın arkasındaki güç bu tim oldu. 11 Haziran 2005’de Fox 600 Federal Soruşturma Ajansı ve Federal Önleyici Polis üyesini GAFE (Meksika ordusunun özel kuvvetleri) üyeleriyle beraber Nuevo Laredo’ya yolladı. Gulf Karteli’nden para alan yerel polisin saldırısıyla karşılandılar. Federal otoriteler bölgedeki polis yetkililerin üçte birini uyuşturucu kaçakçılarıyla bağları sebebiyle kovdular, geriye kalanını açığa aldılar ve onların yerine federal kuvvetleri koydular. Bunun devam eden olaylara hiçbir etkisi olmadı.

Dahası, büyük karteller onlara karşı yollanan federal güçlere karşı daha da büyük etkiye sahipti. Bazı askerler korku sebebiyle kaçıyorlardı, diğerleri daha iyi tekliflerin cazibesine kapılıyorlardı. Los Zetas’ın başarısı askeri becerilerini karanlık tarafa taşıyanları arttırdı, özellikle de çok düşük maaşlar, zor hayat koşullar ve komutanlar tarafından kışlada aşağılanma bunu arttırdı.

2000 ve 2006 arasında 123,218 kişi güvenlik güçlerini terk etti, Fox göreve geldiğindeki 185,143 kişinin 3’de 2’siydi bu, ancak çoğunun yerine yenileri alındı. Bu moral bozucu koşullar Fox yönetimininin sonunu getirdi.

İKİ MEKSİKA YÜZLEŞİYOR
PAN, çoğu kişiyi şaşırtarak az tanınan bir avukatı, Felipe Calderon’u aday gösterdi, Meksika’da ekonomi yüksek lisansı yapmasının yanında Harvard’s Kennedy School of Government’da da kamu yönetimi eğitimi almıştı. Baş rakibi Andres Manuel Lopez Obrador’du. PDR adayı olarak, Obrador’un sloganı “Herkesin İyiliği İçin, Önce Yoksullar” idi, zenginlere uygulanan vergiyi arttırma ve fakirlerin kaynaklarını yükseltmeye atfediyordu.

Sonunda iki farklı ancak çakışan Meksika yüzleşti, biri toplumsal olarak muhafazakar, öbürüyse liberaldi; birisinin kökleri endüstriyel kuzeyde, diğerininse ülkedeki yoksulların yaşadığı merkez ve güney eyaletlerdeydi; biri devlet faaliyetini savunurken, diğeri pazarın büyüsünden yanaydı.

Tüm adaylar söylemlerinde dikkat çekici şekilde tedbirliydi, belirli karteller hakkında konuşmuyor, gangsterlerin öfkesini çekmiyorlardı. Calderon üstü kapalı şekilde “Tijuana, Nuevo Laredo ya da Acapulco gibi şehirleri kanser toplumumuzu yemeden” kurtarmaktan bahsetti. Yasal sistemin değişmesi, polis kuvvetlerinin merkezileştirilmesi, yakalanan uyuşturucu baronlarının ABD’ye yollanması ve insan kaçırmaktan hüküm giyenlere ömür boyu hapis cezası verilmesi gibi vaatlerde bulundu.

Lopez Obrador, işlerin yaratılmasının ve fakirliğin azaltılmasının suçun düşmesinin tek yolu olduğunu savunuyordu – “Hapishaneler ve sert tehditlerle daha sıkı yasalarla ilerleme kaydedilebileceğini düşünmüyorum” diyordu, ancak Sol’un ordu düşmanı geleneğini de bitirerek ordunun uyuşturucu ticaretiyle mücadelede kartellerin iyi silahlanmış olması sebebiyle daha çok rol oynamasını istiyordu.

2 Temmuz’da seçim günü geldiğinde çarpışan güçler oylarında da fikirlerindeki kadar ayrışmıştılar. Calderon oyların %35.90’unu alıren Lopez Obrador %35.33’ünü aldı. PRI’dan Madrazo %22 oyla üçüncü oldu.

SEÇİM KAVGASI
Lopez Obrador kuvvetleri, birtakım düzensizliklere işaret ederek Calderon’un oylarının hile ile alındığını ve Obrador’un gerçek başkan olduğunu iddia ettiler. Temmuz ve Ağustos boyunca Lopez Obrador taraftarları Avenida Reforma gibi anayolları kapattılar ve Meksiko’nun merkezindeki plaza olan Zocalo’da büyük bir kamp kurdular. Ancak kısmi sayımlar tekrar yapıldıktan sonra Federal Seçim Kurulu, Calderon’un kazandığını açıkladı. Protestolar devam etti ve 1 Aralık’ta Calderon, San Lazaro’daki Seçim Sarayı’na yemin etmeye geldiğinde her yer tımarhaneye dönmüştü.

Calderon’un başa gelmesinin koşulları o kadar kaotikti ki Calderon’un yaptığı basın toplantısına çok az dikkat edildi. Güvenlik kabinesinin üyelerini duyurmasıyla beraber Calderon’un açıklaması ulusal tartışmaya boma gibi düştü. Uyuşturucuya karşı savaş duyurusu yapıyordu, “uyuşturucu kaçakçılığına ve örgütlü suça karşı, vakit, para ve hatta hayatlar alacak bir savaş.”

UYUŞTURUCU EKONOMİSİNİN SESSİZ DESTEĞİ
On gün sonra 11 Aralık 2006’da, çeşitli federal kuvvetlerden (ordu, donanma ve federal polis) derlenmiş 5 bin 300 kişilik silahlı kuvvet, Meksiko’nun batısındaki Michoacan eyaletine geldi. Temmuz ve Aralık arasında kapalı kapılar arkasında kararlaştırılmış bir girişimdi bu. Uyuşturucuya karşı savaşın son tekrarı gerçekleşiyordu.

Pek çok Meksikalı bu gelişme karşısında sersemlemişti. Calderon’un seçim kampanyasında savaşa dair ufak şeyler vardı. Ancak Ekim ayında, Beyaz Saray’da Bush ile ilk kez yüz yüze görüşmesinde başkan silah ve para vermeye söz vermişti. ABD başkanının hevesli desteğini almıştı – bu belki de 3 yıl önce Bush’un kendi “seçime karşı savaş”ını gerçekleştirdiği düşünüldüğünde şaşırtıcı değildir. Dört ay sonra Mart 2007’de Meksiko, Merida’da gerçekleşen başkanlık görüşmesinde liderler silah, istihbarat ekipmanı ve eğitim içeren milyar dolarlık ABD yardımının koşullarını kararlaştırdılar.

Ancak Calderon destek için adımlar atarken, emri altındaki Meksika silahlı kuvvetlerinin zayıflığını kavramamıştı, düşmanının gücü hakkında da fikri yoktu. Şiddet araçlarından daha da zayıfı ise adalet kurumlarıydı. Adalet sistemi kötü bir şaka gibiydi, yolsuzluk inanılır boyutların dışındaydı, sistem çok verimsizdi, suçluların hüküm giyme oranları 0’a yakındı, hapishaneler mahkumların kontrolündeydi ve çıkmak çok kolaydı.

KARTELLERİN GÜCÜ
Bir de düşmanın gücü vardı, daha iyi olduğu söylenebilirdi. Sadece kartellerin ABD tarafından sağlanan silahlı gücünden ibaret değildi bu – Calderon bu konuya hakimdi ve ABD’ye tekrar tekrar halka açık olarak ve sonuç alamadan saldırı silahlarını yeniden yasaklama çağrısı yapıyordu. Ancak Calderon’un anlamadığı şey uyuşturucu işinin ne kadar kök saldığıydı, yüz binlerce köylü başka alternatif olmaksızın uyuşturucu ekonomisine bağımlı olmuştu. Belki de onun için bu sessiz destekle yüzleşmek çok zordu, çünkü o zaman kırsal kesimdeki büyük krizle yüzleşmesi gerekirdi ve NAFTA’nın rolü düşünüldüğünde bunu yaratan neoliberal projeyle de.

Calderon ve partisi NAFTA yanlısıydı, yeni düzenden çıkar sağlayan hatırı sayılır sayıda Meksikalıdan destek alıyorlardı. 2006 oylamasının istatistikleri PAN desteğinin orantısız olarak kuzeydeki endüstri ve hizmet sektörlerinden geldiğini gösteriyordu, orta ve üst sınıflardan, kendini Katolik olarak tanımlayanlardan. AMLO ise çiftçilerden, güneylilerden ve fakir seçmenden oy alıyordu, PRI adayı Madrazo bu sektörlerde hala daha çok oy alsa bile.  

NEOLİBERALİZM BİTMEDEN, KARTELLER BİTER Mİ?
Calderon, yoksullukla mücadeleden söz etmişti ancak bunun yolunun neoliberal projeyi sürdürmek olduğuna, ülkeyi ilave uluslararası sermayeye açmak olduğuna ve endüstriyel sektörü ABD tarımıyla rekabet edemeyen çiftçilere yetecek kadar büyütmek olduğuna inanıyordu. Yeni bir Meksika böylece barış içinde eskisinin yerine geçebilirdi. Uyuşturucu işinin, Nuevo Laredo ve Ciudad Juarez’den otomobil ve elektronik taşıyan kamyonlarla kuzeye yollanan kargoların kendisinin de Yeni Meksika’nın parçası olduğunu anlamıyordu. Yoksul köylüler uyuşturucu ekonomisine dahil oluyordu – yetiştirici, tetikçi, paketçi, sürücü, muhafız ve torbacı olarak çalışıyorlardı. Pek çok kırsal köy uyuşturucu ticaretinden gelen karla “modernleşiyordu”, yeni statükoda payları vardı ve bunu korumak için savaşırlardı.

Calderon’da Meksika’nın uyuşturucu ekonomisi ve ülkenin finansal, ticari ve endüstriyel altyapısı arasındaki ilişkiyle mücadele etmeye hazır değildi. (Çok ılımlı ve zayıf olarak uygulanan) kara para aklamayla ilgili bazı yasaların geçişini başarabilse de, her yıl ABD’den gelen uyuşturucu paralarından milyarlarca dolar kazanan bankacılık sistemiyle ve bu sistemin büyümesine yardımcı olduğu taşımacılık, oteller, güvenlik, hayvan çiftlikleri, kayıt firmaları ve film şirketleri gibi “modern” sektörlerle asla tamamen yüzleşemedi.

2009’da, yönetiminin yarısındayken, Meksikalı gangsterlere her yıl gelen 30 milyar dolar, 36 milyar dolarlık petrol ihracatına yaklaşmıştı ve göçmen Meksikalı işçilerden ve tarım işçilerinden gelen 22.1 milyar doları, turizmden gelen 11.3 milyar doları aşıyordu. Kendi altında çalışanların şimdi yıkmaya çalıştığı uyuşturucu düzeniyle ne kadar iç içe olduğunu asla tam olarak anlamamıştı.

Kartelleri yıkmak için süregelen ABD destekli seferberlik, karşılıklı politikalarla da beraber, kartellerin büyümesine izin verdi, şimdi de Meksika halkının üzerine çöken dünya çapında bir felaketi serbest bırakıyor. Buna “Meksika Uyuşturucu Savaşı” dense de, bu afetin iki ortağı vardır.