Yaşamı ve Çevreyi Dert Edinenler Çoğaldıkça...

2 Aralık günlü bir habere göre Amerikalı ünlü bir bilim kurgu yazarı olan Ray Bradbury, Mars gezegeninde yerleşim kurulması gerektiğini söylemiş. Meksika'daki Guadalajara kentinde düzenlenen uluslararası kitap fuarına video konferans aracılığıyla katılan Bradbury, "Kırk yıl önce Ay'a ayak basan insanoğlu Mars'ı yerleşime açmak için Ay'da kalmalıydı" diye konuşmuş. Fuarın onur konuğu olan 90 yaşındaki Bradbury, "İnsanoğlu Mars'ı kolonize etmeli, çünkü bu onun kaderidir" "Mars'a gidilememiş olunması beni kaygılandırıyor. Ay'a gitmeliyiz, orada bir istasyon kurarak Mars'a yönelmeli, orayı fethederek Marslı olmalıyız" diye konuşmuş, "Fahrenheit 451" ve "Mars Yıllıkları" adlı ünlü bilim kurgu eserlerinin yazarı.

21 Temmuz’da Deutsche Welle’de yayınlanan bir habere göre de,

“Ay’a ayak basılmasını sağlayan Apollo programında görev alan Alman mühendis Jesco von Puttkamer, Ay’a yeniden yolculuk planının gerçekte Mars’ta yaşama hazırlık olduğunu söylüyor. ABD’de yeni nesiller Mars’ta yaşam bilinciyle yetiştiriliyor. Puttkamer, 1974 yılından bu yana NASA’nın Washington merkezinde evrenin tümüyle keşfedilmesini öngören stratejiyi geliştiren çalışma grubuna başkanlık ediyor. Gelecekte insanlığın Mars’a göç edeceğini de iddia eden Puttkamer, “İnsanlar Mars’ta yaşayacak” şeklinde kesin bir ifade kullanıyor. Bununla birlikte Alman mühendis, bu bilince ulaşmakta teknolojik birikimin yeterli olmadığını, zihinsel olgunluğun da gerekli olduğunu vurguluyor. “Yeni nesillerin Mars konusunda adeta beyinleri yıkanıyor” diyen Alman mühendis şu dikkat çekici bilgileri aktarıyor: “Amerika’da bu çok bilinçli bir şekilde yapılıyor. Mars her okulda göz önünde, her yerde Mars resimleri asılı, okullarda dersler uzay gemisi ve Mars odaklı. Böylelikle Mars’ı çok olağan gören yeni bir nesil yetiştiriliyor. Bir gün o dönüm noktası gelecek ve birisi çıkıp ‘yaa biz bunca zamandır bunun hakkında konuşuyoruz, peki ne zaman gideceğiz’ diyecek.”

Neden?

Çünkü Küresel Kapitalizm gemi azıya aldı. Artık duramıyor. Kendini durduramıyor. Dünyayı yaşamın sürdürülemeyeceği bir duruma getirdi. Asit yağmurları, küresel iklim değişikliği, havanın suyun toprağın kirletilmesi, doğal kaynakların tüketilmesi, ormansızlaştırma, göllerin sulak alanların yok edilmesi, kentleşme, yollar, elektromanyetik alanlar, genetikle oynamalar, salgın hastalıklar, vb.

Yaratılan ve sürdürülen tüketim modeli, kışkırtılan aşırı tüketim artık dünyada yaşamın sürdürülebilmesini olanaksızlaştırmaya başladı. Ekosistem göçme noktasına geldi.

Küresel Kapitalizmin beyin takımı 100 yıl sonrası için “B Planları” tasarlamakta, anlaşılan. Efendileri, dünya halklarını bu çöplükte terk edip işleri Mars’tan yürütebilsin için teknoloji geliştirmek peşindeler. O gün geldiğinde, demokrat ya bunlar, isteyen herkes uzay gemilerine binip Mars’a gidebilir, derler. “Özgürlükçülük”, “Liberal Demokratlık” o gün de yolumuzu aydınlatacaktır kuşkusuz (sanıyor olmalılar). Yeter ki bu göçün bedelini ödeyebilecek denli paranız olsun. Bazı şanslılara, Mars’ı ücretsiz gezme ödülü bile verirler.

Evet, kapitalizm dünyayı yaşanmaz duruma sürüklüyor.

“Sürdürülebilir Kalkınma” masalı birkaç on yıl bile dayanamadı. Artık, köşeyi dönme umudu değil, çoluk çocuk Mars’a göçme umuduyla kandırılmaya hazır olmalıyız.

İnsanlığın çoğunluğunun emekleri ile, yarattıkları ve el konulan artı değerleri ile “efendileri” Mars’a yolcu etse de, burada kalacak. O zaman dünya halkları, üretenleri adına düşünenlerin yaratılan bu çöküşü, bu batışı, bu yıkılışı engellemek yapmaları gerekenler var.

Yapıyorlar da.

Yaşamı, canlı cansız bütün doğal varlıklarıyla, kararsız dengesiyle savunmayı kendine dert edinenler de var, elbette. Onların en kısa yoldan vardıkları yer antikapitalizm. Kapitalist üretim ve tüketim tarzının yarattığı sorunları yaşamlarının en beklenmedik anlarında tanımak durumunda kalan köylü kentli, eğitimli eğitimsiz halk kitleleri de direnişleri, yaşam ve çevre mücadele pratiklerini filizlendiriyor. Bu örgütlenme ve eylemlilikler dünyanın her yerinde, bu arada ülkemizde de hızla yayılıyor.

Yayılıp kökleştikçe de, cılız ve yarınsız siyasal girişimlerin iştahını kabartıyor. Şimdi ne çok “çevreci” siyaset, parti, hareket var. Yine yeşillendi ortalık. Süreci doğru anlayabilseler ne mutlu. Böylece dünyada yaşamı savunan, yarınları kurtarmaya aday sosyalist güçler belki biraz da gündelik deyişle “çevre mücadeleleri” yardımıyla gelişirdi.

Ama, kapitalizmi anlayamadan, sınıf çözümlemesinden yola çıkmadan, bu yıkım sürecini bir kaza, kusur, hata, yanlış teknoloji sanarak “çevre mücadelesi” üzerine fikir üretenler, yıkıcıların Mars’a kaçış yolunu süpürmekten başka ne işe yarayabilirler.

Alın size bir örnek. 19 Kasım 2009 günlü Birgün Gazetesi’nde bir köşe yazısı. Başlığı, “Çevre, Hukuk ve Siyaset” Yazarı tanıdık, İbrahim Ö. Kaboğlu Hoca. Metnine gazetenin web sayfasından ulaşılabilir.

Hoca’ya göre, bilim ve hukuka saygı şart. “Ne var ki, hangi öğreti inşa edilirse edilsin, eğer uzmanlık ve bilime, bunların hizmetindeki hukuka saygı sağlanamamış ise, sürdürülebilir gelişme ereğinde “yaşanabilir bir ülke”, ütopya olmaktan öteye geçemez. Zira, Türkiye çevresini yok eden yatırımlarda çevre hukuku kuralları arka plana itildiği gibi, çevre mühendisleri de, bu alanın dışında tutulmaya çalışılıyor. Uzmanlık bilgilerinden yararlanmamak için, sürekli yönetmeliklerle oynanıyor... Bu nedenlerle, disiplinler arası bir yaklaşım, önkoşul... Sonra, konuyu, yerel, ulusal ve uluslararası boyutlarıyla ele almak. Böylece, çevreye ilişkin “ulusal politika”ları, yerel ve uluslararası düzenlemeler “kıskacı”na sokmak. Nihayet, çok disiplinli çalışmaları, gerektiğinde eyleme dönüştürebilmek. Bu konuda, çevre girişim ve örgütleriyle de sıkı işbirliğine gitmek. Kısacası, bilgilenme, katılım ve hesap sorma süreçlerini bütün olarak ve birlikte işletme, iktidarı “ülke”ye karşı sınırlama arayışında kalkış eşiği olmalı...”

Hoca’nın söyledikleri yürek ferahlatıyor mu? İktidarı sınırlayabilirsek, mühendislere yol açarsak, işler düzelecek mi?

Kaboğlu Hoca öyle sansın!

Hiçbir çevre savaşçısı sivil toplum örgütü, Çevre Mühendisi istihdam edemiyor, elbette. Ama, “Türkiye çevresini yok eden yatırımlarda” sayısız Çevre Mühendisi çalıştırılıyor. Üstelik, onlar için de “disiplinler arası bir yaklaşım, önkoşul”. Yatırımlarını her daldan mühendis ile hazırlıyor, uyguluyor ve işletiyorlar.

Çünkü, Bilim ve meslek eğitimi de Küresel Kapitalizm’in denetim alanında.

Kaboğlu, ıkına sıkına sözcük seçmeye harcadığı zamanını birkaç hafta önceki bir Salı akşamı Tayfun Talipoğlu’nun “Nasılsınız?” izlencesine ayırsa idi, görecekti İTÜ Maden Fakültesi Maden Mühendisliği Bölümü öğrencilerinin nasıl yetiştirildiğini.

Keşki Kaboğlu’da olsa idi de, geçen ay Uşak Kışladağ İşletmesinde Mahkeme’nin Bilirkişi keşfinde orada Çevre Mühendislerinin çalıştığını ve gencecik çevre mühendisi bayanların atıklardan sızan suyun pH’sını ölçmemek için nasıl kızara bozara kıvırttığını ve yalan söylediğini görse idi. Keşki, Jeoloji Mühendislerinin bir çoğunun yaşamı ve çevreyi savunanlara karşı bir linç psikolojisi içinde olduklarını bilebilse idi.

Hayır bilim ve hele hele mühendislik yansız, bağımsız, nötr, masum değil.

Küresel kapitalizmin kullandığı birer araç, bunlar.

Bunu kullanırken, kendilerine muhalefeti yumuşatıcı, hegemonyalarını benimsetici kavramlar da geliştirdiler. Çevre mücadelesinin farkına yeni varan ve kurmak üzere oldukları Parti için bunun verimli bir toprak olduğunu sanan Kaboğlu da bu hegemonik kavramların kaçını bir yazıya sığdırmayı başarmış: “uzmanlık ve bilime, bunların hizmetindeki hukuka saygı”, “sürdürülebilir gelişme ereğinde”, “insan anlayışı”, “”, …!

“Sürdürülebilir Gelişme” küresel kapitalizmin yıkıcılığını gizlemek için üretilmiş ve bu kadar açınsanmış, bu kadar teşhir edilmiş bir hegemonik kavram iken, Kaboğlu halen o kavramdan medet umuyor. Çokuluslu madenci ve altın işletmecisi şirketlerin oluşturduğu MMSD örgütlenmesinin yayınlarına bir baksa Kaboğlu, bu terimi ondan çok daha fazla benimsediklerine şaşar mı idi bilemem.

Belki de şaşmazdı! Çünkü, Hoca’nın sınıf çelişkileriyle ilgisi yok, dünyayı (öyle görünse de) Marksist bir analize tabi tutmuyor. Öyle olsa idi, “teknolojik uygulamaların yanlış kulanı”ldığını sanmaz, teknoloji geliştirme, üretme ve kullanımının kapitalizmin mutlak denetiminde olduğunun ayırdına varırdı. Öyle olsa idi, ereğimizi “iktidarı ülke adına sınırlamak”la yetinmez, iktidarı almayı sorun edinirdi.

Kaboğlu öyle sansın!

İktidarı sivil toplum girişimleriyle sınırlanabilir, “hangi öğreti inşa edilirse edilsin”, “uzmanlık ve bilime, bunların hizmetindeki hukuka saygı sağlanma”sını sınıf egemenliğinden, sistemden, öğretiden bağımsız sansın. “Liberaller(in) (Kapitalizmin demiyor nedense, böyle daha yumuşak geliyor insana!) önce “birey” dedi”ğini, “sosyalistler(in) ise, “(önce) toplum” dediğini sansın, sosyalistlerin hedefinin “sınıfsız toplum” olduğunu konu dışında tutsun. “Bireyi soyut olarak düşünen liberal öğreti(nin, dikkat küresel kapitalizmin değil!, liberal öğretinin) üretim araçlarının özel mülkiyeti ve iktisadi özgürlükleri yücelten anlayış ve uygulamasıyla, “doğa katliamı”na seyirci kaldı”ğını sansın ve doğa katliamını onların sorumluluk alanının dışına taşıyıp, sorumluluklarını “seyirci kalmak”la sınırlasın. Varsın Kaboğlu, “İnsanı, içinde bulunduğu sosyo-ekonomik koşullarında göz önüne alan sosyalizm ise, sınıf temelinde toplu mülkiyet ve üretimi hedefledi ama çevre ve doğayı koruyamadı” derken hiç sıkılmadan, reel sosyalizmin hangi dünya koşullarında bir toplumsal ilişki ağı inşa etmeye çabaladığını, hangi saldırılara karşı kendini üretimle savunmaya çalışır, hangi biçimlenme içindeki dünya pazarının dışında kalamadığı için termik santraller ve Aral Gölü dışında kayda değer bir çevre suçu olmadığını unutup yargılamaya kalksın ve onu (bu kez liberaller gibi seyirci kalmak değil) çevre ve doğayı korumamakla mahkum etmeye uğraşsın.

Küresel Kapitalizmin güzellik uzmanlarının çiğneye çiğneye sakız ettiği bütün bu söylemler, “21. yy.ın başında öncelikli görevimiz, siyasal sistemi, “çevre-toplum-birey” ekseninde tasarlayarak, devlet adı verilen siyasal örgütlenmeyi bunun hizmetine yöneltmek olmalı” yön göstermesini haklı ve çekici kılamıyor.

Evet halen, şimdi de, bugün bile ve belli ki yarın da öncelikli görevimiz emeğin çalınması, artı değere el konulması, en temel insan haklarının kısıtlanmasıyla yetinemeyen Küresel Kapitalizmin, doğal kaynakları talan ve telef edişini de, doğal dengeleri alt üst edişini, ekolojik sistemi kendini yenileyemez duruma getirişini de, doğal ortamı yaşamın sürdürülemeyeceği bir yere sürükleyişini de aşmanın, bir tek yolu var: “Kapitalizmin aşılması ve Sosyalizmin kurulması”.

Evet bunun önünde sayısız engel var. Baskı, zulüm, ölüm açıkça görünür olanlar.

Ama bir de, foncu, Soros’çu, soyut insan hakçı, uzmanlıkçı, bilimci, demokrat, “özgürlükçü” ve sorarsanız “solcu” aydın-entelektüel-hoca-köşe yazarı-romancı-sanatçı-çağdaş-aşkın-vb kalabalığın kaldırdığı toz duman.

Elbette çok başarılılar.

Ne çok ve ne kadar önemli insanı ve çevre savaşçısını şaşkınlaştırıp mücadelenin dışına ve bazen de karşısına yönlendirebiliyorlar.

Çevre mücadelesi, bir iktidar mücadelesidir. İktidarı sınırlandırmakla değil, ona el koymakla çözülür. Nereye tırmanabileceğiniz, hangi “kalkış eşiği”nden kalktığınıza bağlı. Çevre yıkımı bilimi ve teknolojiyi yanlış kullanmaktan değil, kapitalist ekonominin olmazsa olmazı olan büyüme ve daha çok kâr güdüsünden kaynaklanır. Bunu da bilimi ve teknolojinin yanında hukuku da yeniden üreterek ve sonuna kadar kullanarak yaparlar.

Kaboğlu “sürdürülebilir gelişme” yolunda nereye varır bilinmez ama, karşı çıkıyor göründüğü AKP Anayasa Taslağı’nda, bugünkü Anayasa’da çevre savaşçılarının en önemli dayanağı olan “Kamu Yararı” terimi yerine “sürdürülebilir kalkınma” teriminin konmak istenmesi üzerine de demeçler verip basında adından söz ettirse de, “çevre-toplum-birey ekseninde”ki yeri de açıklığa kavuşsa.

Liberallik moda olabilir. Ama, çıkışı yok.

Kaboğlu Hoca, biz çevre savaşçısı sosyalistleri yolundan saptıramayacaktır. Hele o kare bulmaca benzeri sözcük sıralamaları ve kıvrılmalarıyla, bunu hiç yapamaz.

Önce sıraladığı o “kavram” ve “terimleri” bir analiz ederse nerede durduğu ortaya çıkar. Belki böylece yeni “sol” partinin programı daha şık görünür.

Hadi Hocam!