Türk modeline Alman mimar?

Osman Çutsay'ın “Türk modeline Alman mimar?” başlıklı yazısı 31 Ocak 2013 Perşembe tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Artık “tek yetkili” mimarı, Atlantik ötesinden ısmarlamak mümkün değil. Tarihsel bağların yeterince yoğun olduğu bir başka büyük devlet, resimdedir: Almanya.

Tamam, 100 yıl önceki ilişkiler, görece farklıydı ve doğrudan askeri renk taşıyordu. Bugün söz reel ekonominindir. Ama ilişki, ilişkidir.
Türkiye aydınlanmasını paramparça etmeyi başarmış AKP’nin simgelediği bir yeni “Türk modelinin” Arap dünyasına adım adım zerk edildiğine tanık oluyoruz. Burada da, özellikle Afrika’nın kapısında, Almanya’nın artan rolüne yönelik bir vurgu dikkatimizi çekiyor. Almanya bu işlerin dışında bırakılamayacak ve kalamayacak kadar güçlü artık.

Böyle bir gücü olmasa, Mısır Devlet Başkanı Muhammed Mursi, ülkesinde kan gövdeyi götürürken, başka birçok randevusunu iptal ettiği halde, birkaç saatliğine de olsa Berlin’e gelip Angela Merkel ile “iki çift laf etmezdi”.

Avrupa Almanyası, Arap dünyasındaki her gelişmede, kendi çıkarlarını kendi rengiyle korumaya çalışıyor. Bir süper güç değil, dünyada tek başına her şeyi belirleyebilecek bir süper güç kalmadı zaten. Ama Avrupa Almanyası, dünya sisteminin efendileri arasında en ön sırada yer alıyor. Sözü her geçen gün daha çok geçiyor. Afrika’ya neden gözünü yumsun?

Tekrar: Mursi’nin, birkaç saatlik Almanya ziyareti, Berlin’in anlamını başkalarına da hatırlatıyor. AB’nin hegemonu, Mursi’ye, tıpkı Erdoğan’a yaptığı gibi, başından beri “açık çek” verdi. Görünen o ki, epey bir “açık çek” de aldı. İşte o açık çeklerin oluşturduğu bir ilişkiler ağı var önümüzde.

Bir model bu, doğru.

Mısır, bölgenin başka ülkelerinde olduğu gibi, bir Türk modelini izliyor. AKP gericiliğinin bir model hizmeti verdiğini her atılan adımda daha seçik görüyoruz. Ama bu, epeydir böyle.

O “meşum” 1980 yılına dönebiliriz. 12 Eylül’ün başarısında, Washington’dan çok o dönemin Almanya başkenti Bonn vardı. Yani Almanya, çok daha güçsüz olduğu dönemlerde bile arka bahçesindeki gelişmelere müdahale etmekten geri kalmadı. 12 Eylül’ün öncesinde de, belki 1979’dan sonra ABD ile bağlarını koparan, ama dünya sosyalist sistemine düşmanlığı nedeniyle, hemen Almanya ve Japonya’yı yanına çeken “Mollalar İranı” vardı.

Kenan Evren ve Turgut Özal, 33 yıl önce, sosyal demokrat ağırlıklı bir Alman hükümeti sayesinde programlarını gerçekleştirebildiler. Solumuzun Avrupa Almanyası’nın farkına varması, soL’un ve son birkaç yılın kazanımıdır.

Almanya’nın gücü, doğrudan katılmadığı Libya ve Mali operasyonlarındaki rolüyle, Suriye’deki konumuyla, ama özellikle Türkiye-Mısır kapılarındaki ısrarıyla yeniden gündemde. Berlin kendisini hatırlatmak zorunda. Onu dışlayarak hiçbir iş yapılamıyor. Ama onun da tek başına diğerlerini dışlayarak bir iş yapması zor. Sahnedeki oyunu böyle tercüme edebiliriz.

Birbirlerinin ayaklarına basarak yürümek zorunda kalan efendiler, Türk modelinden memnun. Bizimkinin, sonradan ağzından kaçırdığına pişman da olsa, “Biz Genişletilmiş Ortadoğu’nun eşbakanıyız” diye bağırması boşuna değildi.

Ama biz, öteki başkanın tek başına ABD olduğunu düşünemeyiz. Avrupa Almanyası, denklemimizde asli önemdedir. Hem de 33 yıldır...