Savaşa "açılım" yeni aşamasında

'Açılım'ın ne anlama geldiğini, yapabildiğimizce "Açılım, Dağılım, Saçılım" başlığıyla 26 Ağustos 2009 tarihli soL'da yer alan çalışmamızda irdelemeye gayret etmiştik. 'Açılım'ın yeni bir aşamaya ulaştığı gözleniyor. Yeni koşullar, yazımızda belirttiğimiz öngörüleri –üzülerek belirtiyoruz- doğrularcasına, yeni aşamanın özelliklerini de sunuyor. Ülke genelindeki huzursuzluğun ayrıntılarını sıralamak gereksiz, olanlar biliniyor. Demokratik Toplum Partisi DTP'nin Anayasa Mahkemesi tarafından oybirliğiyle kapatılmasından sonra bir olay oldu ki, dünkü soL'da Fatih Yaşlı'nın saptamalarının dışında, üzerinde fazla durulmadı. Bu olay, Demokratik Toplum Kongresi'dir. Kongre, Diyarbakır'da 700'ün üzerinde delegenin katılımıyla toplandı ve ardından bir açıklama yapıldı. Açıklamanın ilk maddesi şöyle:

"Kürt halkının yaşadığı tüm Ortadoğu coğrafyasında DTK (Demokratik Toplum Kongresi) ile gerçekleştirilen birliğin, bir ulusal konferansla tamamlanması."

Medya, DTK açıklamasında yer alan diğer maddelere de değinmedi, sadece toplantı sonrası duyurulan, DTP'li milletvekillerinin istifalarını Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı'na sunacakları haberini öne çıkardı.

DTK açıklamasının ilk maddesi, Türkiye, Irak, İran ve Suriye'de yaşayan Kürtler'in aralarındaki birliği gerçekleştirmiş oldukları ve bunun bu coğrafyadaki Kürtler'in katılımıyla yapılacak bir ulusal konferansla tamamlanacağına ilişkin. Diğer maddeler de, başlıklar halinde, şu şekilde sıralanıyor: "İmralı sistemi yerine ev gözetimi Askeri ve siyasi operasyonlara karşı mücadele Siyasi tutsakların serbest bırakılması Özerk Kürdistan'ı içeren yeni bir anayasa (Türkiye'de) hazırlanması." Bu maddeler yeni değil, sıkça söyleniyor. İlk madde özel Demokratik Toplum Kongresi'nin Kürt halkının yaşadığı Ortadoğu coğrafyasında birlik'i gerçekleştirdiği saptamasını yapıyor ve ulusal konferans öneriyor.

DTK açıklamasının, sadece bu maddeyi duyurmak amacıyla yapıldığı bile düşünülebilir. Konuyu irdelemeye çalışalım. Öncelikle, bu madde, etnik kimliğe gönderme yapıyor. Bildirinin "Kürt halkının etnik, inançsal, kültürel, sosyal ve düşünsel ayrım gözetmeksizin" Kongre kararlarına desteklerinin aranacağını belirterek anılan kesimleri açıklanan karara uymaya çağırması, bir yanıyla olumlu olarak görülebilse de, açıklamanın tümü, böyle bir değerlendirmeyi olanaksız kılıyor. Bildiride sınıfsal hiç bir gönderme yok. Kürtlerin, sadece Kürt oldukları için, etnik kökenlerinden dolayı sorunlar yaşadıkları kabul ediliyor. Bu, kapatılma sonrası yaşananları yeniden ele almayı gerektiriyor. Kürtler, yoksulluklarının, ezilmişliklerinin nedenlerini Kürt olmalarıyla açıklıyorlar. Kürt zenginleri Türkiye oligarşisinde sorunsuz yer alıyorlar, biliniyor. Zenginler arasında, sermaye sınıfında yani, Türk-Kürt ayrımı yok. Ayrım nerde var, Türk ve Kürt emekçileri arasında. Bu emekçi kesimleri, emekçi oldukları için bir araya gelerek haklarını birlikte savunup onurlu bir yaşama yönelmesinler diye, etnik ayrıma tabi tutuluyorlar. Ve de giderek bu ayrımın 'sınırları' çiziliyor. Hem politik, hem toplumsal, hem kültürel ve hem de coğrafi sınırları. Bu sınırlar, bir iç çatışmanın işaretleri. Demokratik Toplum Kongresi'nin bir numaralı kararı ise, bu çatışmanın Türkiye sınırlarını da aşacağının belirtilerini sunuyor.

Bu, bizim 26 Ağustos 2009 tarihli yazımızın son bölümünde vurguladığımız endişeleri tümüyle doğruluyor. Etnik ayrışma, sadece Türkiye içinde değil, dışında da savaş tehlikeleri yaratıyor. Savaş iç ve dış, bir olasılıkla hem iç hem dış etnik kimliklere yaslanmak, bu kimliklerden güç almak, almaya çalışmakla besleniyor. Savaş kışkırtıcıları, insanları etnik kimliklerine ayrıştırarak savaştırmanın kolaylığını biliyorlar. Sömürü, emperyalizm, gericilik asıl sorunlar. Bu sorunlara karşı çıkılırken yapılacak en büyük hata, etnik kimliğe sarılmak. Milliyetçilik, ırkçılık, şovenizm düşünce süreçlerini engelliyor, algılama-anlama-anlamlandırmanın kesintiye uğramasını, düşünme sürecinin beyinle ilişkisini kesip, bu organı bypass ederek ilkel reflekslerin uyarılmasından yararlanmak 'suretiyle' 'iş' görmeyi sağlıyor. Burada sözü edilen 'iş', bölgede uzun süreli savaşlar çıkartıp büyük bir coğrafyayı bölüp parçalayarak şehir devletlerine dönüşü sağlamak, bir anlamda bildiğimiz feodalitenin de gerisine düşürmek. Bunu, yıllar yılı sürecek kanlı bir boğazlaşmayla gerçekleştirmek.

Kürt emekçileri de Türk kardeşleri gibi, oligarşiye dahil olmayan büyük, ezici çoğunluklarıyla, sömürünün, emperyalizmin ve gericiliğin baskısı altındalar. Bu baskıya karşı koymanın yolu, etnik çatışmaları körükleyenlere yardımcı olmaktan değil, tüm oligarşilerin baskılarına emeğin sınıfsal direnişiyle karşı koymaktan geçer. Türk sosyalistleri yukarda sıralananları yıllardır söylüyorlar. Bir Türk'ün ağzından çıkan, Kürt tarafından kabul görmüyor. İşler bu hale sokuldu. Artık sıra Kürtler'de. Kürt sosyalistlerinin, eğer bu kaygıları kabul ediyorlarsa ve de söyledikleri gibi en büyük sorunları bu ülkenin sınırları değilse, sosyalistliklerinin gereğini bugün değil de ne zaman yerine getireceklerini kendi kendilerine sormalarında yarar var. Şovenizmin her türlüsüne karşı çıkmak, doğallıkla her kökenden sosyalistin görevi. Aksi halde, görevlerimizi zamanında yapmazsak, ortada düzeltilecek bir şey kalmayacak, her şey 'düzeltilmiş' olacak zaten. Tam bağımlılığı terfi gibi kabul eden güdümlü, cahil ve yeteneksizler sayesinde çölleştirilmiş bir 'coğrafya'da, sürünürken birbirleriyle karşılaşan insanların aralarında etnik köken tartışmaları yapmayı akıllarına bile getirmeyecekleri 'artık' anlaşıldığında, iş işten çoktan geçmiş olacak.