Yahu resmen yanıyoruz!

Dünya alevler içinde. Birleşmiş Milletler eski Genel Sekreteri Kofi Annan, hafta sonunda Münih’teydi ve ülkenin en itibarlı gazetelerinden birinin, Süddeutsche Zeitung, manşetinden resmiyle bağırdı: “Her yerde savaş var." İyi. Bunu Batı’da bilmeyen kalmadı zaten. Peki, Türk ve Kürt politikasının, “sol” versiyonları dahil, bu yangının farkında olduğunu, yaşadıkları toprakları ve üzerinde yaşayan halkı bir biçimde korumaya alma niyeti taşıdıklarını söyleyebilir miyiz? Zor.

Emperyalist merkezler dizginleri elden kaçırmamaya çalışıyor. Ama güçleri de yetmiyor.

Geçmişten bu yana Batı ittifakı için “usturuplu” cephe çağrıları yapmakla ünlü, birçok sosyalist için açık bir savaş kışkırtıcısı Münih Güvenlik Konferansı Başkanı Wolfgang Ischinger, bu yılki toplantılar çerçevesinde açık konuştu. Dünyanın parça parça olduğunu, uluslararası düzenin çözülme belirtileri gösterdiğini ilan etti.

Münih Konferansı, Ukrayna nedeniyle, bu yıl tansiyonu bayağı yüksek bir ortamda cereyan etti. ABD ve Almanya Avrupası’nın Ukrayna nedeniyle ikiye bölündüğü bile yazıldı. Almanya Başbakanı Angela Merkel’in ve Dışişleri Bakanı Steinmeier’in Ukrayna’nın silahlandırılması planlarına karşı çıkması, bu yorumu boşa düşürmedi tabii. Fakat Türk Dışişleri Bakanı’nın konferansa İsrail bahanesiyle katılmama “cilvesi” kimseyi ilgilendirmedi. Medya konuyu tartışmaya falan açmadı; İsrail’le kapalı kapılar ardında can ciğer kuzu sarması Erdoğan hükümetinin, böyle danışıklı dövüşlerle tribünlere, özellikle de dinle uyuşturulmuş Türkiyeli müşterilerine oynadığını iyi öğrenmişlerdi. Tınmadılar bile. Ama..

Ama bir mesele iyice açıklık kazandı: Dünya bir savaş histerisi içinde ve bu histerinin giderek derinleşip yayılacağı anlaşılıyor. Kan her yerde ve böylesine pervasız sermaye hesaplarının durdurulacağı da yok kısa vadede. Asıl önemlisi ise Asya’nın, Rusya ve Çin üzerinden, dünya sistemine açık sinyaller vermesi oldu. Asya’nın karşı çıktığı hiçbir şeyi, Batı doğrultamıyordu.

Biz, bize bakalım.

Türkiye yukarıdan ve aşağıdan açık savaşla, çevresinde ise içsavaşlar veya o boyutlarda silahlı çatışmalar ya da toplumsal hareketlerle, bir yangının içinde kendi felaketine, kanlı bir çözülüşe doludizgin koşuyor. Bir savaş düzeninde demokrasi oynayanlar, sadece Türkiye’deki üçkağıtçılar değil, tüm dünyada ve özellikle de bizim bölgemizdekiler, frenlerin boşaldığını ve duvara çarpmak üzere olduklarını fark ettiler. Ama geri adım atamadıklarını da fark ettiler. Doğu’nun eli, Rusya, Çin ve İran başta olmak üzere, giderek güçleniyor.

Kırım’dan önce, ABD’yi iyice dağıtan bir Suriye var sahnede. Rusya’nın desteklediği Esad, ABD’nin askeri müdahale planlarını yüzüne çarpmayı başardı. Erdoğan’ın miadı sadece AB ülkeleri değil, Doğu hükümetleri nezdinde de doldu böylece. Cumartesi günü istediği kadar Rusya (Gazprom’dan Aleksey Miller) ile 180 kilometrelik “Türk Akımı”nın doğalgaz güzergahını saptamış olsun Ankara (Enerji Bakanı Taner Yıldız); Moskova, Suriye’de ABD’yi rezil ve Erdoğan’ı da tahtından edecek bir başarının sahibidir. Benzer bir kaderi Ukrayna’nın beklediğini söylemek yanlış olmaz şu andaki güçler dengesine bakınca...

Bu, ne demek?

Bu, dünya, ama özellikle Türkiye’nin tam göbeğinde yer aldığı coğrafya, artık savaşsız ve içsavaşsız bir çağı dürbünle arayacak demektir. Rüyalarında bile göremezler. Zaten Münih’teki konferansın ilk kez bu yıl yayımlanan broşüründe, açıkça dünya devletlerinin yüzde 46’sının bir veya birden çok silahlı çatışmaya sahne olduğu ilan edildi. Bu rakamlar 2013’ün ve muhtemelen 2015’ten itibaren çok daha hızlı yükselecek... Birkaç yıl içinde dünya devletlerinin yarıdan fazlasının savaş hali yaşayacağı anlaşılıyor... Buna Üçüncü Dünya  Savaşı dememek için ne gibi argümanlarımız var? Yok.

Kofi Annan’ın “Her yerde savaş var!” diye bağırması boşuna değil. Bu, Batı ittifak sisteminin de eski temellerinin çökmesi demektir.

Adamlar, yani sadece solun değil “Batı’nın çıkarlarını iplemeyen” her Doğulu’nun da düşmanı bu emperyalist demokratlar dünyadaki düzenin çöktüğünü bağırırken, bizde sivil toplumlu, bol demokrasili ve insan haklarına “gerçekten” saygılı bir özgürlük vs. çağrısıyla falan yıkımımıza çözüm bulunacağı mı sanılıyor? Ya da felaketimizi hazırlayanlarla işbirliği yaparak sandıktan feraha çıkacağımızı düşünenler mi var?

Savaş ve içsavaş, artık Türkiye’nin tek kaderidir. Yeni ve sol bir Türkiye, istense de istenmese de, bu savaş ve içsavaş çemberinden çıkarılacaktır. Bunu bu ülke halkının düşmanları çok iyi görüyor; 1989/1990’dan beri biriktirdikleri deneyimlerle, mafyatik, neoliberal, etnik-dinsel gerilimlere dayalı bir yeni kapitalist düzen, paramparça edici bir çözüm (“parçacıklar siyaseti”) kurgusu peşindeler. Halkları delirtmeyi, her dili/kültürü komşusuna düşman etmeyi başardıklarına, hatta birlikte yaşamama yemini ettirdiklerine inanıyorlar. Sosyalizmi ezip geçen etnik ve dinci delilik, tek geçerli siyasi araç artık.

Böyle bir ortamda, liberal sürünün demokrasi taleplerine/yalanlarına cevap yetiştiremezsiniz. Sivilliğiniz, “demokratlığınız” sadece felaketin derinleşmesini sağlar. Belki halkın somut ihtiyaçlarının nasıl karşılanacağını adım adım gösteren bağımsız ve ortak bir iktidar programıyla bir şeylere ulaşabiliriz. Malum, halklar ilelebet ahmaklaştırılamıyor; bir yerden bu karanlığı yırtan kıvılcımlar mutlaka çıkıyor: Bu kadar sürtüşmeden kıvılcım çıkmaması aklın doğasına aykırıdır.

Münih, sürtüşmelerin aldığı boyutlar hakkında yeni bir fikir verdi: Yanıyoruz!

O halde iki soru ekleyebiliriz: Komşudaki dostlarımızın, komünistler dışında, bu acı gerçeği ne kadar fark ettikleri birinci sorudur. Bizdeki sosyalist solun bu korkunç çöküşün gereklerini nasıl yerine getireceği de ikinci soru...

Ülkeyi Erdoğan’la onun Kılıçdaroğlu, Bahçeli, Demirtaş, hatta Perinçek gibi sadık muhaliflerinin insafına bırakmak...

Farkında mısınız, artık kimse Haziran’ın adını bile anmaz oldu...

Ananların da ezici çoğunluğu “sivil ve demokrat bir renge boyayarak” yapıyor bunu.

Felaketimiz tezgahtadır.