Kişilik, karakter, mizaç

Psikiyatrinin, hele de günümüzün biyoloji ağırlıklı psikiyatri kuramının en kenara itilmiş başlıklarından birisidir kişilik, karakter, mizaç. Klinik uygulamasının da çok farklı olduğu söylenemez: Kişiliğe pek yer yoktur moleküller dünyasında.

Hâlbuki bizzat hayat gibi psikiyatrik durumlar da kişilik özellikleriyle çok yakın bir ilişki içindedir. Örneğin depresyon, tamam az çok tanımlanabilir bir klinik hâldir ama kişilik özelliklerinden çok etkilenir. Hatta demans bile öyledir: Mayanız yumuşaksa beyniniz yavaş yavaş solarken içinizden aynı yumuşaklık çıkar. Ama mayanız sert ve çalkantılıysa sizden geriye daha beter bir fırtına kalır.

Yine de yapılandırılması zor olduğu ve biraz da psikolojiye kaydığı için psikiyatri genel olarak kıyısında tutar kişiliği, karakteri ve mizacı.

Marksizm ve insan meselesi ise daha da karışıktır. Zaten Marx’ın neredeyse her şeyi yazmış olmasını bekleyen bir istek hep var içimizde. Felsefe, siyaset, sanat değil bir tek. Örneğin etik, kimlik, cinsiyet ve tabii ki insan doğası üzerine de bizzat oturup yazmış olmasını bekleyen bir yan bu.

Ama siyasi/pratik bir dert peşindeydi Marx ve o dert onu nereye götürürse, yani o derdi en anlaşılır, en görünür hale getirmesi nasıl mümkün olabilecekse oraya gitti. Örneğin geriye derli toplu bir siyaset teorisi dahi bırakması imkânsızdı, çünkü derdi teori bırakmak değil işleyen, dinamik bir teori kurmaktı.

Üstüne insan konusundaki “boşluğu” dışsal kaynaklarla çözmeye, gidermeye çalışan yüzyıllık Marksizm külliyatını da eklersek, bize kalanın karmaşa ve karışıklık olduğunu söyleyebiliriz.

Hâlbuki insan sormadan edemiyor bazı şeyleri. Mesela ısrarcılığı ne yapacağız? Kafa tutmayı? Boyun eğmemeyi? Hele de dünya ve ülke nesneliği ilk bakışta çok da iç açıcı görünmezken! Ya inadı nasıl açıklayacağız? Haydi tamam ideolojiden bir parça aldık, psikanalizden de bir tutam koyduk. Tüm bunlar yine de elimizde narsisizme çıkan bir çözümleme bıraktığında nereye varabileceğiz ki? Siyaseten varabilecek miyiz? Ya adanmışlık, ya özveri?

Öte yandan sosyalizm mücadelesi söz konusu olunca bir tek olumlu özellikler yok ki karşımızda. Hatta tarihsel olarak baskın olan özelliklerin olumsuz olduğu bile söylenebilir: kişisel hırsla örülmüş tonlarca trajediyle dolu değil mi bu tarih! Meczupluk ile siyasi cesaret ve akıl arasındaki mesafenin çok kısa olduğunu gösteren örnekler yok mu?

İşin kötü yanı şu ki kişisel özellikler kolayca siyasi bir kılıf da bulabiliyor kendisine. Siyasetin kişisel renklere dayanan yanı bazen tüm bir siyasi alanın kişisel özelliklerce kaplanmasına da yarıyor. Ve hatta grupları, özellikle de kapalı grupları sürükleyebiliyor arkasından.

Geriye ise ne yazık ki trajedi kalıyor.

Sol siyasi pratiğin belki bir avantajı belki de bir dezavantajı bu: Kişinin özgürleşmesini de içermesi. Örneğin sağ siyasette lider kültü, liderin etrafında toplanma ve tabi olma geniş bir karşılık bulabilirken sol siyaset lideri önemsizleştirmek ve kolektif zenginliği ön plana çıkarmak üzerine kurulu. Sol bu nedenle kitlesiz olmuyor, sağ ise lidersiz, başkansız yapamıyor.

Liderin, başkanın ağırlık kazandığı yerde ise kitlelerin siyasetsizleşmesi, büyülenmesi, yani psikoloji devreye giriyor. Bunun en yakın örneğini herhalde Çipras deneyiminin oluşturduğunu söyleyebiliriz. Tüm dünyanın gözünün içine bakarak bir saat önce söylediğini iki saat sonra değiştirebilen bir siyasi lider Çipras. Ve her şeye rağmen seviliyor. Hem nefret ediliyor hem de seviliyor.

Tüm bunları kapitalizmin çürütüşüyle açıklamak da yetmez. Yetmiyor da zaten.

Ama kişilik de her şeyi açıklamaya yetmiyor.

Psikiyatride öyle ekoller var; yani tüm olguları kişilik kuramları ile açıklayan ekoller. Gerçekten de hayata belli bir yamuklukta bakabilirseniz her olgu kişisel özelliklerle açıklanabilir. Keza bazı siyasi süreçlerin tamamını da kişilikle açıklamak mümkün olabilir. Hatta tüm siyasi pratik çeşitli psikolojik yamuklukların, çeşitli kişisel özelliklerin, farklı çatışmaların etkisi altında şekilleniyor gibi de görünebilir.

Çipras’ı örnek verdik; İngiltere’ye gidelim: Corbyn’in yarattığı büyülü heyecan sadece İngiltere kapitalizmin açmazlarıyla açıklanabilir mi? Açıklanamaz. Fazlası var, çünkü. Bir aziz beklentisi gibi bu. Gelecek ve kurtaracak herkesi.

Belirli nesnelikler ve o nesnelliklerin oluşturduğu arzular, fanteziler, belirli kişiliklere alan açıyor toplumsal yaşantıda. Siyaset, toplum, küçük gruplar da o arzulara seslenen kişiliklerin ardında sürüklenebiliyor. Ve bu sürüklenme özellikle zor zamanlarda daha fazla görülüyor.

Sol ise nesnel olanı, yani var olanı düzeltmekle malûl. İddiası bu: düzeltmek! “Bir başka dünya mümkün” değil mi en utangaç versiyonu bu iddianın. Orada bile kişiliklere seslenen bir bilmiş özne hali yok mu? Düzeltme, içkin bir özelliği solun. Düzelte düzelte kendisinde içkin olan düzeltmeyi de düzeltecek bir sol tasavvur bu. Sonu olmayan bir düzeltme belki de!

İnançla, sabırla, bilgiyle, içgörüyle ve farkındalıkla örülecek bir düzeltme.

Ta ki başka bir çok şeyin yanı sıra kişiliklerin siyasette yol açtığı trajediler ve garabetler dininceye kadar.