Lübnan’da neler oluyor?

Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta çöplerin toplanmaması nedeniyle bir süredir devam eden huzursuzluk, hükümet karşıtı gösterilere dönüştü. Protestolardaki şiddet olaylarında siyasi partiler birbirini suçlarken, İran-Suudi çekişmesinin gölgesi ile birlikte mezhepçi ve yolsuz siyasi sistemin biriktirdiği öfke de işleri karmaşıklaştırıyor.

Erman Çete

Lübnan’daki son protestoların çıkış nedeni olarak görülen “çöp” sorunu, aslında yeni başlamadı. Naame çöp toplama sahasının kapatılması, ilk kez 2014 yılının Ocak ayında gündeme geldi. 1996 yılında çöp sorununa geçici bir çözüm olarak açılan Naame, Beyrut’un 18 kilometre kadar güneyinde; ancak bölgede yaşayanlar ve kimi aktivistler, aşırı kapasite ve çevresel riskler nedeniyle yetkililerden Naame’yi kapatmasını talep etti.

O dönem, sahaya giden çöp kamyonları engellendi. Yetkililer, konuyu gündeme alma karşılığında sahanın 1 yıl daha faaliyette kalmasını önerdi. Gerçekten de 1 yıl sessiz geçti, ancak bu yılın başında çöp kamyonları yine engellenmeye başladı. Eylemciler, aşırı çöp akışı ve çöplerin uygun bir şekilde değerlendirilmemesi nedeniyle sağlık riski oluştuğunu söylediler.

Hükümet yine konuyla ilgilenme sözü verdi. Naame 6 ay daha açık kalacak, bu sırada alternatif bir yol aranacaktı.

Ancak hükümet konu hakkında hiçbir adım atmadı ve çöp sahası 17 Temmuz’da kapatıldı. Böylece, günlü 3 bin ton çöpü olan Beyrut ve Lübnan Dağı bölgesinde sokaklarda çöpler birikmeye başladı.

Yaklaşık 20 yıldır “geçici” çöp toplama sahası olarak kullanılan Naame, Lübnan’daki siyasi krizi derinleştiren konuma böyle ulaştı.

EYLEMLER BAŞLIYOR
Beyrut’taki ilk çöp eylemleri de geçen hafta başlamadı. Naame kapatıldıktan hemen sonra, belki abartılı bir çeviriyle “Leş Koktunuz! (YouStink!)” adında bir grup kuruldu ve sokaklarda biriken çöplere ve yönetimin kayıtsızlığına karşı eylemlere başladı.

O dönemde de, örneğin 26 Temmuz’daki bir eylemde, El Cezire’ye konuşan bir eylemci, yalnızca çöplerin toplanmamasına değil, ülkedeki genel işlev bozukluğuna öfkeli olduğunu söylüyordu. Eylemci Atallah’a göre, Lübnan “siyaset sınıfı”, devamlı olarak yurttaşların sağlığını, refahını ve yurttaş haklarını görmezden geliyordu.

Beyrut’un çöplerini toplayan Sukleen isimli şirketin Naame’nin kapatılmasının ardından çöp toplamayı durdurması, Beyrutlu Hasan Ali’ye göre, kendilerinin “dizlerine kadar b.ka batmasına” sebep olmuştu.


23 Ağustos'ta yaşanan polis saldırısından bir kare.

POLİS ŞİDDETİ
Ancak eylemleri ulusal çapta yaygınlaştıran ve dünya kamuoyunun da gündemine sokan olay geçtiğimiz Cumartesi günü yaşandı.

Meclise ve başbakanlık binasına yakın Riyad el-Sulh Medyanı’nda toplanan ve geceyi burada geçirmek isteyen kalabalığa polis gaz bombaları ve plastik mermilerle saldırdı. Şehitler Meydanı’na çekilen kalabalığa burada da gerçek mermilerle saldırıldı. Bazı kaynaklar, örneğin NOW, Şehitler Meydanı’nda eylem yöneticilerinin kalabalığı dağıtmak istediğini ancak küçük bir grubun kalıp polisle çatıştığını öne sürdü.

Bununla birlikte, askerin açtığı ateşe ilişkin ilginç bir ayrıntı var. Riyad el-Sulh Meydanı’nda polisin saldırmasın ardından kalabalığın sığındığı Necme Meydanı, Lübnan ordusu tarafından korunuyor. Askerlerin ise, polisin sahip olduğu “öldürücü olmayan silahlar”a sahip olmadığı ve tehdit anında yalnızca gerçek silahlara başvurduğu söyleniyor.

Saldırı sırasında yurtdışında bulunan İçişleri Bakanı Muhammed Maşnuk, gerçek mermilerle ateş açan polisler hakkında işlem başlatılacağını açıkladı.

Ancak protestolar ertesi gün de devam etti. Son yıllarda Beyrut’ta toplanan en büyük kalabalık olduğu söylenen eylemciler yine Riyad el-Sulh Meydanı’nda toplandılar.

Pazar günü yaşananlara ilişkin Lübnanlıların farklı yorumları var. Örneğin Associated Press'e (AP) konuşan bazı eylemciler, barışçıl eylemlerin bazı radikal unsurlar tarafından kendi siyasi hedefleri için saptırıldığını belirtti. Bazı tanıklarsa, eylemin barışçıl devam ederken polisle çatışan bir grup nedeniyle dağıldığını ileri sürdüler.

Aynı gün, Trablusşam ve Nebatiye’de de eylemler yapıldı. En dikkat çekici olanı, Dahr el-Beydar’daki yol kesme eylemiydi. Bu eylem sırasında Beyrut-Şam anayolu kesildi ve eylemin Suudi destekli Gelecek Hareketi’nin milletvekilleri tarafından organize edildiği iddia edildi.


23 Ağustos günü yaşanan çatışmalardan bir kare.

‘RENKLİ DEVRİM’ Mİ?
Son iddia, özelde bizi Beyrut’ta yaşananların, genelde ise Lübnan’ın siyasi sahnesinin bölgesel ve uluslararası bağlantılarına getiriyor.

Örneğin Rus basınında, yer yer makul bir uyanıklığın ötesine geçen bir standart “renkli devrim” okuması yapıldı. Sputnik’te Andrew Korybko imzasıyla yayımlanan makalede, barışçıl eylemlerin bazı radikal gençlik unsurları tarafından şiddet içeren eylemlere dönüştürüldüğü, buna karşılık polisin saldırısının da “rejim değişikliği”ni meşrulaştıran bir harekete yol açtığı öne sürülüyor.

Yazara göre, Lübnan’daki siyasi sistemin kilitlenmesi ve bir “renkli devrim” girişimi ile birlikte, Rusya’nın Suriye’de “siyasi çözüm” için aldığı inisiyatif darbe alacak ve Hizbullah’ın Suriye’deki varlığı tartışmalı hale gelecek. Ayrıca Suriye yönetiminin iki hayat damarından birisi olan Şam-Beyrut yolunun kesilmesi (diğeri Şam-Lazkiye), Şam yönetimini yalnızca Lazkiye’ye bağımlı hale getirecek -ki, El Kaide bağlantılı Fetih Ordusu’nun Hama-Gab ve Lazkiye’ye saldırdığı biliniyor.

Sonuç olarak, Rus yazara göre Beyrut’taki protestolar stratejik nedenlerle dış güçler tarafından kullanılıyor ve “Leş Koktunuz!” grubu da bir renkli devrim örgütü.

Bu iddiayı destekleyen bir yazı, NOW’da Ana Maria Luca imzasıyla yayımlandı. Luca’nın aktardığına göre, “Leş Koktunuz!” protestocularının aklında, Ukrayna’daki turuncu devrime benzer bir oturma eylemi planı vardı.

SUUDİ YANLILARI NE DİYOR?
Sputnik’teki analiz aklımızın bir köşesinde dursun, ancak durum bundan ibaret değil. Örneğin, Suudi Arabistan’ın Lübnan’daki “ajanı” diyebileceğimiz Saad Hariri’nin Gelecek Hareketi’ne yakın medyası, eylemlerdeki şiddet olaylarından Emel Hareketi’ni (bazen de Hizbullah’ı) suçladı ve bu grupların protestoları kendi siyasi çıkarları için kullanmaya çalıştıklarını ileri sürdü.

Gelecek Hareketi’nin yayın organı El Müstakbel, eylemlerde polise saldırıyı başlatan gençlerin çoğunun Beyrut’taki Handak el-Ğamik bölgesinden geldiğini öne sürdü. Handak el-Ğamik, büyük oranda Emel Hareketi’ni destekliyor.


Beyrut'taki çöp dağlarından birisi.

Suudi yanlısı bir başka gazete, En-Nahar’sa, “Leş Koktunuz!” organizatörlerinden Emir Fakih’in, “Provokatörlerin çoğunu takip ettik ve bunların Emel Hareketi’ne mensup olduğunu tespit ettik” dediğini yazdı. İddiaya göre bu “provokatörler”, Lübnan Parlamentosu Sözcüsü ve Emel lideri Nabi Berri karşıtı sloganlardan “rahatsız olmuşlardı.”

Yine bir iddiaya göre, bu “provokatörler”in çoğu Zülfikar kolyesi takan ve “313” (Mehdi’yi, geri döndüğünde takip edecek 313 takipçisine atfen) dövmesine sahip kimselerdi. Bunların bazıları “sistemi devirme” sloganı atarken, bir tanesi “Allah, Nasrallah, Dahiye” sloganı atınca arkadaşları tarafından susturulmuştu.

Ancak Emel tarafından yapılan açıklamada, iddialar kesin bir dille yalanlandı ve bu haberleri yapan medya organları “profesyonel olmamakla”, “isyanı tahrik etmekle” suçlandı.

Bazı “Leş Koktunuz!” taraftarları ise, kendi arkadaşlarını mezhepçi gerilim yaratmakla ve eylemlere katılan bazı kimseleri “medeniyet görmemiş haydutlar” olarak damgalamakla suçladı.

NOW’ın “medya protestoları nasıl gördü” temalı haberinde ise ilginç bir iddia vardı. Buna göre, düşman kamplardaki El Menar TV ve Gelecek TV (Hariricilerin), Beyrut’ta yaşananları benzer şekilde görmüş ve ya “hiçbir şey olmuyor” ya da “yaralı polisler var” demişlerdi.

HİZBULLAH NE DİYOR?
Öte yandan, Lübnan’da orduyla birlikte en önemli silahlı güç olan ve Beyrut’ta çok sayıda destekçisi olan Hizbullah’ın konuyu nasıl değerlendireceği de merak konusuydu.

Hizbullah’ın eylemlere desteğini açıklaması ve konunun yolsuz siyasi sistemle bağlantılı olduğunu söylemesi, “renkli devrim” taraftarlarının “barışçıl gösterilerin çalınması” tezinin bu sefer Batı basınında dile getirilmesine neden oldu.

Başbakan Tammam Salim’in acil kabine toplantısına yaptığı çağrı, Hizbullah üyesi ve müttefiki bakanların çöp konusunda dönen tartışmaları “tiyatro” olarak nitelendirip toplantıdan çekilmesiyle birlikte boşa düştü.

Dün Hizbullah tarafından yapılan açıklamada, çöp krizinin son 20 yılın salgın halinde yayılan yolsuzluklarının bir sonucu olduğu vurgulandı. Hizbullah yurttaşların protesto etme hakkı olduğunu söyledi. Hizbullah’ın bu açıklamasına, En Nahar’ın verdiği tepki ise, örgütün “Leş Koktunuz!” eylemlerini “sömürmeye çalıştığı” şeklindeydi.


Eylemler sırasında yakılan bir polis arabası

KARMAŞIK SİYASİ DURUM: MESELE YALNIZCA ÇÖP DEĞİL
Zaten, protestoların bir renkli devrim olup olmadığı sorusunu biraz boşa düşüren konu, şu anda zaten Lübnan’da işleyen bir siyasi sistemin bulunmaması. Yaklaşık 1 yıldır Cumhurbaşkanı olmadan yönetilen Lübnan’da, geçici hükümet de uzun süredir çöküşün eşiğinde.

Lübnan’da 18 etnik, dini ve mezhepsel grup anayasal statüye sahip. Bunlar arasında Aleviler, Dürziler, Maruniler, Sünniler ve Şiiler de yer alıyor. Bu anayasal statü, bir tür zımni ulusal sözleşme ile garanti altına alınıyor. Buna göre Cumhurbaşkanı Maruni, Başbakan Sünni ve Meclis Sözcüsü Şii oluyor. Ancak bu “demokratik” gibi görünen eklektik çözüm, Lübnan’ın mütemadiyen siyasi krizlere yuvarlanmasına neden oluyor. Bu “confessionalism” sistemi, Türkçede “eştoplumlaştırmacılık” gibi tuhaf bir kelimeyle karşılanıyor. Lübnan İç Savaşı’nın bitişini ilan eden 1989 tarihli Taif Anlaşması da, bu mezhepçi/dini anayasal düzenlemeyi bir kural haline getirmişti.

Şu anda, Hizbullah’ın başını çektiği 8 Mart ittifakının Cumhurbaşkanı adayı Mişel Aun. Hariricilerin başını çektiği 14 Mart ittifakı ise Samir Cece’yi öneriyor.

Burada küçük ama önemli bir not düşmek gerekiyor: Son krizde ismi ön plana çıkan bakanların tamamı 14 Mart'a, yani Suudi kampına yakınlığı ile biliniyor. Başbakan Salim ve Çevre Bakanı Muhammed Maşnuk, "bağımsız Sünni" olmalarına rağmen 14 Mart'a yakınlar.

İçişleri Bakanı Nuhad Maşnuk ise bizzat Gelecek Hareketi mensubu.

SOSYAL BUNALIM
Öte yandan, 2006-2008 arasında yaşanan ve en sonunda Hizbullah’ın silahlı gücünü Hariricilere karşı devreye sokmasıyla çözülen 17 aylık kriz hatırlanınca, Lübnan’daki iç siyasi dengeleri kolayca bir Amerikancı çözüme doğru yöneltmenin kolay olmadığı anlaşılır. Bununla birlikte, Filistin kamplarından Ayn el-Hilve’de yeniden ortaya çıkan El Fetih-İslamcı çatışmaları ve Trablusşam’daki Selefilerin silahlı grupları, bütün ülkeyi silahlı bir karşı karşıya gelişe “hazır” hale getiren etmenler.

Bütün bunlara, Suriye krizinin bindirdiği yük ve sayısı milyonu geçen mülteciler, yolsuzluk, elektrik sorunu ve bölgesel ve uluslararası güçlerin ülkedeki “vekilleri” de eklenince sorun daha da karmaşıklaşıyor.

Zaten, eylemlerin birinde taşınan bir pankart da, Lübnan’daki siyasetçilere duyulan güvensizliği yansıtıyor.


Lübnanlı siyasetçilerin olduğu dövizde, "Bazı çöpler geri dönüştürülmemeli" yazıyor.

Uluslararası İş Örgütü verilerine göre 15-24 yaş arası işsizliğin yüzde 34’e dayandığı Lübnan’da, genç işsizlerin ve işçilerin ülkenin siyasi sistemine duyduğu güvenin neden buharlaştığını anlamak pek de zor değil. Buna, devletin aşırı borçlanması da eklenince, Başbakan Salim’in önümüzdeki ay memur maaşlarının ödenmesinde zorlanılacağını söylemesi şaşırtıcı olmuyor.

Lübnan derin bir ekonomik, sosyal ve siyasi krizin içinde, bölgesel gelişmelere de bakarak yolunu bulmaya çalışıyor. "Leş Koktunuz!" grubunun "siyasi olmayan eylemler" yapmak istediğini söylemesi ise, artık pek bir anlam ifade etmiyor. 

Bunun en iyi örneği, pazartesi günü Riyad el-Sulh ile Başbakanlık binası arasına çekilen duvarı boyayan sanatçı Filip Ferhat'ın söyledikleri. Ferhat'ın graffitileri, Lübnan'daki siyasi partilerin insanları "susturmasını" temsil ediyor.

Ancak belki de, bu duvarın Başbakan Salim'in talimatıyla kaldırılması, Lübnan'da yeniden "ögütlü siyaset"i davet ediyor...