Cinnetin ve cennetin kıyısında

Aklı başında her insan gibi cennetin kıyısında olmadığımızın farkındayım. Ama işte, hani şu meşhur “cennet vatanımız” vardı ya… Cinnet ağırlık kazandıkça işte o mazide kalmış hoş bir anıya dönüşüyor ve ufuktan siliniyor. 

Koca bir ülke, koca bir toplum güncel cinnet ve mazideki cennet arasında sıkışıp kalmış durumda. “Hani nereden bakarsanız bakın 80ler, 90lar bile iyiydi şu günlerden!” diyor o günleri yaşayanlar. 

Ama koca bir ömrü bırakın şu son bir hafta bile yeter cinnet ve cennet arasındaki sıkışmışlık için. Saldırı, linç, patlama ve korku gırla gitti geçtiğimiz günlerde. Ve bir saat on beş dakika sürdü 2016’dan kurtulmanın histerik sevinci. Cinnet hemen geldi dayandı kapıya. 

Sonrası ise malum. Doludizgin gidiyoruz, derin bir taraflaşmanın etrafında. Adresi belirsiz bir öfke, serseri mayın misali sokaklarda kol geziyor sanki. Sanki ansızın bir infilak olacak içimizde. Hatta eminiz de fırtına ne zaman kopacak onu kestiremiyoruz.

Bazı psikiyatrik tablolarda şaşırtıcı bir yan vardır: Uzun yıllar onca acıya, olaya, duruma rağmen kişi ciddi bir sıkıntı yaşamaz. İşler sanki yolunda gider. Sonra bir şey olur, ufak bir şey. Önemsiz bir eşya kaybolur, uzak bir tanıdık kaybedilir ya da öncekilerle kıyaslandığında lafı bile edilmeyecek bir şey olur işte. Ve sonrasında her şey birden çöker. 

Bildiğim en yaralayıcı çökme öykülerinden birisi Gomidas Vartabed’e aittir: 46 yaşına kadar Anadolu’yu dolaşmış, türküler derlemiş, korolar kurmuş ve besteler yapmıştır. 25 Nisan 1915 sonrası ise susmuştur Kütahyalı bu büyük besteci. Susmaktan da öte dağılmıştır. 

Hani uzaktan bakılacak olursa Suriye çöllerine giden bir trene bindirilmemiştir, çocukları gözünün önünde katledilmemiştir ya da evinden edilmemiştir. Velhasıl başkaları kadar çekmemiştir. Sadece bir süre Çankırı’da toplama kampında kalmıştır. O da araya girenler sayesinde sadece ve sadece iki hafta. O kadar…

Ama işte o iki hafta, o iki hafta içinde olup bitenler cinnete yetmiştir. Cennet kaybolmuştur; bir daha görünmemek üzere ufuktan silinmiştir. Onca yılın badirelerini atlatmış ama sonra sanki tek bir fiske yetmiştir: Daha önce herhangi bir belirtisi olmayan Gomidas, ömrünün geri kalanını akıl hastanesinde tamamlamıştır. Ve bir daha da hiç piyano çalmamıştır. 

İşte bazen öyle olur. Hayat vurur, vurur, vurur. Bir denge vardır. Bir yere kadar o denge de durur, durur, durur. Ama bir yerden sonra ne o denge, ne de o dengeyi ayakta tutanlar durabilir. Oradan sonrası artık tufandır! Ta ki yeni bir dengeye kadar.Ve Gomidas örneğinde olduğu gibi bazen yeni denge tüm hayatın susması anlamına da gelebilir.

Şu yaşananlara bir bakın! Bir yandan hayat sanki yerli yerinde duruyor. Ama bir yandan da sanki her şey yanı başımızda olup bitiyor. İşte, ölüm böyle yanı başınızda bitiverecekmiş gibi olunca hayat da susuyor. 

Bakmayın siz, meydan okumalara, yüksek perdeden konuşmalara, hamasete ve homurdanmalara. Şu yaşadıklarımız türünden olaylar piyango etkisi yaratır insanlar üzerinde. Herkes ama herkes kendisine çıkacağını düşünür. Öyle bir algı yayılınca da inceden inceye içe kapanma, kaçınma ve kaçma yerleşir hayatın içine.

Cinnet cinneti çağırır. Başkalarının cinneti (hele günümüzün bol kameralı, hızlı ulaşımlı ve trollü sosyal medya çağında) başkalarının cinnetini çağırır. Etkisi de buradan gelir. Sanki olup bitenler gelip mutlaka ve mutlaka sizi bulacaktır. Sanki kaçış yoktur!

Toplum öyle bir sarmala girdi ki kaçınma, yırtma, ucuz atlatma ya da kaybeden tarafta olmama birbirine karışmış durumda. Olup bitenlerden kaçınmanın, yırtmanın, kaybeden tarafta olmamanın farklı yolları türedikçe türüyor. Cinnet cenneti, daha doğrusu başka bir cennet arayışlarını da çağırıyor. Başka bir ülke, başka bir şehir, başka bir sokak…

İyi de insan sormadan edemiyor! Ülkenin cennetlik hali maziye gömülürken varacak yeni bir cennetimiz var mı ki? Mümkün mü yeni bir ülke bulmak? Kavafis geliyor aklıma: “Yeni bir ülke bulamazsın” diyen dizeleri… Depresif ve çıkışsız. Sanki. Ama haksız mı ki?

Yeni bir ülke bulabilir miyiz? Yeni bir sokak? 

Cinnetten kurtulmanın bir yolu da bu değil mi? Yeni bir ülke aramak. Cenneti, huzuru aramak… Bulmak, bulamamak, o ayrı! Ama özellikle eğitimli kesimler arasında, arkadaşlarımız, tanıdıklarımız hatta kendi aramızda bu tür bir arayış zaten hep yok muydu? “Ve bir gün gideceğimiz bir Amerika” hep yanı başımızda yok muydu?

Bilemiyorum. Gidenlere bakıyorum, herkesin aklı burada. Oradan buralara yetişme derdi içindeler. Zaten şiir de nasıl devam ediyordu: “içimizden kimse gidemedi amerika'ya/kendi amerika'sı da olmadı hiçbirimizin”. Tam da öyle bir durum. Sanki gitseler bile aslında gidemiyorlar işte.

Tanpınar demiş bir yerlerde: Türkiye evlatlarının kendisinden başka bir yere bakmasına izin vermez diye.

Türkiye. Evet, hiç soluksuz kendisine baktırıyor bizleri. Sürekli ve sürekli. Belirginleşen cinnet ve uzak bir siluete dönüşen cennet görüntüleri arasında…

Yeni bir ülke bulamayız belki ama yeni bir ülke…

Kurabiliriz.

Kurmalıyız.