Yerleşik sisteme isyan?

Bizi ilgilendirmemesi mümkün değil. Türkiye, Almanya için çoktan bir iç politika unsuruna dönüşmüştür madem, her gelişmeyi iki yüzüyle düşünmek zorundayız. Berlin’de yaşananlar, biraz da bizim hikâyemizdir.

Dün kurultayları sona erdi: Almanya’nın üçüncü büyük partisi, AfD (Almanya için Alternatif), şimdilik muhalefette kalmayı önemseyen, ama yakın bir gelecekte iktidara talip olduğunu dillendiren, bazı sol söylemleri “içselleştiren” bu yeni sağ parti, isteyen bizdeki bir “başarılı” gazetenin yolunu ve kimliğini çok fazla andıran bu partiye “Sözcü Partisi” de diyebilir, İslam’ı, Almanya’ya yabancı unsur ilan etti. Ezan ve minareye, burkaya falan da izin vermeyeceğini ekleyerek... Son rakamlar bir türlü açıklanmıyor, ama birkaç yıl önce 4.5 milyon Müslüman’ın yaşadığı ileri sürülen ve geçen yıldan beri 2 milyona yakın Müslüman mültecinin de giriş yaptığı belirtilen bir ülkeden söz ediyoruz. Neresinden bakılsa 6 milyonluk bir insan grubu, bir biçimde hedefe konulmuş oluyor. O kitleye göre siyaset tanımlanıyor. Sadece Alman siyasetinin değil, artık bütün AB’nin dinselleştirilmiş bir siyasetin kucağında olduğunu görüyoruz.

Bu iş burada bitmez.

Avrupa’nın hegemon ülkesinde, kıtanın en büyük ekonomik gücünde böyle bir cephenin etkisiz kalması mümkün değildir. Alman sermayesinin de bir şaşkınlık yaşadığını gözlüyoruz. “İslami pazarlara” girmelerinde sorunlar yaşamaya başlayacaklarını biliyorlar. Hemen değil tabii...

Ama biz başka bir şey sorabiliriz: Yerleşik sisteme gerçekten bir isyan mı söz konusu?

“Sözcü” denilen gazete yerleşik rezil medyaya bir isyansa veya gerçek adı MHP (M) olması gereken ve son dönemde içindeki son tek tük solcuları da tasfiye eden Erdoğan Partisi, şey, Vatan Partisi bir “muhalefetse” eğer, eh, AfD de öyle görülebilir. Ama asıl mesele, Türkiye’de başarılı olamayan particiliğin emperyalist merkezlerde başarılı olabilmesidir. “Sözcü” kadar iyi satan bir yayın organları yok henüz bu eğilimin, ama partileri Türkiye’dekinden kat kat başarılı. Eşitsiz ve bileşik gelişme yasasının cilveleri, diyelim...

Yine: Yerleşik sisteme ciddiye alınabilecek bir isyan var mı ortada ve bu, her yerde aynı mı? Sadece suyun başında duranlardan, büyük sermayeden söz etmiyoruz. Yönetilen yoksul yığınlardan da söz ediyoruz. Örnek: Metropollerdeki (Berlin, Paris, Brüksel vs.) yoksulların davranış biçimleriyle bağımlı ülkelerdeki (Atina, Sofya, İstanbul) yoksulların davranış biçimleri aynı olabilir mi?

Olamıyor. Farklılar. Galiba birbirlerine zıt olmaktan çok, birbirlerini tamamlayan bir süreç karşısındayız. Birbirlerinin ayaklarına basabilirler, ama “sistemik” bir karşıtlıktan söz edemeyiz. Bunu görmek ve söylemek için fazla okuyup yazmaya elbette gerek yok. Galiba tersi: Liberal zehirle okumuş yazmış olanlar, burada, özellikle bilgi üretimi ve dağılımıyla ilgili kesimleri (aydınlar ve teknokratlar) birbirine, şu ya da bu biçimde, benzetebiliyorlar. Maymun üretim sistemi, metropol uşaklığını ve onunla nedense anlaşamazmış gibi rol kesen kirli Türkçülüğü, aydın olmak diye satabiliyor. Sadece komünistleri birbirine benzetmekte güçlük çekiyorlar. Çünkü sermayeye uşaklığı demokrat komünistlik olarak satanlar, dirençlilerce engellenebiliyor ve bu, genel bir tanımı zorlaştırıyor. Bir tek bizdeki KP’yi değil, komşumuzdaki dirençli ve kitlesel komünistler (YKP) veya Portekiz Komünist Partisi ile Fransa’daki veya başka metropollerdeki birçok komünist partiyi, grubu vs. birbirine nasıl benzetebilirsiniz? Direnç, buralarda kendisini unutturmayacak kadar iş bozucu bir güce hâlâ sahip. Türkiye’ye ve bize hiç girmeyelim şimdi...

İyi de, ekonomi ile siyaset düzlemleri arasındaki etkileşimin kör kör gözüm parmağına denecek ölçülerde, birbirinden koptuğuna mı tanık oluyoruz?  Ne demek istediğimizi örnekle anlatalım: Krizin bitmek bilmediği Avrupa’nın sahibi bir ülkede, bütçe açık falan vermez, daha doğrusu vergi gelirleri, bütçe ve dış ticaret fazlası, tıpkı mülteci sayısı gibi aralıksız yükselirken, işler nasıl çıkmaza girer, bunu yaşıyoruz. Almanya, süper güç olmasa da, bir dünya gücü haline geldiği son 30 yılda bu tuhaf çelişkiye güzel bir örnek sunuyor. İhracat şampiyonluğu başa bela olabiliyor. Önceki gün ABD’nin, Alman ihracatının neden ABD’den yapılan ithalatı katladığını kurumsal düzeyde araştıracağı haberi de ajans haberlerine değip geçti. Yaparlar. Birkaç yıl içinde dünya otomotiv liderliğine oturmayı hedefleyen VW’ye neler yapıldığı sadece bir küçük örnek.  Kapitalizm, merkez şişerken, ciddi bir krizden geçiyor.

Avrupa’yı neredeyse sanayisizleştiren Almanya’da sermaye inanılmaz bir birikim yaşarken, yoksullaşma artıyor. Birikim, alt gelir gruplarına yansımıyor, çünkü neoliberal cennet, emek harcamalarının düşük maliyet kalemi olması sayesinde var: İçeride ücretler düşük olursa, dar gelirliler kemer sıkarsa, emekliler sürünürse, ülkenin ve büyük sermayenin dünya ölçeğinde bir güç olabileceğini herkes biliyor. Fakat bu, korkunç boyutlardaki sermaye birikimini çok daha kırılgan bir hale getiriyor. Berlin elitleri zenginleştikçe hem içeride aşağı katmanların hem de Batı ittifakı içindeki dostlarının hedefine oturuyor. Birikim, içeriden ve kendi aktörleri üzerinden yaralanabilir haldedir.

Şu, doğrudur: Metropoller zayıf halkalardan, geçmişte olduğundan çok daha çabuk ve derinlemesine etkileniyorlar. Tuhaf olan, ekonomideki rakamlar şaşırtıcı başarıları örneklerken, toplumun birden bir uçurumun kenarına gelebilmesidir. Tansiyon, ölümcül cilveleriyle, olmadık oyunlar oynayabiliyor.

Metropol işçisi, kendi çalışma alanı dışından gelecek rekabete korkunç tepkiler verebiliyor. Neoliberal dar kafalılık, yüksek bencillik katsayısı, toplumu bir arada tutma iddiasıyla, aslında büyük bir yırtılmaya karşılık geliyor. Her grubun başka benzemezlere yönelik tepkileri açık bir düşmanlığın önünü açıyor. Yaklaşık 40 yıldır halkların ve işçi sınıflarının beynine işlenen neoliberal barbarlık ideolojisi etkisiz kalmıyor. Tıpkı bizde de 14 yıllık bir İslamcı iktidarın etkisiz kalmasının, işçilerin ve geniş halk kesimlerinin beynine işlememesinin mümkün olmadığı gibi. Bunlar yıkılmadıkça kitle tabanları genişliyor.

Kapitalizm yıkılmadıkça, sosyalizmin kurulması zorlaşıyor. Kapitalizmin çelişkileri, sosyalizmi çağırmıyor. Eğer bu canice çelişkiler, krizde, dışarıdan ve bağımsız bir programla müdahale edilip gerektiğinde bir emrivakiyle devrimci iktidar için kullanılmazsa, sosyalizmin ertelenmesine yol açıyor.

Sermaye, bunu AB maymunu tatlı su solcularından çok daha iyi biliyor.