Eşit, Özgür Bir Ülke İçin...

TKP, ÖDP, EMEP ve Halkevleri başta olmak üzere bir dizi örgüt, bu satırlarda ve başka bir çok satırlarda yazılanları yaşama geçiriyorlar, birlikte eşit, özgür bir ülke için "Hayır" toplantılarında on binleri bir araya getiriyorlar. Bu tür bir güçbirliğinin örneklerini görmek isteyenler, bu dileklerinde ne kadar haklı iseler, gerçekleştirilen güçbirliğini sonuna kadar desteklemekten de geri kalmıyorlar, bilinebildiği kadarıyla ellerinden geleni yapıyorlar. Bu gelişmeyi, sosyalist örgütlerin bir araya gelebilmeleri ve ortak eylem düzlenleyebilmelerini, Türkiye'de solun tarihini yeterince bilmeden yerli yerine oturtabilmek ve değerini takdir edebilmek pek kolay görünmüyor. Uzatmadan, girişimcileri bu büyük katkılarından dolayı kutlayalım, eyleme katılanlara yüreğimizi, gönlümüzü gönderelim.

Eşit, özgür bir ülke için "Hayır" demek ne kadar doğruymuş, ülkedeki gelişmeler gösteriyor. Gültekin Çelik, 17 yaşında, Gaziantep'te "Hayır" yazılı tişört giydiği için gözaltına alınıyor, saatlerce özgürlüğünden mahrum bırakılıp, "Artık okul hayatın bitti" denilerek salıveriliyor. Bursa Orhangazi'de Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın konuşmacı olduğu toplantıya başında Cumok (Cumhuriyet Okurları Kulübü) şapkasıyla katılan Sabriye Kan da iki koluna giren polislerce gözaltına alınıyor, ancak iftar saatine doğru bırakılıp aç kalan engelli oğlunu doyurmaya koşuyor. Türkiye genelinde "Hayır" diyen bir çok insanın başına da benzeri 'iş'lerin geldiğini, gelebileceğini düşünmek yanlış olmaz. Komünizmle Mücadele Derneği kökenli, geçmişlerinde Amerikan destekli bu derneğin (ilklerden biri) 'şanlı' antikomünist saldırılarının 'altın' harflerle yazıldığı unsurların yapacağı iş, işte budur. Bu nedenle "Hayır" demek gerekir, bu nedenle "Evet" diyenlerin, hele de bunlar sosyalist bir geçmişe sahipseler, yanlışlarını yüzlerine vurmak zorunluluğu açıktır.

Hayır yazili tişört giyen çocuğu kim, neden gözaltına alır? İlle herkesin dini kurslara mı yazılması gerekir, böyle bir anlayış demokrasiyle nasıl bağdaşır, ilgilisine 'demokrasi' dendiğinde pis bir gülümseme ile karşılaşmak kader midir? Yönetim, ne yaptığını biliyor, ülkeyi adım adım ele geçiriyor, kendince 'devrim' yapıyor diyelim, kendisine solcu, devrimci, sosyalist, komünist diyenlerin, sayıları bir elin parmakları kadar az bile olsa, "Evet" diyenlere katılmakla ne yaptıklarını bilip bilmedikleri sorulmasın mı? Hele 12 Eylül Anayasası'na karşı olma bahanesi, bu insanları ne ölçüde ikna edebilmektedir?

Bu sorular, bilinmeli ki, önümüzdeki süreçte çok sık yinelenmeyecektir, yinelenemeyecektir. Buna zaman ve enerji harcanamayacaktır.TKP, ÖDP, EMEP ve Halkevleri'nin öncülük ettiği mücadele, büyük olasılıkla ve bizlerin de çabalarıyla sürece damgasını vuracaktır ve ilginç olma ihtiyacıyla da bugün "Evet" diyenlerin gelecekte neler söyleyebileceklerine artık hiç kimse herhangi bir önem vermeyecektir. Doğrusu da budur. Siyasal İslam'ın ülkede yaşamın her alanına el koyma girişiminin demokrasiyle uzaktan yakından ilgisinin bulunmadığı bir kez iyice anlaşıldıktan sonra, insanların temel sorunlarının çözümüne yönelik mücadeleleri ağırlık kazanacak, bu süreç, politikleşmenin hızlanmasını da beraberinde getirecektir.

Piyasacılığın, bağımlılığın ve gericiliğin baskısı altındaki insanlarının ayakta tuttuğu bu ülke, cehalete ve karanlığa terkedilmeyecektir. Bir avuç asalağın, kendi çıkarlarının devamını büyük çoğunluğun çıkarına uygunmuş gibi göstermesi, gösterebilmesi kepazeliğine mutlaka son verilecektir. Verilecektir, çünkü gençlik, açıkça görülmektedir ki, etkin bir biçimde –ille fiziki olmayabilir karşı koyuş, kendisini kandırmaya çalışanlara yönelttiği alaycı bir gülüş de aynı sonuca yöneliktir- bu kepazeliğe direnmektedir. Önemli olan budur. Ülkenin geleceğinin anahtarını, yönetim, elinden düşürmüştür.

Bu anahtar eşit, özgür, adil bir sürecin başlangıcının kapısına yönelmiş bulunmaktadır. Geleceğe duyduğumuz güvenin nedeni işte budur. Emekler, kesinlikle boşa gitmiyor, ancak toplumsallığın kendi zamanını yaşadığını da gösteriyor. Her şeyi hemen şimdi isteyenler için geç kalmak bir eksikliktir, ancak birlikte davranabilmenin de kendi koşulları var. Bu koşullar geliştikçe, ürünlerini, renklerin en güzelleriyle sunuyor, geliştirebilmeyi hepimize bırakıyor.