VW’den Soykırım Kararı’na

Biz böyle şeylere itibar etmeyiz, yani hiç öyle “üst akıl” falan yok. Hayatı ve siyaseti komplolar üzerinden çözebileceğine inanan sol düşmanlarıdır böyle kolaycılıkları propaganda edenler. Emperyalizm diyemedikleri ve onu zaten de hiç anlayamadıkları için, temelsiz kavramlar uydurmaya çalışırlar. Kafaları tüccar imamlardan daha fazla basmaz.

Ama kuşkusuz bir emperyalist-kapitalist dünya sistemi ve bu sistem içinde de zaman zaman savaşlara dönüşen eşitsizlikler, dengesizlikler var. Ekonomiden kültüre kadar her alanda, her hücrede etkisi hissedilebilen bir ilişkiler bütünü yani. Bu güçler dengesinin büyük patronları da değişen güçler dengesiyle yenileniyor haliyle. Şu sıralarda ve hâlâ dünya sisteminin patronu konumundaki ABD gibi... Fakat biz, bu patronların sınırlarını da biliyoruz.  

“Dengesiz” dedik, “eşitsiz” de diyebilirdik.

Önemli olan, büyük patronun etki alanı ve bu alandaki otoritesi.

Bir ilişkiler ağından söz etmek zorundayız. “Türkiye-Almanya-ABD ağı” diyelim. Bu karmaşık ilişkiler ağındaki veya şebekedeki son iki huzursuzluğu, meramımızı daha rahat anlatabilmek için arka arkaya sıralayabiliriz.  

Önümüzdeki birkaç yıl içinde dünya otomotiv sektörünün lideri olmaya hazırlanan Volkswagen’ın (VW) son yaşadıkları malum. Geçen yılın güz aylarında patlayan skandal bir kampanyayla, bu yarı devlet girişimi sayılan Alman markasının, özellikle son dizel modellerinin atık gaz ölçümlerinde bir “software” üçkağıdı yaptığı ve atık gaz sonuçlarını olduğundan düşük gösterdiği ileri sürüldü. Böylece milyarlarca dolarlık cezaların önü açıldı. Otomobiller geri çağrıldı falan filan... Dünya liderliğine oturmaya hazırlanan şirket yerlerde sürünüyor, ne olacağı bilinmiyor. Çökmese de, belinin bir biçimde çatladığı açık.

Neden? Bu devlet iştirakinin başına gelenler tek bir “üst aklın” mı marifeti?

Değil. ABD, sarsılan dünya emperyalist-kapitalist sisteminin kırılgan patronudur ve bu kararla Berlin’e çok ağır bir darbe indirmiş olduğu rahatça söylenebilir. Kapitalizm böyle bir şey. Düzgünü yok.

Peki, bir başka noktaya bağlamak için soralım: Bu kadar mı, yoksa arkası gelecek mi?

Federal Meclis’in “Ermeni Soykırım Kararı”ndan söz ediyoruz. Bu, er ya da geç, metropoller içi ilişkilerde, Berlin’i kıskaca almanın bir başka aracı olacak. Nasıl mı?

Av hayvanı konumundaki Osmanlı’nın çökerkenki burjuvazisi, yani zenginleri, Ermeni ve Rum toplumlarındandı. Osmanlı çöktükten sonra Balkan Türklerini de içeren bir servet gaspı ve büyük katliamlar yaşandığını biliyoruz. SSCB’nin, bölgedeki halkların emperyalizm tarafından birbirine kırdırıldığı saptaması doğruydu. Neyse...

Bugünden yarına bakınca görüyoruz: Berlin’in başı tam da işte bu gaspın tazminiyle birlikte yanmaya başlayacak. VW’deki “software“ uyanıklığını, Berlin’deki soykırım kararı türünden bir uyanıklık izliyor.

Burada hep yazdık: “Ermeni Soykırımı Kararı” Türkiye’nin de bir soykırım cumhuriyeti ve/veya anomali olarak damgalanması amacına hizmet ediyor. Böylece Türkiye’nin -tıpkı çeyrek yüzyıl önceki sol cumhuriyetlerin tasfiyesinden de tanıdığımız gibi- tarihsel meşruiyeti olmayan bir yanlış doğum, bir tarihsel hata olarak etiketlendiğini görüyoruz. Ama hepsinden önemlisi, tüm Ermeni ve Rum mallarının, ki Rumluğun tasfiyesi de en az Ermeni toplumununki kadar acımasızdır ve yakın bir gelecekte bir soykırım kararına konu olacaktır, tazmin edilmesidir. Ya da mülklerin iadesi istenecektir. Rayiç bedelle tabii. Kapitalist bir Türkiye’nin bildiğimiz haliyle devamı, kesinlikle mümkün değildir.

Ama işin başka bir yüzü daha var...

Şu: Ermeni halkına reva görülen alçaklığın Friedrich Bronsart von Schellendorf imzalı tehcir yasa tasarısıyla başladığına önceki yazılarımızda da değindik. Tabii alçaklığın suçunu Türk zenginlerinin üzearinden çekmek için onu sahneye çağıran uyanık sağcılarımız da yok değil. Gaspçı ve kasap zihniyetli Türk milliyetçiliğini kaşıyarak bir yer edinmeye çalışan “sözde”solcu, ama aslında sol gösterip sağ vuran barbarlar bunlar. Liberal kasaplar kadar ahlaksız olduklarını burada kayıtlara geçmiş olalım.

27 Mayıs 1915 tarihli “Tehcir Kanunu”nun “yaratıcısı” Bronsart Paşa, Almanya’nın tazminat talepleri karşısındaki yeri bakımından önemli. Şöyle: Eğer Türkiye’nin tazminat ve toprak taleplerinin altından kalkması mümkün değilse, ki bir süre sonra nihai iç savaşla parçalanma sürecine girecek ve hiçbir şey mümkün olmayacaktır, o dönemdeki Ermeni ve Rum mülklerinin bugünkü mirasçıları, uluslararası avukatlık bürolarının yardımıyla ve talepleriyle Ankara’yı parça parça ederken, bu arada para için de Berlin’in kapısını çalacaktır: “Türkiye yok, olan da ödeyemiyor, sen varsın, hadi öde bakalım!”

Olmaz mı?

Başta Fransa ve ABD olmak üzere dünya Ermeni diyasporasının ellerinde uluslararası mahkeme kararlarıyla Berlin’in kapısına dayanmaması için bir neden mi kaldı? 2.5 milyon Hıristiyan’ın imha edilerek bu cumhuriyetin kurulduğunu iddia ediyorlar. Türk ilericiliğinin “Kutsal İsyan” dediği, Nâzım’dan Deniz ve Mahir’e, tüm devrimcilerin övdüğü Milli Mücadele yıllarını ve tarihsel bir ilerlemeye karşılık gelen bir cumhuriyeti, bir Hıristiyan soykırımı olarak damgaladılar. Buradaki asıl acı, bu tezlere solculuk adına Batı’dan ve içeriden verilen destektir. Liberal kasaplar milliyetçileri bahane göstererek Türkiye’nin bitirilmesi için çalışıyor, liberal kasapları bahane gösteren eski solcu yeni milliyetçiler ve yeni Erdoğancılar da bu senaryonun figüranlarıdır: Emperyalizmin eline oynuyorlar.

Türkiye sosyalizmi bu karanlık cephenin dışındadır.

Her ne ise: Berlin, bazı Amerikancılar eliyle zokayı yutmuş bulunuyor.

Washington ve Paris, yarın, Türkiye’nin parçalanmasından veya sol bir cumhuriyet olarak devamından sonra, ellerinde tazminat talepleriyle Berlin’in kapısına dayanacaktır.

VW yöntemi, gelişiyor yani.

Dünya sisteminde bir kriz olmadığını, Türkiye’nin parçalanma sürecinde işlerin metropollerde gayet pürüzsüz devam edeceğini sananlar çok yanılıyor. Her yere iç savaş ekiliyor.