'Üç Kosova', Berlin ve Türkiye

Yeni dönemin solcu Alman analist ve yazarlarından Jörg Kronauer’in kitabı, “Her Zaman Tetikte”, bir süre önce Yazılama Yayınevi tarafından yayımlandı. Kendisiyle “ahval ve şerait” üzerine geniş bir söyleşi gerçekleştirdik. İzlenimlerini aldık.

“Boyun Eğme” için hazırlanan ve muhtemelen önce orada yayımlanacak bu mülakatta, Kronauer, Türkiye-Almanya denklemindeki bilinmeyenlere ve tabii bilinenlere dikkat çekti. Şu sıralarda Almanya ve Yunanistan krizi üzerine yeni kitabını tamamlamak üzere olan çalışkan yazar, Almanya’nın Türkiye’den kısmen “sarfınazar ederek” Kürt olgusunu hedefleyen yeni köprüler kurma olasılığına dair bir sorumuzu şöyle yanıtladı:

“Alman dış politikası, şu ya da bu nedenle yoluna engel oluşturan devletlerdeki parçalanma süreçlerini hep destekledi veya aktif bir biçimde teşvik etti. Buna en iyi örnek Yugoslavya’nın parçalanmasıdır, bu parçalanma Federal Almanya tarafından adeta zorla gerçekleştirildi. Yugoslavya muhtemelen Alman nüfuzunun Güneydoğu Avrupa’da yayılmasına karşı çıkacak kadar güçlü olurdu. Belgrad zaten Berlin’de geleneksel bir hasım olarak görülmektedir, en azından tarihte birçok kez öyle olmuştur. O yüzden, Almanya için, Yugoslavya’nın parçalanmasını hızlandırmak yararlıydı. Sovyetler Birliği’nin parçalanmasına da Federal Almanya sempati ve şu ya da bu destek peformansıyla eşlik etti.

Benzer bir siyaset Türkiye veya Yakındoğu için ortaya çıkar mı? İyi bir soru bu. İlke olarak hiçbir olasılık dışarıda bırakılamaz tabii, ama Türkiye, Berlin siyaseti için bir partner olarak ekonomik ve stratejik nedenlerle o kadar önemlidir ki, burada Türkiye’deki Kürtlere yönelik bir köprü inşasına yönelmesi bana pek olası görünmüyor. Durum elbette Irak’taki Kürtlerle, öncelikle de Barzani’yle ilgili olarak, daha farklıdır. Ancak Barzani de Ankara’yla sıkı bir işbirliği içinde bulunuyor.

Alman siyasetinin Türkiye’deki Kürtlere doğru yönelmesi şu sıralarda tek bir durumda düşünülebilir gibi görünüyor, o da, Ankara’nın Rusya ve belki Çin’le ilişkilerini (Şanghay İşbirliği Örgütü konusu) yoğun bir biçimde geliştirir ve aynı zamanda da AB ve Batı’yla ilişkilerini açıkça geriletirse, mümkündür. Şu an itibariyle bu, bana pek mümkün değil gibi görünüyor, ama Erdoğan bu, belli olmaz.”

Türkiye’nin dünya sistemi içindeki yeri açısından Almanya ve Alman siyasetinin önemine ne kadar dikkat çekilse azdır. Ancak Kronauer’in açıklamalarından “Türkiye’nin kırpılmasını hiç istemeyen tek bir Batı devleti var, o da Federal Almanya” gibi bir sonuç çıkaramayız. Yani iki devlet arasındaki ilişkiler ve uluslararası konjonktür 100 yıl öncesine benzemiyor. Bu, şu sıralarda “Osmanlı 1919” resmi veren bugünün Türkiye’sine rağmen, böyle. Artık merkezkaç kuvvetlere dönüşen odakların konumuna göre Berlin’in de anlık politikalar belirlemeye hazır olduğu söylenebilir. Yani Berlin, Ankara’yla ilgili olarak değişmez bir siyasal değerlendirmenin sahibi falan değil. Böyle bir işaret yok.

Amerikan nüfuzunun gerilemesi, Avrupa, Türkiye üzerindeki hesaplar, bölgenin yeni sürprizlere açıklığı, Berlin’in Brexit’ten sonra elinin serbestleşmesi ve kısıtları, bu arada Türk medyasının ve -bir istisnayla- solunun, Türk zenginlerinin efendisi Berlin konusunda resmen cehaleti seçmesi, büyük çözülüşün akacağı yataklar gibi meseleleri ileride yeniden tartışmaya açacağız.

Şimdilik şunu söyleyelim: Türkiye şu an itibariyle, ki bunu Batılıların görmesi zor, “Üç Kosova” halinde bir paralizasyon yaşayabilir. Bu yeni Kosovalara, Berlin’den ayrı ayrı köprüler atmak neden zor ve sorun değildir?

“Üç Kosova” dedik. Kürt coğrafyasının ve nüfusunun Ankara’dan kopması, Orta Anadolu’da Türk-İslam sentezine dayalı bir tüccar mafya devleti, kıyılarda da “görece laik” bir oluşum. Her yanıyla ayrılıkçı bir coğrafya. Birbirinden nefret eden coğrafya parçaları ve insan toplulukları. Paramparça bir Anadolu: Bunun fiilen meydanda ve derinleşen bir tablo olmadığını kim iddia edebilir?

Büyük parçalanmanın son adımları sadece “malumun ilâmı” olacak, fiilen gerçekleşmiş olan hukuken onaylanacaktır. Berlin için üç yeni köprü, üç yeni pazar, neden bir “kötü sürpriz” olsun? Tersine...

Alman siyaset sınıfının, sadece bu nedenle korkması için bir neden yok. Meselenin başka boyutları var ve onları denetleyip denetleyemeyeceğini bilmiyor. Türkiye’de bir tür 30 yıl savaşları halinde patlayacak nihai iç savaş resmi, Alman siyasetini çok zorlamaz. Kendisine dokunmadıkça tabii ve zaten mesele de orada. Washington ise ipleri çoktan elinden kaçırdığının farkında. 15 Temmuz şaşkınlığı bir göstergedir.  

Bu girift meseleye döneceğiz.