Dünya Barış Günü’nde Einstein’ın pişmanlığını ve emperyalizmin 2. Dünya Savaşındaki asıl hedefini anımsamak

“Dünya egemenliği… devamı emperyalist bir savaş olan kapitalist politikanın özüdür (V.I. Lenin)”

Dünya yanıyor. Orman yangınları sadece ülkemizi değil, birçok ülkeyi sarmış durumda. Latin Amerika ülkelerindeki yangınlar yerkürenin önemli oksijen depolarından birisi olan Amazon’un da sonunu getirmekte. Sermaye sınıfının kâr hırsı doymak bilmiyor.

Dünya siyasetinde de sıcaklık hiç düşmüyor. Güç kaybettiği öne sürülen emperyalizmin lideri ABD’nin, 1987’de Sovyetler Birliği ile yaptığı INF (Orta menzilli Nükleer Güç) anlaşmasından [1987’de imzalanan bu anlaşmanın yürürlüğe konması halinde Avrupa’da barışı tehdit eden tüm nükleer başlıklı füzelerin imha edilmiş olacağı belirtilmektedir.]  tek taraflı olarak çekildiği, kuzunun suyu bulandırdığını iddia eden kurt misali İran’a karşı savaş çığlıklarını yükselttiği, Hong Kong’ daki ayaklanmalara yardımcı olarak Çin’in iç siyasetine çomak sokmaya çabaladığı, ABD’de nükleer silah yapımı ve muhafazası için harcanan paranın 5-6 trilyon doları yani savunma bütçesinin yaklaşık 1/3 ya da ¼’ünü oluşturduğu ve başkan Trump’ın “ Bir nükleer düğmem var… Ve çalışıyor” diyerek Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’ne tehditler yağdırdığı günler yaşıyoruz.

Bu “nükleer düğme” sözcüğü, Hitler’in Polonya’yı işgal ettiği günden 75 yıl sonra, 2. Dünya Savaşı’nda Nazi güçleri ile onlara karşı savaşan İngiltere, ABD ve diğer Avrupalı emperyalist güçlerin esas hedeflerinin hangi ülke olduğu sorusunu bir kez daha gündeme taşıyor.

Einstein’ın pişmanlığı

1939’da, üç Macar fizikçi (Leo Szilard, Edward Teller ve Eugene Wigner) ABD’de yaşamakta olan Einstein’ı ziyarete gider ve Hitler’in bilim adamlarının nükleer (fission) parçalanma tepkimesini yani atom çekirdeğinin parçalanmasını başlatabilecek olanağa sahip olduklarını anlatırlar. ABD başkanı olan Frederick Delano Roosevelt’e bu konuda bir mektup yazmasını isterler. Enrico Fermi ve Leo Szilard’ın bu alandaki çalışmalarını yakından izlemiş olan Einstein konuyu ciddiye alır ve Almanya’da yürütülen atom çekirdeğinin parçalanmasına dair çalışmaları, yakın gelecekte uranyum elementinin yeni ve önemli bir enerji kaynağına dönüştürülebileceğini anlatır bir mektupla ABD başkanına. Bu çalışmalar sonunda üretilecek bir bombanın ne denli güçlü olacağını da ekler. Einstein’a göre, ABD’de de nükleer alanda bilim adamlarıyla yönetimin ortak çalışması gerekmektedir. Bu çalışmalar için gerekli olan büyük miktarda uranyumun ABD’de bulunmadığını, başta Belçika Kongosu olmak üzere Kanada ve Çekoslovakya’nın iyi birer uranyum deposu olduğunu da ekler mektuba.

Sonraki gelişmeleri hepimiz biliyoruz.

ABD Manhattan Projesi diye bilinen çalışmalara başlar ve kısa zamanda atom bombası üretilir. Ne var ki, bombanın üretimi ile savaşın sona erme zamanı çakışır ama savaşacak hali kalmamış ya da bazı iddialara göre teslim olmuş olan Japonya’nın iki kentinde, Hiroşima ve Nagazaki’de bomba denenir! Einstein ve projede çalışan bilim adamlarının bombanın kullanılmasını durdurma girişimleri boşa gitmiştir. Einstein “Out Of My Later Years” başlıklı kitabında bu olayları ayrıntılarıyla anlatır ve “Almanların atom bombası yapmayı başaramayacaklarını bilseydim, parmağımı bile oynatmazdım” diyerek pişmanlığını belirtir. Roosevelt’e yazdığı mektup yaşamının “büyük bir hatasıdır”. Ona göre atom enerjisi uzun bir süre insanlık için bir iyiliğe vesile olmayacaktır; günümüzde ise büyük bir “baş belâsı”dır.

Einstein nükleer enerjinin dünya ölçüsünde denetlenmesi için kendince bir takım girişimlerde bulunur. Nükleer silahların denetlenmesi konusunu ABD kamuoyuyla paylaşmaya çabalar. İnsanların geçmişten ders almadıklarını, tek tek devletlerin kendi güvenliklerinden endişe duydukları için zorunlu olarak savaşa yol açan eylemlerde bulunduklarını belirtir. Uluslararası ilişkileri yönetecek gerçek bir uluslararası örgüt olmaksızın barışın sağlanması düşünülemez ona göre. Ancak böyle bir örgüt savaşı engelleme gücüne sahiptir. Hayali bir dünya hükümetidir. Bu hükümet ABD, İngiltere ve SSCB gibi büyük askeri gücü olan üç ülkeden oluşacaktır. Bu üç ülke askeri kaynaklarını kurulacak dünya hükümetine teslim etmelidirler. Üç devlet arasında bulunan SSCB atom bombası yapımı bilgisine sahip değildir; bu bilgi ona verilmemeli ama bir Anayasa taslağı yapılarak Sovyetlerin olası güvensizliği ortadan kaldırılmalıdır. Einstein her devletten birer kişi olmak üzere üç danışmanla bir Anayasa taslağı yapılabileceğine ve daha sonra diğer ülkelerin de dünya hükümetine katılımlarının sağlanacağına inanmaktadır. Einstein, iyi niyetten öte gitmeyen ve söz konusu toplumların farklı sosyo ekonomik yapısını, sınıf mücadelelerini hiç göz önüne almayan bu düşüncelerinin çoğunu Emery Reves’ın “The Anatomy of Peace” adlı kitabından esinlenerek aktarmaktadır.

Marksist bilim insanları ve Marksizmin kurucuları ise, savaşlar, katliamlar dahil olmak üzere tüm kötülüklerin anasının içinde yaşadığımız sınıflı toplum düzeni olduğunu ortaya koymuşlardır.

Emperyalist Batı bombayı sevdi

İkinci Dünya Savaşı yıllarında emperyalist kapitalizmin başını çeken devletlerden ABD ve İngiltere’nin liderleri Frederick Delano Roosevelt, Harry Truman ve Winston Churchill’in bilim adamlarının tüm uyarılara karşın, Japonya’ya karşı atom bombasının kullanılmasını onayladıkları biliniyor. Churchill anılarında ABD ve İngiltere’nin Hiroşima ve Nagazaki’nin bombalanması konusunda hemfikir olduklarını, farklı görüş ileri sürülmediğinin söylemekte.

İlk bomba denemesi 16 Temmuz 1945’de New Mexico’da yapılır. O günlerde Potsdam Barış Konferansı gündemdedir. ABD başkanı Truman bomba denemesini Stalin’e karşı koz olarak kullanmayı düşünmektedir çünkü Kızıl Ordu Avrupa’da Nazi ordularını silip süpürmüş, düşmanın inine girmeyi başarmıştır. 6 Ağustos 1945’de yani denemeden yirmi gün sonra Japonya bombalanır. 146 bin Hiroşimalı, 80 bin Nagazakili hayatını kaybeder. 1946’da Stalin’in atom bombasının denetiminin yeni kurulmuş bir örgüt olan Birleşmiş Milletler’e bırakılması ve uluslararası bir denetim mekanizmasının kurulması önerisini getirdiğini de anımsatalım. Aynı şekilde, SSCB’nin atom bombası üretimine geçmesinin bu teklifin reddedilmesinden sonra başlatıldığını, ABD’nin 1952’de atom bombasından çok daha güçlü olan Hidrojen bombasını ürettiğini, 1960 Aralığında ABD’nin nükleer silah stokunun on sekiz bini bulduğunu, Çin’in 1960 ortalarına dek nükleer silah üretmediğini de.

Gizli Hedef SSCB mi?

“Bizim yöneticilerimiz Hitler’i öfkelendirmek istemedi. Onlar, Hitler’in Sovyetler Birliği’ne saldıracağı gün kendisiyle gizlice anlaşacakları ümidini beslemekteydiler” FKP Genel sekreteri Maurice Thorez

Birçok araştırmacı Soğuk Savaş’ın tarihini 1. Dünya Savaşı’nın bitimiyle başlatır. 1943’de tarihte yaşanan en müthiş kent savunmalarının başında gelen Stalingrad, Hitler kadar, belki de daha fazla korkutmuştur emperyalist dünyayı. Japonya’nın bombalanmasının ötesinde, atom bombası üretiminin doğrudan Sovyetler Birliği’ni hedef aldığını anlatan ilk kişi, Eylül 1942’den itibaren ABD’nin nükleer projesinin başına getirilen ordu görevlisi General Leslie Groves’dur. Büyük bir anti komünist olan Groves, bombanın aslında “Sovyetleri zapt-u rapt altına almak için” üretildiğini söyler. Bu iddia sadece söylemde kalmamış, konuya ilişkin epey hazırlık da yapılmıştır.

Japonya bombalandıktan altı hafta kadar sonra – Eylül 1945’de- Pentagon bir liste hazırlar. Listede ilk ağızda yok edilecek 10 Sovyet kenti yer almaktadır. Aralarında, Moskova, Leningrad, Kiev, Riga, Taşkent, Odessa, Harkov, Novosibirsk, Ulan-Ude, Koenisberg’in olduğu kentleri yerle bir etmek için 60 bombanın gerektiği de hesaplanmıştır! Aralarında Stalingrad’ın da olduğu 5 kent için 35 bomba gerekmektedir. Özetle Rusya’da 25, Ukrayna, Gürcistan, Estonya, Litvanya, Letonya, Özbekiskan ve Kazakistan’da 11 kentin haritadan silinmesi plânları Pentagon dosyalarında hazır halde beklemektedir. Polonya’nın Belostok kenti de 15 bomba atılacak kentler arasındadır.

Söz konusu plânın, Japonya’nın bombalanmasının akabinde yapılan bir araştırma sonucunda, %70 çoğunlukla atom bombasının iyi bir şey olduğunu düşünen ve hükümetin çalışmalarını onaylayan ABD kamuoyunu etkileyeceğini sanmak safdillik olur ama medyada hiç yer bulmadığını söylemek gerekir. 8 Ocak 2018’de İngiliz Daily Star gazetesinde ABD’nin 466 atom bombalık bir stokla Rusya’nın ortadan kaldırılmasını istediği ve bu yönde bir plân hazırladığı haberi geçer İngiliz medyasında.

Teknik olanaklar yetseydi…

Emperyalist sistemin bu konuda ne kadar hevesli olduğunu tahmin etmek hiç de zor değildir. 1947’de Churchill’in Kremlin’i bir atom bombasıyla haritadan silme önerisini ABD’li senatör Styles Bridges’la paylaştığı ve Truman’ın bu konuda ikna edilmesi için senatöre ricacı olduğu bu hevesin göstergelerinden sadece birisidir.

Aslında Truman da en az Churchill kadar isteklidir bu yok etme işinin gerçekleştirilmesi için. Ne var ki, bomba üretimi ABD için bile pahalı bir prosestir ve 1945 sonunda ABD’nin elinde sadece iki bomba vardır! Yine de hızla devam edilir bomba yapımına. 1947’de sayı 13’e, 1948’de 50’ye, 1949’da 200’e çıkar.

Ekim 1949’da Groves’un yerine getirilen General Curtis Lemay SSCB’yi yok etme planını genişletir ve kent sayısını 104’e çıkarır. 220 atom bombası tek seferde atılacak ve 72 bomba rezervde tutulacaktır.

1950 Haziranında ABD’nin elinde kullanmaya hazır 292 atom bombası vardır.

Japonya bombalanmadan önce de ABD’deki nükleer silah çalışmalarından haberdar olan Stalin’in önderliğindeki SSCB, ciddi bir caydırıcılık sergilemek zorundadır ve 1949 Ağustosunda kuzey doğu Kazakistan’da başarılı bir atom bombası denemesi yapılır.

Sovyetler Birliği, 1930’lardan itibaren Hitler’i durdurmak için İngiltere ve Fransa ile birer anti Nazi Pakt imzalamak için elinden geleni yapar. Buna karşılık anti Sovyet ve anti komünist İngiliz ve Fransız başbakanları Chamberlain ve Daladier, “Yatıştırma Politikası” da denilen bir uygulamayla kendi kamuoylarını es geçerek Moskova yerine Hitler’le anlaşma yoluna giderler.

Bu tavrı açıklamak için tarihçiler birçok neden ileri sürmektedirler. Temel iddia, İngiltere ve Fransa egemen sınıflarının, sosyalizm düşüncesinin kendi toplumlarında ve sömürgelerinde etkili olacağı ve hatta bir düzen değişikliğine yol açacağı konusundaki korkularıdır. Mein Kampf isimli kitabında Sovyetler Birliği’ni “Yahudilerin yönettiği Rusya” olarak tanımlayan Hitler’in anti-Sovyet bir haçlı seferine girişeceğinden ise hiç şüphe etmemektedirler. O halde Hitler desteklenmeli, SSCB ile hiçbir yakınlaşmaya girilmemelidir.

Emperyalist Batı’nın bu tavrı sonucunda Stalin, büyük bir saldırıya tam olarak hazırlıklı olabilmek için Almanya ile bir saldırmazlık paktı imzalamak durumunda kalır ve iki yıl içinde Kızıl Ordu Nazilere karşı savaşabilmek üzere silahlanır. 1941 yazında Hitler Sovyetler Birliği’ne saldırdığında Nazilerin tüm askeri araçlarının yakıtı savaşa birkaç ay önce dahil olan ABD tekellerinden gitmektedir!

Sonuç yerine

Dünya Barış gününde yakın tarihin bu bölümünü kısaca anımsamak günümüze de ışık tutmakta. Yerküredeki savaş ve katliamları, faşizmin birçok ülkede yeniden hayat bulmasını, Afrika ve Latin Amerika ülkelerindeki sağ iktidar değişikliklerini ve ABD müdahalelerini tarihsel maddeci bir bakışla yorumlayarak değerlendirmek en doğru yol gibi görünmekte. Emperyalist ülkelerin, doğaları ya da sistemin doğası gereği, başta gelen amaçlarının komünizm hayaletinden kurtulmak olduğu dünden bugüne geçerliliğini koruyan bir olgu.

Bu bağlamda, bilimin “tarafsız” olmadığı ve içinde bulunduğumuz düzende sermaye sınıflarının hizmetinde olduğu yaşananlardan çıkan bir başka sonuç.

Bitirirken, Dünya Barış Günü’nde daha çok sosyalizm ve daha çok sosyalist ülke için mücadeleyi yükseltme talebimizi yineleyelim.