Oxi

Bilmek değiştirmeye, değişmeye yetmiyor!

Psikanalizin yaklaşık yüzyıldır bildiği, biz psikiyatristlerin de uzmanlık eğitimi sırasında ve uzmanlaştıkça öğrendiğimiz tuhaf bir durum vardır: İnsanlar, bizler bazı davranışları, bazı ilişkileri tekrar ederiz. Gider aynı çıkmaz sokağa bir daha, bir daha gireriz. Aynı ilişkiyi, o ilişkideki kendimizi tekrarladığımızı fark etmeden (bazen de fark ederek) yaşamaya devam ederiz.

Bunu, kendini tekrarlayan fasit bir daire gibi de düşünebilirsiniz: “Bu sefer doğru düzgün bir sevgilim olacak!” diye başlarız, sonra “Neden hep aynı tipte insanları buluyorum?” diye biter ilişkilerimiz. Bazen farkına bile varmayız. Bir arkadaşımız uyarır “Sen hep aynı tarz insanları seçiyorsun” ya da “Yani, inan ki bu tür insanların sadece filmlerde ya da gazetelerin üçüncü sayfalarında olduğunu düşünürdüm; ama sen onlardan bir şekilde yeniden ve de yeniden buluyorsun!” diye. Uyarılara rağmen biz fark etmeden bir diğer benzer ilişkiye doğru yol alırız.

Bir şeyler (tanımsız, tekinsiz ve çoğu durumda fark etmediğimiz bir düzenek; aslında kendimiz) bizi alır ve aynı hataya, aynı acıya, aynı hislere, aynı aldanmaya geri götürür. Ancak bu tekrarlayan davranış, ilişki, durum hep “yeni gibi görünmeyi başaran” bir vaatle birlikte gelir: “Bu sefer öyle olmayacak.” denir ve belli belirsiz farkında olunan ama çoğu durumda çok da farkında olunamayan düzenek işler gider. Bir kehanet gibi, bir yazgı gibi… Woody Allen’ın “Play It Again, Sam” (Bir daha çal, Sam) filminde olduğu gibi. 

Filmde Allen, boşandıktan sonra kadınlarla yeniden yakınlaşmaya çalışan, bunun için bir çok farklı kadınla çıkan ama her seferinde de kendisi olamayan (ve çuvallayan) orta yaş bir karakteri canlandırır. İşte Allen, o fasit daireyi, bilinçdışının emrinde yeniden ve de yeniden yol alınan, ama hep aynı yere çıkılan yeri anlatır.

Ancak insanların ilişkilerinde yaşadıkları ve tarif edilmesi zor bu durumun farklı bir versiyonu da vardır: Groundhog Day (Bugün Aslında Dündü) filminde yine orta yaş bir erkek her sabah aynı güne uyanır. Önceleri ne olduğunu anlayamaz. Daha sonra ise aynı güne uyandığını fark ettikten sonra yanlış yaptığı ya da yanlış giden şeyleri teker teker düzeltmeye çalışır. Bir değişim geçirir. Burada durum farklıdır: Film boyunca insanlar, olaylar, yaşantılar hep aynı kalır ama filmin merkezindeki karakter “farkında olduğunu fark etmeye” başlar.

Keşke hayat, bu tür tekrarlayan deneyimlerle kolay ve doğrudan farkındalıklar sağlasa. Halbuki hayat daha çok Woody Allen filmi gibidir. Umut eder ve her seferinde (bizzat umut ederek) kendimizi kandırırız. Nasıl olduğunu bile anlamadan ya da anlayıp kendimize mazeretler bularaktan.

“Poyraz ve Karayel” dizisinin sanal alemde sık dolaşan sahneleri var, ‘anti-kapitalist’ Zülfikar üzerinden dile getirilen ve farkındalığa çağıran sahneler. Zülfikar, dizide kapitalizmin işleyişine, küresel sermayenin oyunlarına ve insanların bunları fark etmemesine ara ara ‘incelikle’ geçiren bir karakterdir. Hani bir tür ‘içgörü havarisi” gibidir. Zülfikar’ın kapitalizmle ilgili akıl dolu mantık yürütmeleriyle ise “kankası” Sefer (ki kendisi alabildiğine düz birisidir ve Zülfikar’ın soldan soldan gelen tuhaf laflarını da) “Oğlum sen ne aldın böyle” diye alay eder.

Zülfikar’ın “Kırmızı ışıklar küresel sermayenin oyunudur” başlıklı tiradında ise farklı bir şey olur: İçinde Zülfikar ve Sefer’in de olduğu araba İstanbul’da bir kırmızı ışıkta beklemektedir. Zülfikar, kaba bir hesapla kırmızı ışıkta duran arabalar sayesinde küresel sermayenin 18 milyarı bedavadan cebe indirdiğini akla yatan biçimde açıklar. Zülfikar’ın kapitalizmi teşhir eden tiradı “işte biz buna vahşi kapitalizm diyoruz arkadaşım. İnsanların cebinden parayı dururken bile alıyorlar!” diye biter. Havarinin aydınlanmaya çağıran sözleri ‘bu sefer’ Sefer’de yankı bulur. Sahnenin başında Zülfikar’la yine inceden alay eden Sefer artı isyanı basar: “Bir daha kırmızı ışıkta duranın…” der ve gaza bastırır.

Ama farkına varmak bu kadar basit değildir, ne yazık ki. Kendimiz için bir sürü mazeretimiz vardır. Kendimizi, özel bir aldanma tekniğinin içinde avutur gideriz. Dünyamızı fark etmeye karşı bir direnç gibidir bunlar.

Bu aldanmanın içinde, sadece psikanalitik bakış açısıyla görülebilecek bir tekrarlama vardır. Ama tekrarlanan davranış değildir, bir duygudur. Geçmişte saplanıp kalınmış bir duygu, yeniden ve yeniden kendisini dayatır. Tekrarlama, bilinçte farklı bir yere doğru yer almanın önünde bir engel gibidir. Tekrarlama dirençtir; bildiğimiz kendimizde ısrar etmek ve bilmediğimiz kendimize doğru yol alabilmeye dair bir dirençtir.

Tekrarladığımızı bilsek bile tekrarlayarak değişime direniriz.

Bugün, gözümüzün önünde, ‘sihirli bir el değmişçesine’ yükselmekte olan sol, işte fark etmeye karşı toplumların, bizlerin gösterdiği dirençtir. Tam boy bir değişime, değişmeye gitmemek için alınmış bilinçdışı bir önlemdir. Sol, bugün toplumun devrim ile arasına ördüğü koca bir duvar gibi yükselmektedir.

Bu nedenle herkesten önce kendimize Oxi demek gerekir aslında.

Ama zor.

Ne de olsa bir tek farkında olduğunu fark etmek değil, gelecek de uzun sürer; değil mi?