Virüs falan değil, büyük kriz

Dünya ölçeğinde bir kriz bu ve aslına bakılırsa şu “mahut” virüsle pek ilgisi yok. Hiç ilgisi yok diyemeyiz, iktidarları şallak mallak ettiği anlaşılıyor, ama ekonomideki yıkım çok önceleri başlamıştı. Falan veya filan virüs bu çapta bir krizin nedeni olamaz. Ama tabii hızlandıranı olabilir. Bunu açıkça yazan ciddi sol iktisatçılar var. Aşağıda değiniyoruz.

Başka bir şey oluyor aslında. Sınırların test edildiği bir zamandan geçiyoruz. Kapitalizmin, hem de en gelişmişlerinin sınırları deneniyor. Tamam, ortada bir sosyalist alternatif yok ve kapitalizmin bütün kırmızı çizgileri çiğneniyor. İyi de, bundan 103 yıl önce durum sanki çok mu farklıydı? Milyonlar aylarca sokaklara dökülmüş de sosyalist bir iktidar mı istemişti ve sermayedarlar, monarklar vs. “Eh, ayak takımı, peki sizin dediğiniz olsun, buyrun size iktidar” mı demişti? Marjinal grupların talepleri nasıl birden iktidara dönüşmüştü? Krizin tüm tahammül sınırlarını zorladığı ana kadar “kafayı yemiş marjinal grup” olarak damgalanan çevreler, örnek olsun, “devrimle yatıp devrimle kalkan bir ihtilalci meczup” diye bakılan Lenin ve yol arkadaşları, bir anda iktidar alternatifi oluvermişti. Şimdi çok mu farklı olacak?

Farklı olacağı kesin, ama şaşırtıcı olacağı da kesin.

Her şey birkaç gün içinde değişebilir. Biz Gezi günlerinde de çok söyledik, öncesinde ve sonrasında, “üç gün içinde bir ülkeyi tanıyamaz hale gelirsiniz” diye bağırdık. Örgütsüzlüğün ve iktidar istememenin yenilgi demek olduğunu da ekledik. Galiba sekter sayıldık.

Tabii, şöyle bir zorluk var: Kapitalizm olağanüstü bir esnekliğe sahip. Gidip geldiğini de biliyoruz. Yani bir kere sosyalist iktidara oturdunuz mu, karşıdevrime maruz kalmayacağınız falan, eskilerin bir masalıdır. Karşıdevrim mümkündür. 70 yıllık (SSCB) veya 40 yıllık (Doğu Avrupa) iktidarlar sonrasında bile burjuvazi, sosyalistlerden iktidarı geri alıp kapitalist üretim ilişkilerini yeniden “ihdas” edebilir. Etti de. O zaman, tam tersinden, sosyalist devrim de mümkündür.

Bugün başka bir mekândayız gerçekten. Kapitalizm, en gelişmiş merkezlerinde bile kriz içinde kriz üretiyor. Şu son koronavirüs çalkantısı bunun bir kanıtı. Bir virüs, dünyanın en azgın emperyalist-kapitalist iktidarlarında, sağcılığı ve özelleştirmeciliği dille destan bakanların ağzından “kamulaştırmalara gidebiliriz” açıklaması alabilir mi? Dünya sisteminde giderek büyüyen krizin belli bir aşamasında bir de bu virüs çıktı sahneye ve çöküşü hızlandırdı, hepsi bu. Yoksa Alman Ekonomi Bakanı Peter Altmaier'in ağzından, Başbakan Angela Merkel, sistemin tehdit edildiği bu koşullarda bazı şirketlerin, aslında da bankaların vs. kamulaştırılabileceğini neden söylesin? Gerekçenin koronavirüs olarak açıklanması, saklanan çok şey olduğuna bir kanıt sayılmalıdır. Büyük sermaye bile krizin büyüklüğünü, böyle kamulaştırma açıklamalarıyla, kabullenmiş oluyor.

Kapitalizmin bu korkunç esnekliği, 30 yıl önceki karşıdevrimin kolaylaştırıcılarındandı, dolayısıyla sosyalistlerin-komünistlerin bilmediği bir özellik değil. Çok pahalıya ödenmiş bir derstir bu. Bu esnekliğin, şimdi, emekçi sınıflar ve aydınlanmacı kazanımların sırtından finanse edilebileceğini biliyoruz. Yani, çöken finans sisteminin enkazını çalışan sınıflar kaldırmak zorunda. Yapacaklar mı? Yapabilecekler mi? Eğer böyle ise, yani kapitalist toplumsal düzen çatırdarsa, özelleştirmeleri rafa kaldırıp gerekli kamulaştırmaları gerçekleştirmek, gerçekçi politika sayılabilir ve sol olarak yutturabilir. Bunun için yeterince solcu bulmak da mümkün. Bunlardan bazıları bizde DİSK tarihi falan yazıyor, kimileri saçma sapan sosyal demokrat mahfellerde, medyada muhalefetçilik satıyor; miktarları “mebzul” yani.

Karşılıksız trilyonların altında inleyen, son birkaç gündür kriz bahanesiyle serpiştirilecek helikopter paraları üzerinden adeta yeni bir bombardımana tabi tutulan metropollere bakalım: Dünya finans sisteminin, dolayısıyla ekonomik düzenin metropollerde de tehlikeli biçimde çatırdadığı, kimsenin meçhulü değildi. Örnekleri, sistemin kendi uzmanlarından verebiliriz. “Crash” kitapları, Avrupa'nın kaymağını yiyen, AB'nin efendisi bir “jeoekonomik güç” olarak Almanya ve gölgesindeki bazı komşularında yüz binler, hatta milyonlar satıyordu. Frankfurt Borsası ve Dax Endeksi, geçen hafta içinde “kara perşembe”yi yaşadı, önümüzdeki hangi günde nasıl bir kara gün yaşanacağına dair habire yeni zarlar atılıp duruyor.

Dünya sisteminde bir “crash” yaşandığına itiraz eden yok. Ama bunun suçunu “günahsız” bir virüse yıkmak isteyen bir sermaye sınıfı, onun uzantısı bir siyaset sınıfı ve uşağı medya var. Kapitalizmin koruyucuları el ele çalışıyorlar, ama sistemde yeni delikler açılmasına engel olamıyorlar. Petrol savaşı bir başka gedik.

Bağlantı yerlerinden fena sesler geliyor. Böyle bir ortamda metropollerin kendi aralarında savaş riski alması herhalde zordur. Ama çöküşü finanse etmesi için zayıf halkalara yeni çatışmalar, hatta savaşlar armağan edebilirler. Sınırları kapatmak için bahaneler bulmak ve birdenbire eskiyen sanayilerinin ıskartaya çıkacak son ürünlerini bu savaş bölgelerine, paramparça edilen ülkelerin yeni parçalarına ihraç edebilirler.

VİRÜS, ÇÖKÜŞ VE 'KRİZ HIZLANDIRANI'

Durum her açıdan vahim: Patlayacak krizin ciddiyetini, sosyalizmle herhangi bir bağlantısı olmayan yazarlar da “bestseller” listelerine abone kitaplarıyla yıllardır bağırıp duruyordu.

Bunlardan biri, 2006'da çıkardığı “Der Crash kommt” (Çöküş Geliyor) kitabı yarım milyon adet satan, çünkü bu kitabın neredeyse hemen ardından 2007-2008 krizi patlak veren Max Otte, ki tipik bir Trump destekçisi ve hem Alman hem de ABD yurttaşı bir “entel işadamıdır”, birkaç ay önce yayımladığı yeni kitabında dünya ekonomisinin sadece kâbuslara sığacak bir krize gebe olduğunu kitaplaştırdı. “Weltsystem Crash” (Dünya Sistemi - Çöküş) başlıklı bu kitap, dünya düzeninin altüst olacağını, insanlığı yeni krizlerin, ayaklanmaların ve yeni bir dünya düzeninin beklediğini ilan ediyor. Hakkını yemeyelim, hazret sol düşmanı, ama desteklediği “Trump'ın iktidardaki ilk dört yılında dünya finans sisteminin yıkılacağını” iddia edebilmişti. Bu çöküşün, 2008 sonrasındaki finans krizini gölgede bırakacak bir sertlikle sahneyi kavuracağını da eklemişti. Kitabı bunun üzerine kurulu. Hazret, bu çerçevedeki yatırım önerileriyle asıl parasını kazanıyor.

Başkaları da var: Epeydir sansasyon avcılığı ve komplo teorisyenliğiyle suçlanan, iki görece genç iktisatçının yüzbinler satan kitaplarındaki iddiaların da doğrulandığını gördük. Otte'nin kitabıyla aynı sıralarda, yani birkaç ay önce çıkıp şu ana kadar 140 bin adet satmış ve daha da satacağı anlaşılan kitaplarında Marc Friedrich ve Matthias Weik, haklı çıktıklarını savunuyorlar. Bu iki kafadara göre, dünya finans sistemi 2023'e kadar çökecek ve ekonomiyi de beraberinde uçuruma çekecektir. Bu iddialarında ısrarlı olduklarını daha yüksek sesle vurgulamaya başladılar. Ana akım medya şimdilik bu isimleri geri planda tutuyor, ama adamların dedikleri de çıkıyor. Marc Friedrich, önceki gün, koronavirüsün sadece bir tetiğin çekilmesi anlamına geldiğini bildirdi. Sistemin on yıllardır bir krizi, yani kendi çöküşünü hazırladığına dikkat çekti.

Daha ciddi bir başka sosyalist iktisatçı, Ernest Mandel'in liyakatlı öğrencisi ve Lunapark21 adlı üç aylık derginin yayıncısı, “Troçlukla” flörtünü abartmadığı ve reel sosyalizm düşmanlığında itidalini yitirmediği sürece dikkate değer Winfried Wolf, dünya ekonomisinin yeni bir krizin içine girdiğini, ancak koronavirüsün bu krizin ortaya çıkmasını sağlamadığını, çünkü bu krizin 2019'da Çin'de mevcut olduğunu, hatta 2019 güzünden beri resesyon tartışmaları iyice ciddiye binen Alman sanayisinde de biriktiğini hatırlattı. Hak vermeliyiz: Wolf'a göre, bu virüs bir “kriz hızlandıranı” olabilir.

Her durumda, yeni bir dünya krizi ve düzeni ile karşıyayız. Yıkıcılıkta, 2008 sonrasını gölgede bırakacak bir şiddet içeriyor son durum.

NEREYE GİDİYORUZ, NE YAPACAĞIZ?

Hepsi birbirinden çaresiz. Umut ve çözüm bizim gibi “zayıf halkalarda”.  Şu kelle ve oy sayısıyla sosyalist politika yapabileceğini sanan cahil kitle kuyrukçularının değil, dünya sistemindeki çöküşün karşısına ancak sosyalist bir düzen alternatifiyle çıkılırsa halkların acısının azaltılabileceğini söyleyen, bu temelde örgütlenen insanlarımızda.

Metropollerin sahipleri bile şaşkına dönmüşse, bizdekilerin ne hal alacağını düşünebilirsiniz.

Bu sitede hep söylüyoruz: Üç gün içinde dünyanın altüst olduğunu, ayaklığı mecburen kabullenenlerin baş, baş geçinenlerin bir anda ayak olabileceği günlere doğru yürüyoruz. Taş üstünde taş kalmayacağını hep ve en çok biz söyledik.

AB'cilikte sınır tanımayan cahil DİSK tarihçilerinin, solculuk satan etnik delirium döküntülerinin, beş para etmez bir milletvekilliği için sosyalizmde ısrarlı örgütlerini satışa çıkaranların değil, sosyal demokrasiyle solculuk yapılabileceğini bağıranların hiç değil, sadece sosyalist devrimcilerin tedavi edebileceği korkunç bir toplumsal hastalığın pençesindeyiz.

Yaşadığımız kaosu önceden bağırdığımızda bize gülüyorlardı. Şimdi, bırakın okulları, kahveleri, sınırları bile kapatıyorlar, üç-beş kişi bir araya gelmesin diye uğraşıyorlar, resesyonun dünya ölçeğinde bir depresyona dönmemesi için dualara başladılar. Helikopter paralarıyla yangına benzin döküyorlar.

İnsanlığın kurtuluşu, bilimden, ortaklaşmacılıktan, kamuculuktan, müfrit laisizm ve cumhuriyetçilikten, sosyalist plancılıktan ve emekçilerin sosyalist iktidarı için mücadeleden geçer. Sistem, bu yaklaşımı marjinallik ve hayalcilik, hatta komploculuk sayanların üzerine yıkılıyor, çatırtıları duymuyor olmaları, bizim sorunumuz değil. Onlara kulak vermemiz gerekmiyor. Kapitalizm, bir barbarlıktır. Barbarların kulağını yıkayacak halimiz yok.

Biz şunu iyi biliyoruz: Her çöküş, yeni bir dünya olanağı ve olasılığı demektir.