‘Cinayeti unutmadık’

Serpil Güvenç'in “'Cinayeti unutmadık'” başlıklı yazısı 18 Mayıs Cumartesi tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

“Yazgımızdır: yaşanacak
Kaçınılmaz

Sabah güneşinden önce
Dikilir kapımıza karanlık
Alınıp götürülürüz

Yazgımızdır: yaşanacak
Kaçınılmaz
Başka bir ülkede uyanmak elde değil
Yarınımızın
Bugün olduğu bir ülkede”
(Arif Damar)

23 Mayıs 1980’de faşist çetelerin kurşunlarıyla öldürülen Sevinç Özgüner’in nikah şahitliğini de yapmış olan Halim Ağabey’in (Spatar) yoldaşı için yazdığı bir yazıdan ödünç aldım yazının başlığını.

1960’ların Türkiye İşçi Partili yıllarında tanıdım Sevinç Abla’yı. Az ve sakin konuşur, o sımsıkı sarıp sarmalayan bakışlarıyla hissettirirdi sevgisini. Yumuşacık, abartısız bir gülüşü vardı. Nedenini bilmeden rahat edersiniz, içiniz ısınır bazı insanların yanında. İşte onlardan birisiydi Sevinç Abla.

1946’da Tıp Fakültesi’ne girdiğini, 1948’de İstanbul Yüksek Tahsil Gençlik Derneği yöneticiliği yaptığını, paralı eğitime ve Kore’ye asker gönderilmesine karşı kampanyalarda ve Nâzım Hikmet’e özgürlük eyleminde aktif olarak yer aldığını, sonuçta tıp fakültesini terk etmek zorunda kaldığını, 1957’de İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’ne girerek bu bölümden mezun olduğunu, ilerideki yıllarda öğrendim. Annem, gözü kapalı her yere birlikte gidebileceğini söylerdi sevgili arkadaşı “Sevinç”le. Bu sonsuz güven duygusunda, TİP’teki çalışmalarının ve 1966 Malatya Kongresi’ni izleyen dönemde partideki ihraç olayları sürecinde yaşadıklarının etkisinin yanı sıra, Sevinç Abla’nın 1951 Türkiye Komünist Partisi tutuklaması sırasında işkenceli sorgusunda verdiği o büyük sınavın, konuşmama kararlılığının da büyük payı olduğunu düşünürüm.

Sevinç Abla ve Vecdi Ağabey ile TİP’li yıllar sonrasında da görüştük. Benim anılarım daha çok İstanbul’da, her ikisinin de dava arkadaşları olan Naci ve Saadet Ormanlar’ın evinde yoğunlaşıyor. Özgüner ve Ormanlar aileleri Mecidiyeköy’de oturuyorlardı ve evleri birbirine yakındı. Sevinç Abla işe gitmeden önce sabahları Naci Ağabeylere uğrar ve kısacık da olsa arkadaşıyla sohbet ederdi Saadet Abla’nın kahvesinin ya da bir bardak çayın eşliğinde... Tanık olduğum şey, çok güzel bir dostluk ve yakınlıktı. Ortak bir geçmişe dayanan böylesi yoldaşlıkların değerini ve yokluklarıyla gelen boşluğu İlhan’ı kaybettikten sonra daha iyi anladım.

Sevinç Özgüner, yaşamı boyunca ilkelerinden ödün vermedi. TİP’ten ihraç edildi ama hep TİP’e oy verdi. Mücadeleyi hiç bırakmadı, derneklerde ve dergi çalışmalarında yer aldı. ‘70’ler sonrasında kendi meslek odasında çalışmalarını sürdürdü. 52 yaşında hayatını kaybettiğinde, Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi üyesiydi.

Aylardan Mayıs ve 12 Eylül öncesinin o kanlı günleri. Önce arabasının lastiklerini yaktılar. Sonra kapıyı kırarak evlerine girdiler. Tehdit telefonları sürdü gitti. Birer uyarıydı bunlar ama o iki ”eski tüfek”, Sevinç Abla ve Vecdi Ağabey, sadece çocuklarını uzaklaştırdılar evden. Oysa birkaç gün sonra “karanlığın kurşunları” sessiz ve sitemsiz ama mücadeleci, kararlı ve cesur, örnek bir komünisti yakınlarından ve bizlerden koparıp alacak, diğerini ise ağır yaralayacaktı.

Milliyet gazetesinde kızlarıyla ilgili bir yorumu geçti elime Sevinç Abla’nın. “Çocuğum beni uyarıyor. ‘Anne, fikirlerini söyleme. Seni de öldürürler’ diyor. Özgür, cesur çocuklar yetiştiremiyoruz artık. Çocuk şimdiden susmayı öğrendi. En çok buna üzülüyorum” dediğini aktarıyor yazar.

Keşke görebilseydin! Alev ve Işıl, susmadan, cesaretle, o gece yaşanan katliamı, annelerinin aydınlık, özenilesi yaşamını anlatıp duruyorlar. Davanın peşini de hiç bırakmadılar.

Vecdi Ağabey, eşinin ve yoldaşının mezar taşına “Karanlığın Kurşunları Sevinç’i Unutturamaz” yazdırmış. Ne o unuttu cinayeti ve kurşunların önüne atılıp kendisini kurtaran yoldaşını ne de bizler… Barbarlık değil de sosyalizmi görecekse bu dünya insanlığın katlanarak artan alacakları, kapitalizmin temsilcilerinden birer birer tahsil edilecek.

Sen de bunun mücadelesini vermiyor muydun Sevinç Abla?