İdeolojinin içindeki psikoloji

Louis Althusser'den önce ideoloji bir yanılsamaydı, yanlış bilinçti. Alametifarikası Marx'ın “bilmiyorlar, ama yapıyorlar” sözüydü.

Daha sonra Althusser, 1970’de “İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları”nda Lacan'ın bazı psikanaliz kavramlarını (özne, büyük Öteki, Baba’nın Adı, simgesel vb.) Marksist ideoloji çözümlemesine uyarladı. Böylece ideoloji çözümlemesinde ve tanımında "zihinsel olana" farklı bir yer açılmış oldu.

Ancak yine de önemli bir eksik kaldı geriye. Büyük olasılıkla Althusser de bu eksiğin farkındaydı. Farkındaydı, keza Lacan’a olan düşkünlüğü, kendi psikanalizi ve teorik katkıları geride kaldıktan sonraki bir tarihte, 1977'de, meçhul bir kişiye (olasılıkla bir aşkına) yazdığı mektupta dile getirir bu eksikliği: "Sana belirli bir kesinlikle (ki bir zamanlar yazmış olduklarımla oldukça uzak ilişkiler içinde olduğumu da hesaba kataraktan) söyleyebileceğim tek şey ideoloji (ya da somut ideolojik oluşumlar) ile bilinçdışı arasındaki ‘ilişkiler’ konusunda seni de ilgilendiren soruya varmadan önce (bariz biçimde) durduğumdur.” (Writings on Psychoanalysis, sf. 4)

Yine aynı mektupta ideoloji ile bilinçdışı arasında bir ilişki olması gerektiğini ama bunu icat etmeyi kendisine yasakladığını ve ideoloji üzerine yazdığı makalelerde bilinçdışı bağlantılar için henüz geçilmemiş bir sınır kaldığını belirtir. Varolduğunu bildiği ilişkiyi "kavramsal olarak nasıl ele alabileceğini göremediğini” de yazar.

Althusser'in göremediği için durduğu (ve de eksik bıraktığı) yerden ise Zizek devam eder ve Marx’ın sözünü tersine çevirir: “Ne yaptıklarını gayet iyi biliyorlar, ama yine de yapıyorlar.” (İdeolojinin Yüce Nesnesi, sf. 44). Böylece ideoloji ‘yanlış bilinç’ olmaktan ‘sinik bilinç’e dönüşür: Kişi yanlışlığı gayet iyi bilmektedir, ama onu yine de reddetmez. Örneğin yolsuzluk olması için devletin kasasının soyulması gerektiğine, devletin kasası soyulmuyorsa ona yolsuzluk denemeyeceğine inanır; hem de tüm kalbiyle.

Zizek, Althusser gibi, Lacan düşüncesinden köken alan psikanalitik yaklaşımı ideoloji çözümlemesine taşır, ama daha kapsamlı biçimde. Buna göre ideolojinin içinde, tam da çekirdeğinde yüceltilmiş bir nesne vardır: Yani derin, köklü, nesnesine kavuşsa bile giderilemeyecek, hep eksik kalacak bir arzu vardır. Bu köklü arzu, sürekli iş başında olan bir toplumsal fantazi gibidir: Kurgulanmasından ve parçası olunmaktan keyif alınan bir toplumsal fantazi. Örneğin insanlar, bizler, seçimlerin hiç bir şeyi değiştirmeyeceğini biliriz (en azından sezeriz) ama seçimlerin bir şeyleri değiştireceği fantazisinin içine yerleşmekten de kendimizi alıkoyamayız.

Burada Althusser’in, ‘düşünce pratiği değil, pratik düşünceyi doğurur’ uyarısını da hatırlayabiliriz. Althusser “diz çökün, ibadet sırasında dudaklarınız kıpırdatın, bir süre sonra inanacaksınız” der (Lenin and Philosophy and Other Essays, sf. 114). Benzer biçimde insanlar, ‘bir oyun dahi’ ne kadar önemli olduğunu duyarlar, düşünürler, tartışırlar ve en sonunda oyun bir şeyleri değiştirebileceğine inanırlar. Böylece televizyon tartışmaları, mitingler, vatandaşlık görevi gibi tartışmaların içinde ‘özne olarak çağrılma’ gerçekleşir.

Zizek de benzer bir çözümlemeyi izler ama Althusser’ci çözümlemelerin “kendilerini Lacan’ın arzu grafiğinin alt düzeyiyle sınırladığını” belirtir ve ekler: Özne olarak çağırmanın ötesinde “arzu, fantazi, Öteki’deki eksik ve dayanılmaz bir artı-keyif etrafında zonklayan dürtü” dörtlüsü yer alır (İdeolojinin Yüce Nesnesi, sf. 141). Bireylerin yaptıkları düzeyinde çoktan işbaşında olan bir yanılsama, bir hata, bir çarpıtma dışarıda bırakılmıştır; orada yüceltilmiş, ama giderilemeyecek, eksik kalacak ve sıkı sıkı tutunulurken keyif de verecek bir arzu, bir fantazi vardır artık.

Bu anlamıyla aslında her siyasal söylemi, etkinliği, yönelimi önceleyen ya da bizzat onunla birlikte yürüyen bir ideoloji (arzu ve fantazi) vardır. Örneğin İsrail'e ‘One Minute’ işin doğası gereğidir. Sonuna kadar götürülmeyeceği, yani One Minute'ün orada, o salonda bir söylem, bir toplumsal fantazi olarak kalacağı bilinir ve bu sayede kitlesel olarak onunla coşulur. Tersi bir durum, yani İsrail ile açıktan bir çatışmanın içine girmek, yani gerçekten One Minute demek ise işin (fantezi pratiğinin, yani diz çöküp dudakları kıpırdatmanın) keyfini kaçırır. Tıpkı Syriza'ya oy veren bir seçmenin İngiliz gazetesi Guardian’a çok da güzel ifade ettiği gibi: "Bu işler böyledir; hayallerden bahseder ve elbette ki gerçeği yaparsın".

Velhasıl ideoloji (yani bir anlamda bilinçli, bilinçöncesi ve temel olarak bilinçdışı zihinsel süreçler ki tüm bunlara Türkçenin ironisiyle psikoloji diyebiliriz; bir bilim olarak değil de birbirinden farklı düşünmeler, algılar, yargılar, muhakemeler olarak) siyasalın öncesindedir. İdeoloji siyaseti önceler. Dolayısıyla bilinçdışı zihinsel süreçlerden yalıtık, oradaki arzularla bağı olmayan bir siyasal bağlam yoktur.

İdeolojik konumlanışın içinde bilinçli ve bilinçdışı farklı düzenekler işler: Genelleştirme, felaketleştirme, güçsüzlükten çekinme, yalnızlık endişesi ya da bölme, bastırma, yansıtma gibi. Yine ideoloji geçmiş travmaları (12 Eylül) ya da yıldızının parladığı anları (TİP’in parlamentoya girmesi) da içerir. Ve bunlara dair arzuları, fantazileri de.

Özellikle kriz dönemlerinde, tüm toplumu ya da belirli bir kesimi kesen dönemeçlerde, çatışmalarda ideolojinin yüce nesnesine, eksiği giderilemeyecek o çekirdeğe daha bir sıkı yapışılır. Büyük aforizmalar (sürçmeler de diyebiliriz belki) da bu tür dönemeçlerde fırlayıverir ortaya.

Örneğin ideolojilerin sonunun geldiği aforizmasının bizzat kendisi güçlü bir arzu çekirdeği içerir. Yeni çatışmaların, yeni fetihlerin önünün açıldığı bir kesitte (reel sosyalizmin çözülüşü) tüm çatışmaların sona erdiğini iddia eden, bunu arzulayan bir ideolojidir bizzat kendisi. Ya da Türkiye’de sağ siyasetin özeleştirmeler, çevrenin talan edilmesi, sağlıkta dönüşüm söz konusu olduğunda sola yönelttiği basmakalıp eleştiride olduğu gibi: ‘İdeolojik tavırlar bunlar’ söyleminin bizzat kendisi ideolojiktir.

Yani, ideoloji tam da olmadığı yerde vardır. Tıpkı psikoloji (yani bilinçli ve bilinçdışı zihin hallerinin tümü) gibi: Psikoloji tam da ‘psikoloji yoktur, siyaset esastır’ denilen yerdedir.