Ya ne yapacaklardı?

Solculuk adına toz kondurulmayan partiler, bizi hiç şaşırtmayan, ama ne kadar milliyetçi ve dinci varsa onlarla el ele “devrimci milletvekilliği” avına çıkanları pek şaşırtan açıklamalarla seçimleri noktaladılar. Avrupa’yı da şaşırttıkları söylenebilir. Medyaya bakarak söylenebilir. Örneğin, Ankara’yı kendi uhdesinde sayan Alman medyası, Erdoğan’ın bu kolay galibiyetini, muhalefetin de sonucu hemen kabullenmesini ilk etapta tedirginlikle karşıladı.

Sonra bu hava değişebilir, anlaşabilirler. Ancak şaşkınlık ortada.

Avrupa yakın takipte. Özellikle de Almanya yakın takipte. Bu seçimlerin adil olduğunu düşünen bir Avrupa medyasından ve kamuoyundan söz edemeyiz, en azından ilk izlenim “Yahu bu Türkler böyle işte, ne yapalım?” şeklinde. İyi de, kriz Avrupa’nın en zengin hegemonu Almanya’ya teğet geçmiş değil ki... Angela Merkel her an hükümeti dağıtabilir.

Türkiye iyice eğikleşen bir “sath-ı mail”de ve Ankara, gelen depremi görmek istemiyor. Avrupa, daha doğrusu Almanya Avrupası, bu sonuçları nasıl karşılayacak? Mutlu olacak mı? Umurunda mı?

Biraz bekleyip görmek istiyorlar.

Biz ise baktığımız zaman şunu görebiliyoruz: Soldan ve sağdan Alman medyası, seçimler sonrasında Ankara’nın dış dünyadaki ilk dış irtibat merkezi Berlin’in gölgesinde, anlaşılan seçimlerin tam bir manipülasyon olduğuna inanıyor; belki de biliyor. Ama Erdoğan’ın ülkeye yoğun bir çatışma ektiği, her türlü yolsuzluğun üzerinde yükselen son seçimlerin ülkeyi daha bir böldüğüne de işaret ettiler. Yerleşik Alman medyası, seçim sonuçlarının kolay kabulüne inanmakta, gece yarısından sonra bile güçlük çekiyordu.

Belki de en çok CHP ve Muharrem İnce’nin açıklamalarına şaşırmışlardır. Havlu atmanın da bir süresi olduğunu düşündükleri için olabilir. Ama her türlü üçkağıdın döndüğünü çocukların bile gördüğü bir sözde seçimin sonuçlarını kabullenmekteki bu aceleciliğe, “Tamam, bunlardan da Erdoğan karşısında bir şey çıkmaz” yaftası yapıştırmak zorunda kaldıkları anlaşılıyor. Son haftada İnce’nin kitlesel mitingleri nedeniyle bir “Acaba?” duygusu sahne almıştı. Ama aynı Muharrem İnce, bu duyguyu hemen iptal edebildi. Federal Almanya’da ve seçim gecesi saat 01.00 itibariyle şu söylenebilir: Bir süre daha, kavgacı bir İnce resmi Türkiye siyasetinin değerlendirilmesinde dikkate alınmaz.

Ama soruların ardı arkası kesilmiyor. Bu kadar manipülasyonla HDP’nin oylarını -misal- yüzde 9,8 göstermek de mümkündü, ama bu partinin baraja takılmamış olması başlı başına bir soru. Burada HDP’nin taban desteğinin daha yüksek olduğu gerçeğini tartışmıyoruz, Ankara’nın HDP’yi sistem dışına itmemek için özel bir çaba gösterdiğinin Batı Avrupa başkentlerinde çoktan kayıtlara girdiğini hatırlatıyoruz. Başka bir şey oluyor.

Erdoğan, dar kafası ve dünyasıyla birkaç gün için derin bir nefes alabilir. İnce’nin de Kılıçdaroğlu kumaşından olduğunu gördü. Rahatladığı anlaşılıyor. Her muktedir böyle yanılsamalar yaşar ve hiç ummadığı bir anda acı gerçekle karşılaşıverir.

Türkiye artık yönetilemez bir ülkedir. Kriz çok derinde ve fena vuracak.

Galiba kitlelerin harekete geçmeye hazırlandığı bir coğrafyadır. Her şey bir kıvılcıma bakacak kadar gergin, yanıcı... Ancak örgütsüzlük henüz aşılmış değil.

Etkin kitle, sokakların havasını koklayan kitle, başka bir iklimin ürünüdür ve içine doğduğu iklimi daha da değiştirir, değişmeye açıktır. İnce’nin mitinglerine katılan kitle dinamiği, büyük bir endişe yaratmış olabilir. Buna, ileride döneceğiz.

Krizdeki Türkiye dağılmış bir madde artık.

Bu dağılmanın solu etkilememesi mümkün değil. Sosyalist bir hükümet dışında bu toprakların hiçbir şansı kalmadığını ileri sürenlerin ne kadar haklı olduğunu acı bir biçimde derimizde hissedeceğiz.

Ortada bir oyun var ve bir de bizim gibi “dışarlıklılar”. Bu oyun dışarıdan girip masa tekmelenmedikçe sürer gider. Biz yokuz.

Yani biz varız.