Yeni muz cumhuriyetleri

Eğer Batı demokrasisi, üzerinde herkesin anlaştığı değerler üzerinde yükselen bir şeyse, eh, “her arzın kendi talebini yarattığı” ileri sürülen bir toplumsal sistemde buna da inanılabilir, bir büyük yıkımla karşı karşıya bulunuyoruz: Amerikan gizli servisinin (NSA), Almanya’da, teorik olarak, dinlemediği veya özel hayatı hakkında bilgi alamayacağı bir yönetici yok öyle anlaşılıyor. Edward Snowden, bir dünya sistemini sarsıyor. Çünkü, bırakın “yönetici takımını”, artık herkes bu büyük gözaltının
oyuncağı.

Filtrenize bağlı olarak, istediğiniz konuda istediğinizi yakın takibe alabilirsiniz. Orwell ve 1984, gülünecek kadar basittir artık. Dünyanın efendileri böyle düşünüyor olmalı. Güçlerinin sınırını, başka faktörler belirleyecek.

Ama, doğrusu, her ay, en az yarım milyar telefon ve internet bağlantısının yabancı bir istihbarat servisince kayda alınabildiği bir ülkede, ilk çökecek olan şey, bu anlamsız, irrasyonel “demokrasi” inancıdır. Herhalde öyledir: Akıldışı ve bir tür din olduğu için, içerdiği büyük çelişkilere rağmen, belki tam da bu çelişkiler nedeniyle kendisine yönelik inancı ve bağlılığı bir süre daha koruyabilir.

Egemen akıldışılığı, ancak akılcı bir seçenekle geçersizleştirebiliriz. Somut ve eşitlikçi bir seçenekle...

Peki, sahnedeki irrasyonelizmin ve yaşananların, nazizmlerden, faşizmlerden falan ne gibi bir nitel farkı var? Şimdilik bir “kan farkı” olduğu söylenebilir. Bir de eski kurbanların efendiliğe geçiş yaptığı ve yeni kurbanlar yaratıldığı eklenebilir. Horkheimer ve Adorno da görmüşlerdi: Geçmişte Yahudilere reva görülen, biraz form değiştirerek, yarın başkalarının kaderi olabilirdi. Günah keçileri ve roller değişebilirdi. Şu sıralarda birilerini terörist olarak yaftalamak yetiyor örneğin.

Dolayısıyla, metropollerde henüz kan akmadığına bakıp, insanların etnik veya dinsel kimlikleri nedeniyle toplama kamplarında imha edilmediğini ileri sürerek, “Arada çok fark var” diyenler çıkabilir. Ama o kadar kolay “kabulcü” olmamakta yarar var. Çevrede akıtılan kanları hesaba katarsak, işler karışıyor çünkü. Kendisi de uçuruma sürüklenmiş Türkiye’nin güneyindeki kan gölüne, Arap dünyasına bir göz atmak yeterli.

Biz Almanya’da kalalım: NSA memleketin her köşesini gözetim altında tutuyor diye, muhalefetten sürekli fırça yiyen, ama muhalefetin de en az kendisi kadar bu denklemde payı olduğunu bilen Angela Merkel’in tavrından bazı sonuçlar çıkarılabilir. Avrupa’nın hegemon ülkesi, dünyanın en büyük birkaç gücünden biri, kendisine bir muz cumhuriyeti muamelesi yapılmasından, en azından yönetim katında, pek şikayetçi görünmüyor. Böyle bir aşağılamanın sonuçsuz kalacağını söylemek güç. Gerçi bu izlemenin boyutlarını bilemediğini söylüyor Başbakan Merkel, ama her yeni gün, Berlin’in bu Amerikan gözü ve kulağını çok iyi bildiğini, hatta birlikte çalıştığını ortaya
çıkarıyor.

Bu aşamada şunu söyleyebiliriz: Berlin ve Ankara’nın Washington karşısındaki rolleri pek farklı değil. Ama ağırlıkları çok farklı.

Büyük Almanya, bu muameleye sığmayacak kadar şişti, ABD’nin ise gücü yetmiyor artık. Burada bir dengesizlik var.

Ankara, içeride cumhuriyeti yıkarken, Amerikan uşaklığını halka ve geçmişteki aydınlanma çabalarına sığıştıramıyor. Tepkiler büyüyor.

Yeni “muz cumhuriyetleri” yeni dengesizlikler doğuruyor.