Gökçek metrosunda başıma gelenler

Ogün Eratalay

Blog: Serbest Kürsü

İstemeye istemeye de olsa bindim metroya. Önceden tembihli olduğum için Akköprü ile Atatürk Kültür Merkezi metro istasyonları arasında ulaşımın otobüsle yapıldığını biliyorum. Kartımda biraz para kalmış olduğunu tahmin ediyordum, neyse kartımı göstererek turnikelerden geçtim ve hengâmeye daldım. Eskiden istasyondaki iki yolun da kullanıldığı zamanlarda hangi yöne gideceğimizi bilip binerdik. Şimdi kafaya göre eklenen hatlar sayesinde yönlendirilmeyi bekleyen koyuna döndük esefle söylüyorum. Şans eseri oturur buldum kendimi ama hiç niyetim yok oturmaya. Boyun Eğme dergisinin son sayısını dün edindiğim için onu okumam lazım, belki de derginin adını bilmeyenlere reklâm yaparım. Daha ilk yazıyı okumaya başladım ki yaşlıca bir yurttaş görünce hemen fırladım ayağa ve yerimi verdim. Bu arada tren gitmeye başlamış, neredeyse Macunköy'e gelmiştik.

Ya bu durakta veya bir sonrakinde bildik bir nida çınladı vagonda: "Afedersiniz, rahatsız olmazsanız müzik yapmak istiyoruz..." Kimseden bir ses çıkmayınca harçlık parası için müzik yapan gençler başladılar bir türkü söylemeye. Güzel de geliyordu kulağa, sanırım bir Karadeniz türküsüydü. Demeye kalmadı hemen arkamdaki külhanbeyi kılıklı adam "Ben rahatsız oluyorum kardeşim" diye böğürdü. Döndüm baktım kimdir bu arkadaş diye iri yarı, saçlar üç numara birisi. Deri ceket giymişti, elinde tespih var mıydı tam hatırlayamıyorum. "Biz de müzik duymak istiyoruz, o zaman sen vagon değiştir", "Metroda müzik çalmak yasak", "Avrupa'da her metroda var, ben Paris'te gördüm" serzenişleriyle kısa yolumuzun sonuna geldik. Ben elimdeki bozuklukları müzikçilere veremeden…

Akköprüye gelmiştik. Hani bir lavaboda veya su giderinde çok miktarda su varken anafor oluşur ya, öyle bir anaforun bir parçasıyım artık. Vagondan inenlerle binmeye çalışanlar, inenlerle merdivene ulaşmaya çalışanlar muharebe halindeyiz. Milim milim ilerliyoruz. İtiş kakış yeryüzüne çıktık, şimdi metro istasyonundan ayrılıyoruz. Yerlere koca koca oklar çizmişler biz koyuncağızlar için. Geniş bir meydana geldik, belli yerlere bu iş için özel asfalt dökülmüş. Bekleyen boş otobüslere doluşuyoruz. Bir de zılgıt yiyoruz, yardımcı olacakmışız, önlere ilerleyecekmişiz... Ne kötüyüz biz yahu, görev yapan Gökçekçi şoförgillere yardımcı olmuyoruz. İçimden sayıyorum kaç saniyede gideceğiz diye valla 98, 99, 100 dedim kapı açıldı. Açıldı ve ikinci yarı maraton başladı. Otobüsten gelen güruhu gören görevli kart basalım falan diyecek zannettim demedi. Doğrudan alt kata indik. Aaaa... Bu vagonlar başka! Hem de sadece üç tane minik vagon. Olsun, binelim de...Binemiyorum, önümdeki amcayı ittirmesem binemiyordum demeliyim. Zaten üç durak gideceğiz diye yine bir sineye çekme durumu. Neyse geldik ama saate baktığım iyi olmuş, neredeyse bir saattir yollardayız. Alternatif mi? Valla arabam yok, 220 numaralı mavi otobüs de oradan geçiyor. Pardon o türlü bir alternatif kastetmedim doğru ya, benim çok güzel bir alternatifim var; sosyalizm! Hem de Gökçeksiz ve aktarmasız!