Ukrayna ve Türkiye’nin hırsızları

Almanca konuşulan dünyanın etkili haftalık ekonomi dergisi “Wirtschaftswoche“, yeni sayısında Ukraynalı oligarkların iki cephede nasıl konuşlandığını yazdı. Halkların kanını emerek, çalıp çırparak edinilmiş servetlerin cepheleşmesi bu. Birkaç gün önce ayağından vurulduğu açıklanan eski başbakan yardımcılarından ve Güvenlik Konseyi Başkanı Andriy Kluyev’in de yer aldığı bu karşılaştırmalı tablolarda, milyarlarca dolar çarpışıyor.

Bu tür cepheleşmelerin Türkiye ile hiç ilgisiz olduğunu söyleyemeyiz.

Alman dergisine göre, Ukraynalı oligarklar “AB’nin dostları” ve “Yanukoviç’in dostları” olarak sıralanıyor. Bunların, ülkelerini soymak ve halklarının kanını içerek servet edinmek, sonra da bunları “Batı sistemindeki” güvenlikli limanlara aktarmak gibi ortak bir paydaları var.

AB’ciler kanadında Rinat Ahmetov’un 18.3 milyar doları olduğu belirtiliyor. İgor Kolomoyski 3.5 milyar, Viktor Pinçuk 3 milyar, Petro Poroşenko da 1 milyar dolara sahip. “Doğu, Putin ve Yanukoviç yandaşı” oligarklar anlaşılan daha yoksul. Bu kanadın önde gelen isimleri, örneğin Sergey Kurçenko 2.4 milyar, Viktor Yanukoviç’in oğlu Aleksander Yanukoviç 367 milyon, Yuri İvanyuşçenko 279 milyon, yukarıda sözü geçen Andriy Kluyev de 117 milyon dolarda kalmışlar. Servet dengesizliği işte...

Bu kanlı zenginlerin faaliyet alanları da kısmen farklı. AB yandaşı zenginler çelik, makine imalat, metalurji, finans, medya, tarım ürünleri ve gıdada yoğunlaşırken, yandaş oligarkların temel sektörü inşaat. Yanukoviç zenginleri ayrıca emlak, doğalgaz, makine imalat, finans ve medyada da varlar. Dolayısıyla birbirlerini ayağına basmalarına şaşırmamak gerekiyor.

Kleptokrasi, ister istemez iktidarın bu sistemli soygunculuğundan yemlenenler arası cepheleşmeleri tetikliyor. Büyüyen, kafa tutuyor. Sosyalizme karşı ortak cephede yer alan kleptokratların uzun süre barış içinde bir arada yaşaması mümkün değil. Her yerdeler. Dolayısıyla Türkiye’de artık birbirinin boğazına çöken “mütedeyyin kleptokratlar” da yalnız değiller. Başka ülkelerde çok benzerleri var. Sadece şu sıralarda çöken Türkiye’de, bu “demokratik kleptokrasi”nin cephelerinde hangi oligarkların yer aldığını hemen ayırt etmekte güçlük çekiyoruz. Sınırlar değişiveriyor.

Bir şey açık: Türkiye’de, SSCB’nin nimetlerinden yararlanmış Ukrayna’daki gibi bir sanayi ve enerji altyapısından söz edemeyiz. Türkiye’nin olan sanayisi de 35 yılı bulan bir sanayisizleştirme/tüccarlaştırma operasyonlarıyla bitirilmişti. Hırsızların temelde tüccar olması doğal. Ama hırsızlar rejiminde iç barış da hayal.

Türkiye’nin mütedeyyin hırsızları galiba başından itibaren, 2003 diyelim, şöyle düşündüler: “Türkiye’nin kamu varlıklarını Batı’ya ne kadar peşkeş çekersek, bu Batı bizden o kadar vazgeçemez. Batarsak onların paralarını da batırırız çünkü”. Türkiye’nin zaten zayıf ekonomisini özelleştirmeler ve şirket devirleriyle Batı’ya “okuttular”. Satış süresince Batı’dangelen büyük desteği ise kalıcı sandılar. Büyük krizde, iplerinin çekilemeyeceğine inandılar. Tek ekonomik programları buydu. Hırsız ve tüccar imamlar aklı işte... Pervasızlıkları (“Babalar gibi satarım!”) böyle bir doktrine yaslanıyordu. Artık ne kadar doktrinse...

Evdeki hesabın çarşıya uymadığını Karadeniz’e kıyısı olan iki büyük ülkede görüyoruz. Parçalanma sürecindeler. “Batı demokrasisi” denilen şey, daha az gelişmiş ülkelerdeki kleptokrasinin merkez lehine garantörüdür. İktidar kavgaları ve istikrarsızlık, kenardaki sistemin karakteridir.

Böyle bir rejimin tek ilacı sol/sosyalist bir hükümet ve planlamadır.

Her ülke ve halk, bu ilacı ölüme beş kala hatırlar. Önemli olan, doktorun ve ilacın hazır tutulmasıdır: Sosyalizm.