Sovyetlerde psikiyatri kötüye mi kullanıldı?

“Batı’ya sığınan önemli akademisyenlerden bir tanesi, baş başa yaptığımız görüşmede bana dedi ki…” Bilimsel makaleler böyle başlayabilir mi?

Açıkçası başlar, neden olmasın! Ne de olsa bu tarz cümlelerle başlayan, bu tarz cümleler içeren onlarca bilimsel yazı var. Nerede? Bol atıf alan bilimsel dergilerde, kelli felli profesörlerin yazılarında, koca kurumların raporlarında ve internette.

Zaten konu Sovyetler Birliği’nde psikiyatri olunca makalelerde, yazılarda bulacağınız standart cümleler bu tür beyanlarla dolu: “Bana dedi ki”, “Ona demiş ki”, “Öyle şeyler anlattı ki” gibi, gibi. Ama işin ilginç yanı, ancak beyanlarla kurulabilen bir tarih Sovyetlerde psikiyatri. Ve bu tarihe göre Sovyetlerde psikiyatri “kötüye kullanılmış.” (1)

Sovyetlerde psikiyatrinin “kötüye kullanılmış olması” anti-sovyetik, anti-komünist propagandanın en çok işlenen, en çok sevilen başlıklarından bir tanesi olmuş. Bir zamanlar demeyeceğim, çünkü hâlâ öyle. Örneğin Avrupa Parlamentosu daha 2013 yılında Sovyet psikiyatrisi ve psikiyatrinin siyasi amaçlarla kötüye kullanımı üzerine bir rapor yayınlamış (2). Yani konu kapanmamış. Hatta popüler bile denebilir; çünkü Guardian gibi Avrupa’nın belli başlı yayınları konuya ara ara dönmeyi seviyor (3).

Peki, “bilim” ne diyor? Uluslararası makale dizinlerinde (Pubmed) Sovyetler ve psikiyatri ile ilgili 231 makale bulunuyor. İlki 1962’de yayınlanmış, sonuncusu ise 2017’de. Öte yandan konuya dair 50’ye yakın İngilizce kitap da bulunuyor; ilki 1950’de ve sonuncusu da Aralık 2016’da basılmış.

Yayınların çoğunluğu, hatta bir ikisi hariç tamamı, aynı anlatıyı işliyor. Sovyetlerin yanına Demokratik Almanya ve diğer reel sosyalizm ülkeleri de mutlaka sıkıştırılıyor. Son zamanlarda ise kareye mutlaka Çin de giriyor. “Komünizm=temel insan haklarını bile kale almayan bir sistem. Bakın psikiyatri anlayışları bize bunu gösteriyor.” demek için.

Bu yazılar, Sovyet psikiyatrisini bir de Nazilerle aynı torbaya tıkmak için kullanılıyor. Aslında bütün mesele bu “temel” saptamayı yapabilmek de diyebiliriz: “Sovyetlerde psikiyatri tıpkı Nazi Almanya’sındaki gibi insanlık dışı uygulamalara imza attı ve siyasi otoritenin emrine girdi.” Nokta. Hâlbuki hür ve demokratik Batı dünyasında psikiyatri hep özgürdü, insan haklarına saygılıydı ve hiçbir zaman da boyunduruk altına girmedi. Değil mi?

Bu “anlatı” açıkçası çok işe yaramış. Bugün Sovyetler ve psikiyatri söz konusu olunca başka bir malzeme bulmak, başka bir bilgiye ulaşmak pek mümkün olmuyor(4). Rusça kaynaklara ulaşım sorunu da eklenince geriye hep aynı anlatı kalıyor. Hatta bu anlatı, bu etiket öylesine etkili ki günümüzde birçok sosyalist psikiyatrist, psikolog konuya halen sorunlu bir alan olarak bakıyor, “kesin bir şeyler olmuştur” mantığıyla.

Öte yandan Sovyetlerde psikiyatri pratiği ile ilgili suçlamalar o dönemde Batı solunun da oldukça işine yaramış. Konu, zaten vasat ve derinliksiz bulunan Sovyet düşüncesinin, pratik bir karşılığı olarak görülmüş. Öyle ki hasbelkader dünyanın çeşitli ülkelerinden “sol” görüşlü isimlerin hâkim olduğu Dünya Psikiyatri Birliği’nin 1969’dan 1989’a kadar ana meselelerinden bir tanesini Sovyet psikiyatrisi oluşturmuş. Konu ancak 1989’da Sovyetlerin çözülmesi ile kapanmış.

Peki, “gerçekte” ne oldu? “Ne yani, ateş olmayan yerden duman çıkar mı?” diye de sorulabilir. Konuya uzaktan bakarsanız, hakikaten kendi içine kapanık, dünyayı pek de takmayan, soğuk ve yer yer acımasız bir pratik görebilirsiniz. Böyle görmek çok da zor değil. Çünkü ortalıktaki malzeme, veri, bilgi bunlardan ibaret: Siyasi muhaliflerin akıl hastanesine tıkıldığı ve deli damgası vurulduğu ya da en iyi durumda hasta haklarının hiçe sayıldığı bir pratik söz konusu olan.

Ancak konuya biraz daha yakından bakarsanız ilginç kimi ayrıntıların belirmeye başladığını da görebilirsiniz: Mesela, anti-sovyetik yayınların tamamının tarihsel bağlamdan kopuk olduğunu belirtmek gerekiyor. Dünya psikiyatrisinin kendi iç gelişimi, geçirdiği tarihsel evreler nedense hiç hesaba katılmamış.

Hâlbuki meselenin özü, ancak tarihsel bir bakışla ve karşılaştırmalı olarak ele alınabilir. Çünkü belli bir dönemde psikiyatri gibi bir alanda ufkunuzu o dönemin sınırları belirler. Başkalarına, örneğin öjeniye hayırlı bakan Avrupa psikiyatrisine altın tepside sunulan bu ufuk, nedense Sovyetlerden esirgenmiş. Haliyle karşılaştırmalı bir okuma da hiç yapılmamış.

Öte yandan konuyla ilgili yayınlarda fantezilerin havada uçtuğunu hemen anlayabilirsiniz. Örneğin Hruşçov’un bir sözü emir olarak sunulabiliyor. Hem de “Nasıl olsa emir olarak kabul edilmiştir” denilerek. Ya da bir psikiyatrik bozukluk tanısının içine “rejim karşıtı olmak” diye bir kriter giriveriyor. Kim söylemiş, hangi kitapta yazmış, hangi tıp dergisi tartışmış belli değil. Ama kriter takoz gibi indiriliyor Sovyetlerin ve Sovyet psikiyatrisinin başına.

İlginç bir tarih bu. Hem de birçok anlamda. En çok da “fantezi” ile “gerçek” arasındaki çizgi nasıl kaldırılır, bunu çalışmak için. Çünkü muhtemelen 1970 başlarından itibaren psikiyatri ile ilgili dağınık anti-sovyetik parçalar bir araya gelmiş, senkronize olmuş ve ardından da etkili olmuş. Muhtemelen de işin içine emperyalist istihbarat örgütleri girmiş (CIA’nin akademisyenleri nasıl “işe aldığını” ve bu akademisyenlerin “kamuoyunu nasıl yönlendirdiğini” okumak için yakın zamanlı, çok taze bir makale önerebilirim)(5).

Karşılarında ise ideolojik olarak dağınık, siyasi ufku dar bir Sovyet psikiyatri toplamı bulmuşlar. Neredeyse 40 yılı bulan çalışmalar, emekler “siyasi tutuklulara şizofreni tanısı koyuyorsunuz” suçlaması ile eriyivermiş. 1980lerin başında ise son bir hamle yapılmış: Sovyet psikiyatri camiası eleştirel tutumu nedeniyle Dünya Psikiyatri Birliği’nden 1983’te ayrılmış. Ama bu adım da yetmemiş.

Gerisi ise kolay olmuş. Hollandalı, Amerikalı “araştırmacılar” özenmeye bile gerek duymamışlar. Altı üstü 3-4 kişinin, aynı malzemeyi yeniden ve yeniden yazdığı, yine aynı kişilerin konu ile ilgili “sivil toplum örgütleri” kurup sonra da o kurumlarda CEOluk yaptığı, raporlar hazırlayıp para kazandıkları bir tarih yazımı, yaratımı gayet etkili olmuş: Sovyetlerde psikiyatri kötüye kullanıldı, diye.

Bugüne ne kaldı derseniz? Ben şaşkınlık derim. Bu kadar vasat bir anti-propagandanın bu kadar tutmuş olması hakikaten şaşırtıcı.

İnanmıyor olabilirsiniz.

Açın, kendiniz okuyun. Tavsiye ederim.

Ya da Bilim ve Aydınlanma Akademisi’nin Ankara, İstanbul, İzmir’de düzenlediği “Sovyetler Birliği’nde Bilim” sempozyumlarına gelin. Beraber şaşıralım.


1- Robert vanVoren. Political Abuse of Psychiatry—An Historical Overview. Sch Bulletin, 36 (1): 33–35. [Makalenin yazarı zaten konunun anabayisi gibi: “kariyerini” Sovyetlerde psikiyatrinin nasıl da kötüye kullanıldığını ortaya çıkarmaya vakfetmiş. Kitaplar yazmış, doktoralar almış, “sivil toplum örgütleri” kurmuş ve bu kendi kurduğu “örgütlerde” CEO’luk yapmış. İlginç bir isim yani. Makale ise herkese açık; bu nedenle bakmanızı öneririm: Keza yazar kendi yazdığı makalelere, kendi kurduğu kuruluşlara, “özel paylaşımlara” atıfta bulunarak reel sosyalizmde psikiyatrinin kötüye kullanıldığını ispatlıyor.]

2- Robert van Voren. Psychiatry as a Tool for Coercion in Post-Soviet Countries. European Parliament, Subcommittee on Human Rights, Brüksel, 2013.

3- Robert van Voren. Psychiatry as a Tool for Coercion in Post-Soviet Countries. European Parliament, Subcommittee on Human Rights, Brüksel, 2013.

4- Bir istisna için: Paul Calloway. Russian/Soviet and Western Psychiatry: A Contemporary Comparative Study. Wiley, 1993.

5- https://www.theguardian.com/news/2017/oct/10/the-science-of-spying-how-t...

6- Kendi araştırma alanıma da girdiği için Sovyetlerin “yavaş ilerleyen şizofreni” tanısını ve “siyasi tutuklularla” ilişkisini başka bir yazıda ele almak isterim.