Gelecek henüz yazılmadı

Şarkı bittiğinde okul yemekhanesi yıkılmasa bile alkış tufanı içinde inliyordu. Ön sıralarda şaşkınlık, öfke ve homurtu vardı ama uzun bir koridor biçimindeki salonu dolduranların tezahüratları dinmiyordu. En arkadakiler masaların üzerine çıkmış bir yandan alkışlıyor, bir yandan çığırıyor ve bir yandan da şarkıyı tekrar dinlemek istiyorlardı . Telaş, heyecan ve korkuyla yarım yamalak bir selam verip arka kapıdan yatakhaneye doğru koşar adım sıvıştığımızı hatırlıyorum. Geride, parça tesirli bir şarkı bırakmıştık.

24 Kasım öğretmenler günüydü. Günün anlam ve önemine dair konuşmalardan ve şiirlerden sonra okulun yarı-resmi grubu olarak dört-beş şarkı çalacaktık. Seçtiğimiz şarkılar arasında Gesi Bağları’nın ve Çanakkale Türküsü’nün yer aldığını hatırlıyorum şimdi. Üç gitar, bir org ve bir vokalden oluşan Morduman grubu olarak okul yemekhanesindeki konser için sıkı çalışmıştık. Hatta belirlediğimiz şarkılara kendi çapımızda yeni ve özgün yorumlar da katmıştık. Hazırlıklarımızdan sorumlu olan öğretmenimiz okul kütüphanesindeki çalışmalarımıza ara ara katılır ve sıkılmaktan iyice büzüşmüş kravatını gevşeterek bizleri teftiş ederdi.

Ama kimsenin bilmediği bir hazırlık içindeydik. Konseri, yönetime bildirdiğimiz repertuarda yer almayan bir şarkıyla bitirmeye karar vermiştik. Gizli hazırlığımız bir sürpriz için değil daha çok bir şok hareketi içindi. Otoriteye karşı mini bir sabotaj peşindeydik.

Bittiğinde en önde oturan okul yönetiminin suratında tehdit de içeren müstesna gülüşler, diş sıkmalar, homurtular ve arka sıralardan da kabına sığmakta zorluk çeken alkışlar yükselmesine neden olan illegal şarkı ‘Should I Stay or Should I Go’ idi. Parça tesirli olması ise muhafazakâr bir idareci toplamının önünde söylenen İngilizce şarkı olmasından geliyordu.

Aramızdan şarkıyı ve eylemi kim önerdi tam hatırlayamıyorum yıllar sonra ele başının adını vermemek için tahminimi de kendime saklıyorum. Ama yaptığımızın baştan sona kolektif bir Morduman diklenmesi olduğunu söylemeliyim.

Şarkıyı ilk başlarda yadırgadığımı hatırlıyorum. Çünkü Levi’s kot reklamının müziğiydi. Kafamda piyasa, ‘ciks’ olan ne varsa ‘Should I Stay or Should I Go’ ile özdeşleşmişti. Sonra aramızda en bilge olan arkadaşımız içinde şarkının da yer aldığı albüm kasetini koydu önümüze. Üstünde ‘Combat Rock’ (Mücadele Rockı) yazıyordu. Albümün açılış parçası ‘Know Your Rights’ (Haklarınızı Bilin) o güne kadar başka hiçbir şarkıda duymadığımız acayip sözler içeriyordu. Haliyle sürpriz sabotajımız için seçtiğimiz şarkının anlamı da değişiverdi.

Gizli şarkının sahibi olan The Clash o dönemde tam da ihtiyaç duyduğum punk rock grubuydu. Tamam, Sex Pistols hanımefendilerinin (İngiltere Kraliçesi) gözüne bant bağlayıp kendisi nezdinde tüm efendilerin karizmasını yerle bir etmişti. Ama aradan yıllar geçmiş ve müzik piyasası punk denen dikbaşlılığı düzenin sınırlarını zorlamayan bir haylazlıktan ibaret, geçici bir ergenlik tutulmasına dönüştürmüştü. Bana ise o haylazlıkla yetinmeyecek, ötesine geçmekte ısrar edecek bir şeyler lazımdı.

The Clash o günlerden başlayarak haylazlıkla yetinememe arayışlarım sırasında bana yıllarca eşlik etti. Daha doğrusu, esas eşlikçim The Clash’ın ana dinamosu Joe Strummer (Tımbırdatan Joe) oldu.

O olmasaydı, punk, müzik dünyasındaki sıra dışı bir durumdan ibaret kalacaktı. Strummer ise punk rockı tam da kaçtığı yere götürdü. Nihilizmin kıyılarında takılıp kalan bireysel bir başkaldırıya toplumsal yankıları olan politik bir yön kattı. Daha doğrusu punk rock ‘herkes yapabilir’ tavrıyla, üç akortlu mucizeleriyle zaten politik bir ifadeydi ama bu ifade ediş biçimi oldukça dolaylıydı ve daha çok nihilistik bir ağırlık taşımaktaydı. Strummer ise ifadenin doğrudan ve sola açık olmasını sağladı.

Strummer’ın siyasi çizgisi, 70li ve 80li yılların sol eklektik içeriğini taşır. Faşizm ve ırkçılık karşıtıdır ezilenlere karşı belirgin bir sempatisi vardır ulusal kurtuluş mücadelesinden anarşizme, Marksist gerilla hareketlerinden işçi eylemlerine devrimci mücadele olarak gördüğü her etkinliği destekler.

Bu politik destek grubun ve Strummer’ın her üretimine yansımıştır. Grubun en çok ses getiren albümlerinden bir tanesi Nikaragua gerilla hareketine gönderme yapan Sandinista’dır. Şarkılar “Beyazların da ayağa kalkmasını istiyorum” (White Riot), Amerika’dan Çok Sıkıldım (I am So Bored Wtih America), Polisler ve Hırsızlar (Police and Thieves) ve Kariyer Fırsatları (Career Opportunities) gibi isimler, sözler taşır. Ayrıca The Clash tarzında, reggea ve dub gibi Karayip kökenli göçmenlerin müzikleri de yer alır.

Strummer, eli bol para görmüş, yüz bin kişinin toplandığı stadyumlarda konserler vermiş bir müzisyen için fazla politikti. Bu nedenle ne ‘sir’ ilan edildi ne de Bono gibi politik bir işadamına dönüştü. Ve punk rockı besleyen rüzgarın dinmesi The Clash’ın sonunu getirdi. Grupta en son O kaldı. Yola devam etmek istedi ama dünya çoktan başka bir yere varmıştı.

Kapitalist hegemonyanın yayıldığı 90lı yıllarda, bir tür inzivaya çekildi ama etrafına insanları toplamaya da devam etti. Film müzikleri yaptı, hatta kamera karşısına geçti. BBC radyosunda rock müziği tarihinden az bilinen isimlere, şarkılara, olaylara ve pek tanınmayan güncel müzisyenlere yer verdiği Londra Çağırıyor programını yaptı yıllarca. Rock yıldızı sistemine ise bir daha uğramadı.

Sonra 2000li yıllarda, şu kurutucu kapitalist hegemonya biraz dağılınca yeni bir grupla, Mescaleros ile müziğe döndü. Yıllar geçtikçe tadını bulmuş bir şarap gibi keyifli ve kıymetli olan üç albüm yaptılar. Elbette ki yine politikti. Eski meselelere yeni küresel dertler ve göçmenler de eklenmişti. Büyük stadyumlarda değil sıkı dostların takıldığı küçük mekanlarda çalıyorlardı.

Kimsenin beklemediği zamanlarda ve yerlerde ortaya çıkmaya devam etti. Örneğin seslerini duyurmakta güçlük çeken itfaiyecilerin grevine gidip elinde gitarıyla sahneye fırlayıverdi. Destek için verdiği o mini konserde kendisine eşlik eden ise ayrılık günlerinden bu yana görüşmedikleri The Clash basisti Mike Jones’tu. Bu ikilinin yıllar sonra ilk ve son kez bir araya gelişiydi.

Babası diplomattı ve oradan oraya gezen bir ailenin ikinci oğlu olarak 1952 yılında Ankara’da doğmuştu. Pusuda bekleyen sinsi bir kalp sorunu nedeniyle on yıl önce 22 Aralık 2002 Pazar günü aramızdan ayrıldı.

Ölüm haberine oldukça sonra rastladım. Çünkü tam da o günlerde annem Serpil Binbay ile Ankara’dan Tire’ye son bir yolculuğa çıkmıştık. O da 24 Aralık 2012 sabaha karşı gitmişti. Gitmesine alışmam uzun zamanımı aldı. Kendi yoluma geri dönmem ve Joe Strummer’ın haberini almam da.

Strummer ahbaplarıyla yaktığı kocaman ateşlerin başında sabahlara kadar sohbet etmeyi çok severmiş. Zaten hep insanları etrafına toplayarak yaşamış. 2005 yılında, o ateşlerin başında toplanan arkadaşları Strummer’ı anlatan “Future Is Unwritten” belgeselini çektiler. Filmin adı Türkçeye ‘Gelecek Belirsizdir’ diye çevrildi ama Strummer’ın ‘Onca olan bitene rağmen Gelecek Henüz Yazılmadı’ diye çevrilmesini yeğleyeceğini düşündüm hep.

Bu muhteşem filmin sonuna doğru bir yerde insanları o koca sohbet ateşlerinin başına nasıl topladığının da şifresini verir Joe İnsanlar olmadan bir hiçsin!

İnsanlar, yani dostlarımız, sevdiklerimiz, kendimiz olmadan birer hiçiz, değil mi? İşte bu nedenle bir kez daha teşekkürler Morduman, Serpil Binbay ve Joe Stummer. Sizleri hep çok özleyeceğim.