Şorttan kurtuluş yok ama şortla kurtuluş da yok!

Türkiye bir süredir simgelerle yaşıyor. Simgeler, düşünmenin bir tık öncesidir; genellikle zihinsel işleyişte bir gerilemeye, gerileme de bir sıkışmaya işaret eder. Sıkışırsınız, düşünemezsiniz, konuşamazsınız, ifade edemezsiniz ve simgelere sarılırsınız.

Türkiye, sonu bir türlü gelmeyen bir sıkışmışlığın içinde simgelere sarılıyor sık sık. Neredeyse her hafta simgesel bir olay oluyor ve o simge üzerinden taraflaşıyoruz.

Şort da bizi ayrıştırdı, taraflaştırdı.

Bir yandan bu taraflaşma, bu yoğun tartışma ve saflaşma bir tür canlılık işareti. Türkiye süreklileşmiş sıkıntıya rağmen, söyleyebiliriz ki yaşıyor, canlılık alametleri gösteriyor. Ama öbür yandan da aksayan bir yan var bu canlılık ve taraflaşmada. Bir eksiklik var.

Şort Türkiye’yi ikiye böldü. Bir kesim “Nasıl olur da bireysel özgürlüğe tekme atılabilir!” dedi. Öbür taraf ise “Meczubun biri tekme atmış, ne var ki bunda! Siz esas şu çürüten hayatınıza bir bakın!” dedi. Şort modern hayatın simgesine dönüştü. Bir taraf için modern hayatın savunusu oldu, bir diğer taraf için ise modernist arsızlığın sembolü oldu.

Ama tüm bu simge mücadelesi içinde esas olan toplumsal sıkışmışlıktı. Bir kesim sıkışmayı, şort ile simgelenenlerden kurtularak atlatabileceğini ifade ederken (hatta mırıldanırken) diğer kesim ise üstüne üstüne gelen ve neredeyse varoluşunu tehdit eden bu savunma görünümlü saldırı halini, şort ile simgelenenlere gözleri bağlı bağlanarak savuşturabileceğini düşündü.

Simgeleri ve simgeleşmeleri çözümlemek bizi arka planda akmakta olanları anlamaya götürecektir. O zaman soralım: Şort ve tekme bugün neyi anlatmaktadır?

Bilirsiniz, çok meşhurdur, Marx din için afyon demiştir. Çok tartışıldığı, bolca yanlış anlaşıldığı ve eksik olmaması için tam olarak ne söylediğini buraya alıyorum: “Dinsel çile hem gerçek ızdırapların bir dışa vurumu hem de gerçek ızdıraplara karşı bir protestodur. Din,mazlumların feryadı, kalpsiz bir dünyanın vicdanı, ruhsuz koşulların ruhudur. O halkın afyonudur!” Genç Marx bu satırları 1843’te idealizmle uğraşırken yazar (Hegel'in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Katkı).

Ve yine bilirsiniz ki adettendir; Marx'ın sözleri alıntılanırken genellikle işin kolayına kaçılır. Buna göre din kitleleri uyuşturmaktadır (afyonun tedavi edici özelliğine ise günümüzde halen iki yüzyıl öncesinin tıbbını savunacaksak eğer, burada hiç girmiyorum). Marx’ın ise daha köklü bir derdi vardır ve olguların ikili doğasına işaret eder: Din egemen sınıflar tarafından dayatılan bir uyuşma olmaktan çok yabancılaşmanın, bir yanılsamanın gerçekliğidir.

Hangi gerçekliğin? Kalpsiz, ruhsuz dünyanın!

Yaşadığımız hayat, kapitalist üretim ilişkileri, dünyanın ruhunu çalmaktadır. Örneğin, bedeni feodal bağnazlıktan kurtarmakta, özgürleştirmekte ama aynı zamanda eski ışıltısı kaybolmakta, metalaşmakta ve beden yabancılaşma kaybolmamaktadır.

İşte dinsel düşünce/yanılsama burada, bu yabancılaşmada devreye girmektedir. Din referanslı açıklamalara göre modern zamanların huzursuzluğunun nedeni örneğin bedenin meta olması insanların nefislerini yeterince dizginlememesidir. Modern dünyanın sorunu şehvetin yeterince dizginlenmemesidir. Yani modern toplumda bir tür “az bastırma” sorunu vardır.

Burada Freud’a başvurabiliriz. Freud, tüm bir medeniyetin kapsamlı bir bastırmaya tekabül ettiğini öne sürer. Dürtüler bastırılır ve haz ilkesinin (Eros) yerini gerçekliğe uyum alır. Bastırma ile toplumsal yapı ortaya çıkabilir. Uygarlık, Eros’un zapturapt altına alınmasıdır.

Ancak uygarlaşma, uygarlığa yol veren bu bastırma bir çatışma ortaya çıkarır: Birey, gereksinimlerinin tam ve acısız/bedelsiz doyumunun olanaksızlığıyla baş başa kalır. Toplumsal zihniyetin içinde belli belirsiz kollektif bir huzursuzluğun süre gitmesi uygarlığın bir parçasıdır. Büyü bozulmuş ve o büyülü anı yeniden yakalamak için beyhude bir çaba devreye girmiştir. Modern dünya beyhude bir çabadır.

İlginçtir: Din kökenli ideolojiler de kapitalist toplumsal dokuyu “arzuları yeterince bastırmamak”la itham eder. Dürtüleri yeterince bastırmayan, hatta bunları körükleyen, sınırsızca yaşanması için çağrı yapan kapitalist toplumsal yapı insanın özüne de yabancıdır. Dinci ideolojiler içinde bu formülasyonun daha kaba ya da daha inceltilmiş hallerini bulmak mümkündür ama günümüzde İslam ile medeniyet arasındaki meselenin temel formülasyonu buradadır.

Bu formülasyona göre tekme kadına, kadınlığa değil insan bedenini, kendisi için kainatlar yaratılan bu yüce varlığı sergilenecek bir nesneye çeviren modern dünyaya atılmaktadır. Hatta tam da bu nedenle meczup bir ulvilik içermektedir.

İşte tam da burada idealist düşünme ve mantık üretme sürecinin günümüz toplumuna sirayetiyle, aynı zamanda da çıkışsızlığıyla karşılaşırız. Çünkü toplumsal huzursuzluğun nedeni yeterince bastırma olmaması değildir; sorun bastırmanın düzeyi ile toplumsal olanakların (üretici güçlerin gelişiminin) çatışmasındadır. Ve dünyanın kaybolup giden ruhunun yerine yeni bir ruh gerekmektedir.

Şort ise üretici güçlere dahildir; bedenin metalaşmasından daha çok bedene yabancılaşmanın, örtünme gereksiniminin azalmasının bir göstergesidir. Toplumsal tarihin akışı ise üretici güçlerin gelişimine, bedenle ilgili yabancılaşmanın azalmasına, yani bastırmanın azalmasına/değişmesine doğrudur. Üretici güçler gelişmekte ve bastırmanın bedelleri de uygarlığın huzursuzluğu da değişmektedir.

Mesela tam da bu nedenle, din artık daha az kişi için acıları dindiren bir açıklamalar bütünü olabilmektedir; din geçmişe göre ruhsuz dünyanın ruhu olma özelliğinden bir şeyler kaybetmiştir. Modern dünyanın huzursuzluğunu ve örneğin bedenin metalaşmasını ortadan kaldıracak olan din değil üretici güçlerin gelişimi ve bunu önleyen üretim ilişkilerinin köklü değişimidir.

Öte yandan şort ya da başka bir simge üzerinden oluşan direniş ise tam da bu trendi, yani kapitalist gelişimin dünyanın ruhunu çaldığını, örneğin bedeni metalaştırdığını atladığı sürece eksik kalacaktır. Ruhsuz dünyaya yeni bir ruh bulmaya çalışmayan her tür direniş, bir tür idealizmin modern toplumdaki huzursuzluğa yanılsama sunmasını önleyemeyecektir. Ve çile uzayacaktır.

Uzamasın istiyorsak bireysel özgürlük, kolektif bir özgürlük arayışının parçası olmak zorundadır. Bireysel özgürlük arayışı kolektif bastırmanın çapını ve derinliğini azaltmayı aramak zorundadır. Uygarlığın huzursuzluğuna bulunacak çare bastırmaya bağlı ödenmesi gereken bedellerin, acının azalmasındadır.

Geçen hafta şortun etrafında yaşadığımız karşı karşıya gelişe dönecek olursak…

Tam da bu nedenlerle ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın şorttan kurtuluş yok. Ama şortla kurtuluş da yok!