Zenginlerin rehaveti

Osman Çutsay'ın “Zenginlerin rehaveti” başlıklı yazısı 14 Mart 2013 Perşembe tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Neoliberal dönem, postmodern çağ, adına ne dersek diyelim, reel kapitalizmin acımasızlığını, eşitlik ve özgürlükten uzaklığını saklamak için artık kimse kılını bile kıpırdatmıyor. Bu çirkinliği, acımasızlığı, haksızlıklar silsilesini aynen göstermek ve bizzat içinde yaşamak neden bu kadar kolay? Halklar yeterince uyuşturulabildiği için mi?

Yönetenlerin pervasızlığı, sosyalizmin geri itildiği bir yüzyılda doğaldır. İleri bir sanayi ülkesindeki Berlusconi ile görece daha geri bir ülke olan Türkiye’nin ya da çok ileri bir sanayi ülkesi olan Almanya’nın yönetici malzemesi, köklü hiçbir fark içermiyor. “Mal aynı mal” diyenler haksız sayılmaz.

İyi de, şu vahşi kapitalizm manzalarından neden hiç çekinilmiyor?

Bir yanıt, sosyalizmden geri kalan dünyada buna zaten gerek duyulmayacağı olabilir. Modern zamanlarda insanı sadece sosyalizm diri tutabilir. Reel sosyalist bir seçeneğin bulunmadığı bu dünyada, insan malzemesi yeterince bozulmuştur, dolayısıyla plütokraside (“zenginler egemenliği”) yönetenlerin artık bir şeyleri saklama gereği duymaması olağandır.

Ama vahşi kapitalizmin felsefesini yeniden üreten çağdaş demokrasi veya kapitalizmin bu pervasızlığını, yine de tümüyle açıklamış olmuyoruz.

Avrupa’nın tam ortasında, Almanya-Fransa hattında diyelim, alt gelir gruplarından, hatta açıkça yoksul sayılan yüzde 20’lik kesimden insanlar, tıpkı 200 yıl önceki gibi, iş bulabilirlerse bütün gün çalışıyor ama karınlarını ve ailelerini doyuramıyorlar. Bu, vahşi kapitalizmin ve ilk sermaye birikiminin de tipik özelliğiydi. Atomize bir toplumun televizyonlu mekanları, tüm “isyan cerahatini” almış görünüyor.

Belki de işverenler, bu insan malzemesine güvendikleri için ellerindeki kartları çok açık oynuyorlar. Kuşkusuz birçok şey saklanıyor yine ama halkı 25 yıl önce ayaklandırabilecek sahneler de açıkça sergileniyor.

Almanya’ya bakalım: Faşistler ortalıkta dolaşıyor, NPD gibi neo-nazi partiler devletten milyonlar alıyor, bu arada kökleri Türkiye’de emekçi insanlar işyerlerinde resmen infaz ediliyor (“Döner Cinayetleri”), toplumun sesi bile çıkmıyor. Neo-nazi beyinsizlerin varlığı, baskıcı devlet ve toplum biçimi için bir tür katkı malzemesi. Sendikalar, neredeyse beşiği sayılacak Almanya’da başka yerlere göre hâlâ yüksek üye sayısına rağmen, tüm etkisini yitirmiş durumda. Eşitsizlik doludizgin, her yerde ve aynı şekilde özgürlük tüm kamu alanlarında, hatta en özel alan yatak odalarında bile sıfırlanmış görünüyor. Gelişmiş sanayi toplumu, gıkını çıkarmıyor.

Kapitalizm, çirkinliklerini gizleyecek bir maskeye ihtiyaç duymuyor.

Belki de demokrasi, yaşadığımız bu acı eşitsizliğin ve insanların yatak odalarında bile izlendiği, halkın iktidara paspaslık yapmak dışında bir işleve sahip olamayacağı rejimin adıdır.

Fakat kapitalizmin hiçbir maskeye ihtiyaç duymadığı bu rezaletler perdesinin bir yerden yırtılması gerek. Bunun Almanya-Fransa hattında ve kısa vadede olmayacağı rahatça ileri sürülebilir. Anlaşılan perde, kenarından yırtılacak veya ateş alacak. “Avro yoksulları” sadece bir işaret.

Unutulmaz “zayıf halka” çözümlemesi 100 yıl sonra da günceldir. Modernlik böyle bir şey.