Türban, KCK, Dink, Darbe, Kadın, Reklam, Edeb Yahu, Domates, Parasız Eğitim

Böyle de başlık mı olur, çorba gibi, diye sorulursa, olmaz diye yanıtlanır. Böyle başlık olmaz. Böyle başlık olmaz da, böyle bir yaşam olabilir mi? El Cevap: Olabilir. Oluyor. Yaşıyoruz. Yaşatıyorlar. İsteyen, başlıktaki sözcükleri artırabilir. İstediği gibi. Biz bu terimlerle tanımlanan olaylar arasındaki bağlantıları kurmazsak, terimler daha çok artar, neden artmasın ki, artmasında, artıranlar açısından bir sorun yok, aradaki ilişkiyi unutursak!

Fatih Yaşlı, soL'daki son yazısında Dil Hapishanesi'ne, benim de çok önem verdiğim ancak ayrıntılandırma sırasına almadığım bu konuya değinmiş, ikidir değiniyor aslında, çok da iyi yapmış, yapıyor. Bir biliminsanı titizliğiyle sorunu irdelemiş, nasıl düşündürülüp hissettirilip konuşturulduğumuzu –çoğunluğun- ortaya sermiş.

Biz de bu önemli soruna, rasgele seçilmiş görünümü veren başlıktaki terimlerle girelim, söyleşelim. Katkılardan yararlanacağımızın altını iyice çizerek.

Türban: Kenan Evren sayesinde yaratılan sorun. Kenan Evren, ülkedeki imam hatip okullarının sayısını yüzlerce katına çıkarırken, üniversitelerde genç kızların türbanla (sıkmabaş, başörtüsü, tesettür?) derslere girmesini yasakladı. Sorun da böyle başladı.
Tıpkı, Kürtçe konuşmayı yasaklayarak Kürtlerin devletle olan ilişkilerini felç etmesi ve Diyarbakır Cezaevi'ndeki Kürtlere bok yedirerek tümünü dağa yönlendirmesi gibi. Bu 'halt', neden yendi? Zbigniew Brzezinski'nin daha önce yediği bir 'halt' uyarınca: Yeşil Kuşak Projesi. Sovyetler Birliği'nin, güneyindeki Müslüman ülkelerde meydana getirilecek ayaklanmalarla yıkılmaya başlanması projesi. Yaşam, bir başka türlü geldi, Sovyetler Birliği'nin başındaki ekip bu ülkeyi dağıttı, Yeşil Kuşak Projesi de yattı. Yani başlangıç amacı için kullanılamadı. O kadar emek, para, entrika boşa mı gidecekti? Zararın bir yerinden dönmek mümkün değil miydi? Mümkündü. Antikomünizmle oluşturulup güçlendirilen İslamcı kadrolar, madem ki o kadar uğraşılmıştı üzerlerinde, bulundukları ülkelerde iktidara getirilecekti. İlgili ülkelerdeki Amerikan dostları ve hayranları öylesine kandırıldı, baskı altına alındı ve kullanıldı ki, tümü bu projeyi, Ilımlı İslam Projesi'ni canla başla destekledi. En büyük desteği veren bir medya grubunun dağılışını ve 'timar'larına el konuluşunu hala izliyoruz. O bile Ilımlı İslam'a yaranamadı. İslam'ı 'ılımlı' hale getirmek için ideolojik çalışma yapmak da Graham Fuller ve Alan Makovsky'ye düşmüştü. Bu ikili, Türkçe'ye de çevrilen ortak yayımladıkları bir kitapta, Kemalizm'in neden yıkılması gerektiğini anlatırlarken, Cumhuriyet'in layıklık ilkesine değinmediler bile asıl dertleri 'Yurtta Barış Dünyada Barış'tı. Bu prensibin değişmesi gerektiğini vurguluyorlardı. Yani Türkiye'nin bölgesinde saldırgan bir politikaya yönelmesini, Osmanlı'yı (şu anda yere göğe sığdırılamayan berbat bir hanedanı) 'ihya' etmesini ve sağa sola asker göndermede –tabii ki Fuller ve Makovsky'nin yurttaşı bulundukları ülkenin politikaları doğrultusunda- tereddüt göstermemesini istiyorlardı. Kemalizm'in yerine, 'Ilımlı İslam' gelecekti, geldi de. 'Ilımlı İslam', Amerikalı uzmanlar tarafından, bir yandan beklenmedik bir İslam Devrimi'yle karşı karşıya kalma ihtimalinin (Koca bir Amerikancı Şah İranı'na İslam Devrimi ile Avrupa tarafından el konulması) önlenmesi, diğer yandan da, kendilerinin uzattığı çanağı yalamada büyük istek gösteren 'İslamcı' unsurları 'kullanmama'nın büyük bir hata olabileceği düşüncesi ile desteklendi. Buna bir de, 'Ilımlı İslam' projesinin, ekonomik kriz nedeniyle de 'gerekli' görülebilecek baskı ve zulmü, doğrudan askeri müdaheleler olmaksızın –ancak tabii ki asker yardımıyla da- yapabilme 'kolaylığı'nı ekleyelim, durumu belki biraz daha açıklamış oluruz. 'Ilımlı İslam' adıyla yutturulmaya çalışılan gericiliğin, İslam'in en temel özelliği, totaliter yani yaşamın tüm alanlarını kapsaması nedeniyle ne tür sonuçlar üretebileceğini diyelim Fuller ve Makovsky pek önemsemediler, totaliter ve baskıcı bir düzen içinde en azından bir bölümünün gelecekte deTürkiye'de yaşaması beklenen 'liberal'lerin kafasını kim karıştırdı? Bunu hangi iktidar yapıyor?

Başlıktaki sözcükler çok, yer az. Elimizden geleni yapmaya çalışalım, devam edelim.

KCK: Demokrasi demokrasi diyenlerin, demokrasiden ne kadar uzak olduklarının, insan haklarına zerrece saygı duymadıklarının kanıtı. Kürt emekçilerinin seçtiği 1800 kişiyi Nazi toplama kampları görüntüleriyle içeri tık, sonra açılımdan söz et. Kuzey Irak'a, Washington-Ankara-Bağdat-Erbil arasında varılan anlaşmayla garantör (Tıpkı Kıbrıs gibi) ol, sonra kendi Kürtlerini dövmene hiç gerek kalmadığı için isteksizce, ne olduğu belirsiz 'açılım'lara giriş, bunu da yarım ağızla yaptığını kimsenin farketmediğini san! Kürtlere baskı yapmaya devam et! Bunu hangi iktidar yapıyor?

Dink: Hrant Dink, Marquez'in Kırmızı Pazartesi adıyla dilimize çevrilen romanı paralelinde öldürüldü. Öldürüleceği biliniyordu, kimin öldüreceği aşağı yukarı belliydi, hiç kimse cinayete engel olmadı ve Dink katledildi. Katil yakında 'Taş Atan Çocuklar Yasası' olarak bilinen yasa uyarınca salıverilecek. Ya bu 'Katil Çocuk'u azmettirenler? Soruşturmaları bilerek isteyerek yönlendiren ve sorumluların yakalanmasını engelleyenler? Hrant Dink, Türkiye'nin bağrından fışkıran bu özgürlük çığlığı boşuna mı çıkmış olacak? Bunu hangi iktidar yapıyor?

Darbe: Askeri darbe anlamında giderek daha az kullanılması, Türkiye'de bir darbe yaşandığı gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Hiçbir askeri darbenin –buna 12 Eylül 1980 Kenan Evren Askeri Darbesi de dahildir- yapamadığı işler yapılıyor, yasama-yürütme-yargı tek elde toplanıyor. Tümümüzün kaderi, bir tek kişinin iki dudağı arasında. Bunu hangi iktidar yapıyor?

Kadın ve Reklam ve 'Edeb Yahu': Türban bağlamında değindiğimiz kadın, AKP'nin ağzından bir türlü düşmüyor. Başbakan, son günlerde de kadın ve reklam ilişkisine kafa yormaya başladı, "Modern dünyada kadının istismarına, bir meta olarak, bir reklam aracı olarak kullanılmasına da şiddetle karşı çıktığımızı burada ifade etmek istiyorum," diyor. Bu sözler, bir reklamcı için farklı, bir gerici için farklı algılar yaratıyor. Bir reklamcı, bundan böyle reklamlarda kadın oyuncu kullanıp kullanamayacağını (Canım Osmanlı! Müslüman kadın oyuncuya asla izin vermeyen!) düşünecekse, bir gerici de Üsküdar'daki bir kuaför dükkanının vitrinindeki (giyinik, sadece saçları yapılmış bunu derken, daha az giyinik olanları tabii 'saldırılabilir' kategorisine almıyoruz) kadın resimlerinin üzerine spray boya ile ve bildiği Türkçe ile 'Edeb Yahu' yazacaktır. Yazıyor da. Tophane'deki galerilerde sergi izleyen kadınlara saldıran gericiler gibi. Gerici saldırganlar yakalanıp adalete teslim edilmiyor. Bunu hangi iktidar yapıyor?

Domates: Çağ atladık, şunu yaptık, bunu yaptık, G 20'ler (dağılma sürecini yaşayan) arasına girdik, merkez ülke olduk, ABD ve AB bize imreniyor falan derken, en temel gıda maddeleri her gün pahalılaşıyor. Ekmek fiyatları yeni arttı, etin, sütün, tereyağının, peynirin, fasulyenin ve en son domatesin, giderek de artacağı görülüyor. Pazarlarda kadınlar –iktidarın sözüm ona baş tacı ettiği- boş fileler, zembillerle dolaşıyorlar, her ikisinden biri AKP'ye oy veren, çalışabilenleri işsizlik nedeniyle sürekli azalan! Bunu hangi iktidar yapıyor?

Ve de, son olarak –yer azlığından- alkışlarınızla:

Parasız Eğitim: Türbanlı kızları 'kalbi'nin neresine koyacağını bir türlü bilemeyen gericilerin bir armağanı olarak, parasız eğitim isteyen kızlar, saçlarından sürüklenerek, tekme-tokat içeri atılırlar. Parasız eğitim istemeyeceksin yani, sesini çıkarmayacaksın. Geliri sınırlı, belki işsiz, çaresiz babanın, annenin yüreği bir de seni okutmak için yanmasın diye uğraşacaksan eğer, saçlarından sürüklenerek hapse konulacaksın. Özgürlükler işte gericiler, liberal geçinen sağcılar-gizli gericiler için böyle bir şeydir, gericiliği doruğa tırmandırmak, İslamcı darbe yapmak için iyidir, hak istemek için kötüdür. Bunu bileceksin.

Ve, 'Bunu hangi iktidar yapıyor?' diye sormayacaksın. Sormayacaksın artık kardeşim. Bir de, sayıları bir elin parmakları kadar olan ve kendilerine ne sıfat –hatta sosyalist bile olabilir bu- beğenirlerse beğensinler, AKP'nin kuyruğuna takılanlara fazla takılmayacaksın. Yapılacak işler, okunacak kitaplar, izlenecek filmler, oyunlar, söyleşecek arkadaşlar, görülecek yerler, tanınacak insanlar, ele alınacak sorunlar, verilecek mücadeleler yeterince var çünkü.

Kafalarımızdaki terimler, bizim terimlerimiz olmalı. Biz, kendimize göre düşünmeliyiz, sınırlı sayıdaki bilgileri kendilerinden menkul siyaset misyonerinin ve onlara 'yardımcı' olmaya çalışan medya görevlisinin tercihlerine göre değil, kendi gündemimizle davranmalıyız. Böyle yaparsak, hangi birimizle baş edebilirler ki? Hem ağacız, hem orman. Hem özgür, hem kardeş. Şair demiş işte.