‘İnsan’ın en yüksek ürünü

“Çağımızda yaşanan teknolojik gelişim, dünya insanlarının şiir okumalarını, şiiri anlamalarını ve sevmelerini sağlayan bir mekan hazırladığı için, bunu gerçekten mümkün kıldığı için değerlidir. Eğer teknoloji, toplumsal devrimlere ya da insanların yaşam standartlarının yükselmesine (şiirin okunması, anlaşılması ve sevilmesine) hizmet etmiyorsa, benim için bunların hiçbir anlamı yoktur.”

Bu sözlerin kime ait olduğunu söyleyeceğim. Nihat Abi (Behram) geçen hafta soL’da şiir üzerine olağanüstü anlamlı bir yazı yazdı. Benim de aynı gün, soL’da yayımlanan yazımın son tümcesi şöyle bitiyordu:

“İnsanların etnik ve dinsel-mezhepsel ‘kimlik’leri istismar edilerek yalnızlaştırılıp içine sokuldukları ve çok sınırlı anlamlandırmalarla zar zor işleyen ‘cam küre’, her yanından çizikler alıyor. Bu çiziklerden biri ya da birkaçı, çatlağa dönüştüğünde, yeni ve anlamaya gereken önemi veren bir düşünce ve duygular süreci, o yalnızları akıl ve yürekle işleyen dayanışmaların oluşumuyla bir araya getirecek ve yeni bir dünyaya yöneltecek kanımca. Sanata, sanatçılara burada olağanüstü büyük görevler düşüyor, bu da bir başka yazının konusu olsun.”

Nihat Abi, benim yazmayı tasarladığım yazıyla bir tuz taneciği katmayı amaçladığım yemeği çoktan hazırlayıp önümüze koymuştu!

Hemen aradım, sağlık haberlerinin ardından teşekkürlerimi sıralamaya başladım. “Selim,” dedi, “Bu yazıma, çok ilginç bir okur mesajı geldi. Sana ileteyim, bir oku.”

Girişteki ‘zaman’sız ifade, 110 yaşındaki bir devrimcinin. Japonya’da yayımlanan Seçme Şiirler (Çeviren: Nobuyuki Nakamoto) adlı kitabına yazdığı, “Japon Okurlarıma” başlıklı önsözün bir bölümü. Meraklı bir okuru, İnan Öner, kitabı bulup önsözü Türkçeye çevirmiş ve bir bölümünü Nihat Abi’ye göndermiş. Bugünlerde Nazım üzerine çok şeyler söyleniyor ‘teknolojik gelişim’ sayesinde var olan medyada. Pop’laştırılıyor nerdeyse gezegenin gördüğü bu en büyük devrimcilerden biri. Oysa O, teknolojik gelişimin birilerinin –hele de kendisinin- poplaştırılmasına değil, toplumsal devrimler ve de şiirin okunması, anlaşılması ve sevilmesine hizmet etmesi gerektiğini vurguluyor tüm zamanlar için geçerli olan sözlerinde. Tüm teknolojik gelişmelere, toplumsal devrime hizmet şartı ve “Şiirin okunması, anlaşılması ve sevilmesi”ne katkı görevi yüklüyor. Aksi halde diyor, “benim için bunların hiçbir anlamı yoktur.”

Şimdi yazacaklarıma eleştiri gelebilir ve gelmelidir. Gelmelidir ki bu konuları tartışalım ve insanca bir geleceğe uzanan yolların taşlarını döşeyebilelim.

Şiir –müzikle birlikte ve bu sanatla iç içe- ‘insan’ın en yüksek ürünüdür. Anlam, anlamlar dile, sese getirme ve bunları gönüller ve yüreklerde kök saldırıp onurlu, özgür, sömürüsüz, baskısız, savaşsız, eşit, adil bir geleceğe yönelmede olmazsa olmaz bir öneme sahiptir.

Şiir üzerine yapılan tartışmaların karmaşıklığı ve bu olağanüstü derin konuda söylenenlerin çoğunluğunun simgesel niteliğinin yoğunluğu, soyutlama düzeyinin yüksekliği kuşkusuz, anlamlar alanına yönelmeyi zorlaştırır bir görünüm verebilir. Ancak hangimiz, “Şahin” sözcüğünü duyduğumuzda o kuşu aklımıza getiririz ki? Şiir, en basit ifadelerinden biriyle, “Şahin” sözcüğünden çıkarılan anlam ve anlamlarla başlar, çokanlamlılığın gücüyle gelişir, ete kemiğe bürünür.

Sere serpe, özgürce seçmelerle Guernica, McCarthy dönemi boğuntulu Amerikan filmleri, günün İran sinemasının başarısı, Beckett’in “Godot’yu Beklerken”i, en olumsuz koşullarda bile insan çığlığının doğrudan olmayan, dolaylı, çokanlamlı ifadelerle duyulabileceğinin örneklerini sunmaz mı?

Sanat düşünce ve duyguların çokanlamlılığın gücüyle ifadesidir ve etkisi, sanat yoluyla ifade edilen anlamların çokluğu –o sanat yapıtından, şiirden alınanların çokluğu- ile gelişir. Herkes, bir sanat yapıtından farklı bir şeyler alır ve ona farklı –bazen, tıpkı üretende olduğu gibi, kendisinin bile bilincinde olmadığı- katkılarda bulunur ve sonunda oluşan ırmak, gelişir, en verimli vadide karşılığını bulur.

Karanlığın içinden aydınlığa çıkılır düşünsel ve duygusal konumunun gerektirdiklerini sanattan başka bir yolla ifade edemeyenlerin sonsuz özgürlüğüyle de...

Kimseye sanatçı olması önerilemeyeceği gibi, içinden, düşünce ve duygularını sanat yoluyla ifade etmek –sadece kendi kendisine ya da topluma- gelenlerin bu yönelişleri de engellenemez, engellenmemeli.

Karanlık, içinden sanat yapmak gelenlerin, sonuç olarak, içinden –beyninden, gönlünden ve yüreğinden- geçenleri sanattan başka bir yolla ifade edemeyenlerin, sanatın, şiirin çokanlamlı olanaklarını en olumlu biçimde değerlendirmelerini önleyemiyor. Bu durum, doğrudan anlatım yerine dolaylı anlatımı, tekanlamlı betimlemeler yerine çokanlamlı betimlemeleri çağırıyor ki, beklenen ve umulan da, kanımca, budur.

Çokanlamlı ürünler sunabilme yeteneğine gelince, yetenek bir kere varsa, bunun geliştirilebilmesi sabır ve çabayla olası, bu da, o kişinin göstereceği yeterliğe bağlı.

En karanlık anlarda, Theodorakis besteleri Yunanlılar’ın gönüllerini fethediyor, daha da karanlık koşullarda, Nazım, Ahmed Arif dizeleri yüreklere umut veriyordu. Samuel Beckett’in
3 Ekim 1954 yılında, Almanya’daki Luttringhausen Cezaevi’ndeki bir hükümlüden, Godot’yu Beklerken –ki bu oyun, önemli metropollerde ilk sergilendiğinde, genel olarak, ‘Muhteşem bir fiyasko’ olarak görülmüştü- adlı tiyatro yapıtını ne kadar sevdiğini ve cezaevinde sahneye koyduğunu ve tüm mahpusların oyunu olağanüstü bir ilgiyle izlediklerini anlatan mektubu almasıyla, ‘yaşamının en büyük mutluluğunu’ yaşadığını belirtmesi gibi. Hiçbir şey anlatmazmış gibi görünürken çok şey anlatmak, çokanlamlılığı, o sanat ürünüyle tanışanların düşünce ve duygularını uçurmak için değerlendirebilmek.

Anlam, çokanlamlılık üzerine söyleşirken, sanatla ilgisi yokmuş gibi görünen ancak bana göre anlatımı çok yüksek düzeylere ulaştıran bir yazıdan, geçen hafta soL’da hocaların hocası Korkut Hoca’nın (Boratav) “Direnme Eylemlerine Devrimci Yorumlar” başlığıyla yayımlanan yazısından söz etmemek, bana göre, olmaz.

Korkut Hoca, andığım yazısında büyük bir özenle seçilmiş sözcüklerle, üzerine kitaplar yazılan ve yazılacak olan koşulları –haddim olmayarak vurguluyorum- betimlemiş ve büyük alçakgönüllülükle sunmuş. Okuyamamış olanlara öneriyorum, okumuş olanlara da yeniden ve sözünü ettiğim çokanlamlılık bağlamında gözden geçirmelerini tavsiye ediyorum. Kitaplar dolusu bilginin birkaç sözcüğe sığdırılabilmiş olması, birkaç dakikalık okuma emeğinden daha fazlasını hak ediyor kanımca.

Bu yazı, ortak sorunları paylaşanlar arasında bir söyleşiye dönüştü. Öyle devam edip bitireyim. Sermaye tarafından güdülen ve kendilerine sermaye tarafından ne emrediliyorsa onu yapanların kendi aralarındaki –görünüşte bile olsa- dayanışmaya imrenmiyorum kesinlikle ancak gezegeni avuçları içine alıp değiştirmek niyetini taşıyanların, birbirlerine ve emeklerine, ürünlerine biraz daha sevgi ve anlayışla bakmalarında büyük yarar bulunduğu düşüncesinde olduğumu da eklemeden geçmeyeyim.

[email protected]