Sallan İngiltere, sallan!

Açıkçası 2007 tarihli albümünden sonra ne yapacağını merakla bekliyordum. White Chalk (Beyaz Tebeşir) o kadar yoğun, iç acıtıcı, tek kişilik bir trajedi albümüydü ki sonrasına ne kaldığını kestiremiyordum. Albümün içinden dinmeyen ağıtlar, tutulamamış yaslar, sonu gelmeyen taziyeler çıkıyordu. Şarkılar, söylendiği uçsuz bucaksız kırları dolaşıp yaşadığım kente geliyordu ve tıkış tıkış apartmanların duvarlarına çarpıyordu bu ağıtlar, yaslar, taziyeler. Bu nedenle White Chalk'ı dinlerken bir yandan da Polly Jean Harvey'in gitarıyla, piyanosuyla, arpıyla, bonjosuyla yeni bir albümde nerelere gideceğini, nerelere varacağını ve ardına düşenleri nerelere götüreceğini merak ediyordum.

Sonra zamanı geldi çattı. Bir ay kadar önce yeni albümünü yayınladı. Kendi içine baktığı ve hırçın, asi, uslanmaz, acılı yönlerini anlattığı yıllardan sonra tıpkı kendi içine bakarkenki gibi keskin bakışlarını yaşadığı topraklara, parçası olduğu tarihe dikmiş Harvey. Dobra dobra, dolaysız, pazarlıksız ve derinden şarkılarla çıkıp gelmiş. Yeni albümü ile hem dinleyenlerini hem de ülkesini, ülkesinin her coğrafyaya en az bir kez değen yayılmacı geçmişini sallamaya, havalandırmaya karar vermiş. Bu nedenle olsa gerek albümün ismi Let England Shake! (Bırakın İngiltere sallansın) olmuş.

Tam da ülkesi Afrika’da yeni savaşların telaşına düşmüşken eline az bulunur bir enstrüman almış (ayarlı arp), ortaya çıkmış ve ülkesinin tarihinin kan, gözyaşı ve trajedi dolu savaş alanlarının içinde yattığını hatırlatmak istemiş. Geçmişte aksini arayanlara, şanlı zaferlerin rezil sarhoşluğu, askeri işgalciliğin kutsanması ve şaşalı imparatorluğun köhnemişliğiyle dolu kötürüm bir ülke portresi sunmuş.

Erkence kalktık, yüzlerimizi yıkadık
Tarlalar boyunca yürüdük ve haçlar diktik
Harap olmuş dağlardan geçtik ve cehennem tarlalarına vardık
Ve bazılarımız döndü ve bazılarımız dönemedi

Birbirinden etkileyici şarkılarla, ezgilerle, seslerle ve sözlerle dolu albüm İstanbul'la açılıyor. Albüme adını veren şarkının arka fonunu Kanadalı erkek vokal grubu The Four Lads’in 1953 tarihli ve çok bilinen Istanbul (Not Constantinople) parçası oluşturuyor. Çünkü Harvey ülkesinin yayılmacılığının anahtarını, işgalciliğini ve saldırganlığını temsil eden muharebeyi onca sömürgede, onca savaşta değil Gelibolu’da görmüş. Savaşın başını çeken İngiltere’de az bilindiği, hafızalardan silindiği için Gelibolu’da bir tek Anzakların değil, İngiliz gençlerinin de (hemen hemen 30.000) bir hiç uğruna telef olduğunu hatırlatmak istemiş.

İngiltere sayesinde yaşadım ve öldüm.
O geriye üzüntü bırakır.
Geriye acı bir tat bırakır.

Avustralya ve Yeni Zelanda’nın kuruluş söylencelerinde önemli bir yeri olan Gelibolu savaşları için o dönemde kendi ülkesinde yapılan ama tarihin sumeninin altına sürülen yaygın propagandayı (İstanbul’a dönüşmüş olan Konstantinapol’ü kurtarmak) gün yüzüne çıkarmış. Belki de Gelibolu’da İngilizlerin tüm doğuya yayılma hırslarının toplaşmış halini görmüş. Ya da sadece binlerce genç bedenin havada uçuşan, ağaçların dallarına takılıp kalmış kol ve bacaklarını düşünmüş. Ama albümde İngilizlerin 1915 Gelibolu kampanyasına bir değil, iki değil, tam üç şarkı ile değinmiş.

Diğer yandan ölümün demirlediği ve gitmek bilmediği yer olarak gördüğü bu işgal denemesini İngiltere’nin savaş maceralarının hâlâ doğuda devam ettiğine dair bir işaret olarak işlemiş. Bu nedenle England şarkısının arka planına Said El Kürdi’nin Kasım Miro isimli Kürtçe parçasını yerleştirmiş. Parça 1932’de bağımsız bir devlet, yani Irak haline gelmeden birkaç yıl önce Britanya Mezopotamya Manda Yönetimi topraklarında kaydedilmiş.

Unutmak istediğim şeyler yaptım ve de gördüm
askerlerin birer et parçası olarak etrafa saçıldığını,
inanılmayacak kadar uzaklara fırladıklarını.
Kollar ve bacaklar ağaçlardaydı.

Her ne kadar şarkılarının malzemesi savaşın dehşeti dolu olsa da albümün genel tonu dokunduklarının yanında oldukça sakin. White Chalk öncesindeki albümlerinde yer alan sert gitar tonları yerine belli belirsiz bir piyano, hafif haykırışlar, bazen askeri bir trompetin saldırı sesi, bazen de eski şarkılara göndermeler yer almış. Aslında bir anlamda İngiltere’nin genel tarihsel görünümü yansıtmış: Dışarıda kan gövdeyi götürürken, entrikalar ve pazarlıklar onca insanın hayatına mal olurken pazar pikniğine giden ya da beş çayını yudumlayan saygıdeğer, yemyeşil bir ülke. Harvey albümüne kinaye, ironi değil tarihin sunduğu çıplak görüntünün iç bunaltıcılığı yaymış. Böylece dünyanın tüm silahlarının ses efektlerinden daha etkili bir müzikal ileti hazırlamış.

“Savaşlar hakkında yazan çok iyi şairler ve yazarlar var. Ama düşündüm de savaşlar üzerine yazan şarkı yazarları nerede? Tarihin kendisini tekrarladığını göstermek istiyordum ve bir yerden sonra bu sonsuz döngü devam edip gittiği için neyin ne zaman olduğu bile çok önemli değil” diyor Harvey bir söyleşide. Albümün açıktan bir savaş karşıtı ya da emperyalizm eleştirisi yapan bir albüm olduğunu düşünmek ise hatalı olur. İşlediği malzeme otomatik olarak bu havayı yaratıyor zaten ve aslında albümün içinden çıkarılabilecek birçok farklı (“Ben de tutup sorunlarımı Birleşmiş Milletler'e götürürsem ne olur ha!” gibi) mesaj da var. Ancak son yıllarda yapılmış en nitelikli politik albüm olarak kesinlikle görülebilir. Örneğin The Glorious Land şarkısı herhangi bir ülkedeki, herhangi bir direnişin marşı, ezgisi olabilir.

Ülkemizin toprakları nasıl işlenmektedir?
Demir sabanlarla değil tabii ki,
Topraklarımızı tanklar ve uygun adım yürüyen adımlar sürmektedir!
Ve topraklarımızın en ünlü mahsulü nedir?
O mahsul sakat kalmış çocuklarıdır,
O mahsul yetim kalmış çocuklarıdır!

Aslında albümün bir tek İngiltere ile ilgili olmaktan çok geçen yüzyılın tamamıyla ilgili olduğu söylenebilir. Bu anlamda hemen hemen her coğrafyaya değen bir yanı var: Jamaika’dan Irak’a, Gelibolu’dan Birleşmiş Milletler örgütüne kadar. Bu nedenle Harvey daha önceki albümlerinden yine farklı bir iş çıkarırken dinleyicilerine de benzeri zor üretilebilecek ve başucundan inmeyecek bir hediye sunmuş. Belki de her dinleyicisinin kendi tarihindeki sakat ya da yetim kalmış yanına göndermiş şarkılarını.

Ben de PJ Harvey’in sakat ya da yetim kalmış çocuklarla dolu tarihlere gönderdiği hediyelerden birisini babaannemin Yemen’de 4 yıl boyunca İngilizlere esir düşen babası ve dedemin Çanakkale’den dönmeyen iki dayısı için saklamak üzere alıyorum.