Vera’nın ilk düşü

Vera düş görüyor.

Islak, karanlık bir bodruma kapatılmış. Birden kapı ardına kadar açılıyor ve Veroçka kendini engin kırlarda, yemyeşil çimenlerin üzerinde buluyor. Sevinç içinde koşarken bir yandan da ‘Nasıl oldu da o karanlık bodrumda ölmedim ben?’ diye düşünüyor. ‘Ölmedim, çünkü daha önce bu engin kırları görseydim, dayanamaz, o bodrumda ölürdüm.’ Mutluluktan uçarcasına yeniden koşmaya başlıyor.

Çernişevski, Vera Pavlovna’nın ilk düşünü böyle anlatıyordu.

Sonra birden kendini inmeli gibi görüyor. ‘Nasıl olur da inme iner bana?’ diye düşünüyor. ‘İnme yaşlılarda görülür. Genç kızlara inme indiği nerede görülmüş?’ ‘Hayır, Veroçka, genç kızlara da inme iner, hem de pek sık -tanımadığı bir ses söylüyor bunları-. Ama bak şimdi, ben senin eline dokunacağım ve sen hemen iyi olup ayağa kalkacaksın. Bak, gördün mü! Hadi, ayağa kalk!’

Kimdi bu tanımadığı ses? Çernişevski, ağır sansür koşullarında, adını koyamamıştı o sesin. “Benim pek çok adım var, birbirinden başka, bir sürü adım...” dedirtmişti kitapta. Devrimdi o, ayağa kalkma mücadelesiydi. Vera bir devrimci sevmiş, yeni tanışmıştı onunla. İlk düşüydü bu.

Sen bodruma kilitlenmiştin değil mi, sonra inmen de vardı, Evet, Şimdi özgürsün değil mi, Evet, Bendim seni özgürlüğüne kavuşturan, bendim seni sağaltan, yalnız unutma, daha özgürlüğüne kavuşturulacak, sağaltılacak çok insan var, kurtar sağalt bunları!

Biz de koştuk, tıpkı Vera’nın düşündeki gibi. Bazen karşımızda koyu lacivert bir yığınağın üzerine, uçarcasına. Bazen arkamızda bembeyaz, boğucu bir bulut, kaçarcasına. Ter içinde, öksürük krizinde bazen, kalbimiz heyecandan yerinden fırlayacak gibi çarparak. Ama mutlulukla, orası kesin. Koşu bitip de ellerimizi dizlerimize dayadık mıydı, daha soluklanmadan önce yüzlerimiz, gözlerimiz gülerek.

Yemyeşil çimenlerin üzerinde değildik gerçi, kaldırım taşlarına vuruyordu topuklarımız. Sonra ellerimizle tek tek çıkardık o taşları, gerçekten kum varmış altlarında. Yoldaşımız oldu taşlar, elden ele dolaştı, üst üste yığıldı. Karanlık bodrumlarla, yeni yaşamı kurduğumuz ufacık parkımızın arasına çektiğimiz sınırı koruyorlardı.

Tanımadığımız sesin adı, Gezi’ydi. İlk düşümüzdü. Dokundu ve özgürlüğümüze kavuştuk.

Çernişevski, Vera’nın düşünü kaleme aldığında zindandaydı. “Islak, karanlık bir bodruma kapatılmış”tı. Özgürlük, dışarı çıkmak olabilirdi onun için.

Ama hayır. “Nasıl Yapmalı”nın yazarı, özgür insana “Artık özgürsün, dilediğini yap” demiyordu. “Unutma! Daha özgürlüğüne kavuşturulacak çok insan var!” diye sesleniyordu. Çünkü “özgürlük, zorunluluğun bilinci”ydi, mücadeleyle bir defa tanıştıktan sonra, özgürdün artık evet, ama mücadele etmek zorundaydın.

Çernişevski’nin Nasıl Yapmalı’yı yazdığı 1860’lı yıllar, Çarlık Rusyası’nda yeni bir mücadeleci kuşağın doğuşuna tanıklık ediyordu. Yeni tipte bir insandı bu. Ama yeni tipte olmak yetmiyordu özgürlük için. fazlası gerekiyordu: “Eskiden böyle bir tipin gelişeceğini muştulayan tek tük insanlar vardı. Bunlar, bütün ayrıksı olanlar gibi, kendilerini hep yalnız duyarlardı sonra güçsüzdüler, bu yüzden de harekete geçemezlerdi, böylece de ya derin bir hüzün içinde yaşarlar, ya da sürekli heyecan duyarlar, romantikleşirler, hayallar dünyasında yaşarlardı.”

Gezi düşünü görenlerin arasında pek çokları, bu hüzün yahut romantizm çıkmazına düşmek tehlikesiyle karşı karşıya. Haziran günleri, geçmişte kalmış, hüzünlü bir düşe dönüşecek belleklerde.

Çernişevski, mücadeleyle tanışmış insanın hüzne veya romantizme saplanıp kalmasının nedenini bilgelikle tespit etmişti: “Soğukkanlı bir pratiklik, düzenli, hesaplı bir hareketlilik, eyleme dayalı bir mantıklılık yoktu onlarda.”

Elbette kastettiği, örgütlülüktü. Sansürden dolayı açıkça yazamıyordu. İyi ki de yazamıyordu!

Böylece bize, örgütlülüğün aslında ne olduğunu anlatmıştı. O tanımdaki her bir kelimenin ağırlığını hissetmeye zorlamıştı. Pratiklik evet, ama tezcanlılıkla koşuşturma değil, hesap edilmiş bir pratikliktir örgütlülük. Eylem, mantıkla kol kola gider.

Şimdi dönün bakın, Haziran’dan bu yana yapılan eylemlere. Hangileri “örgütlü”ydü, kafanızda tartın. Gezi düşünü görmüş kitleler hüzünle izledi mi o eylemleri, heyecanla katıldı mı...

Budur bizim kıstasımız. Çünkü, unutmayalım, “daha özgürlüğüne kavuşturulacak çok insan var!”

Derken, Veroçka kentte yürümeye başlıyor, işte bir bodrum. Bodruma kızlar kapatılmış. Veroçka kilide şöyle bir dokunuyor, kilit açılıveriyor: ‘Çıkın!’ Kızlar çıkıyorlar. İşte bir oda. İnmeli kızlar yatıyor odada: ‘Kalkın!’ Kalkıyor inmeli kızlar, yürüyorlar. Kızların hepsi, hep birlikte kırlardalar yürüyorlar, mutluluktan uçarcasına koşuyorlar! Ah, bu ne büyük bir sevinç! Ne büyük bir mutluluk! Çok olmak, tek olmaktan kat kat iyi! Bir tek Veroçka yerine, yığınla Veroçka! Ah, bu ne büyük bir mutluluk! Ne büyük bir sevinç!