Tablonun içindekiler

Osman Çutsay'ın “Tablonun içindekiler” başlıklı yazısı 21 Şubat 2013 Perşembe tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Hiçbir tablo hep aynı resmi vermez. Bu, resim sanatı kadar istatistikler için de söz konusudur. Bakan ve soran, farklı resim görür, farklı yanıt alır. Stockholm merkezli SIPRI’nin hafta başında yayımlanan ve dünyadaki silahlanmayı değerlendiren raporu da öyle. O raporda, dünyadaki silah üretiminin veya satışının geçen yıl yüzde 5 civarında gerilediği ama Almanya’da tersine bir gelişme olduğu da belirtiliyor. Gerçi en büyük 100 silah şirketinin toplam satış rakamları 2002’de 192 milyar dolarken, 2011’de 410 milyar doları bulmuştur, yani patlama gözler önündedir. Ama küçük gerilemeye rağmen Avrupa’nın motor ülkesi Almanya’da, silah üretimi ve satışı sürekli artıyor. Neden?
Dünyanın büyük güçleri arasında olduğu için. Silah ihracatında yıllardır dünya üçüncüsü olan Almanya’nın, genel eğilimi izleyerek üretim ve satış rakamlarını geri çekmesi mümkün değil artık. Örneğin Suudi Arabistan’ı, İsrail’i bile geride bırakacak şekilde silahlandıran bir ülke olması da anlamsız değil. Avrupa’nın kapısındaki olaylara doğrudan büyük birlikler göndermese bile böylece müdahil olma fırsatını yakalıyor Berlin.

Ama ondan daha önemli bir başka şey var.

Silah meselesindeki ilişkiler ağının “neoliberal şiddete” güzel bir örnek olduğunu düşünebiliriz: Bir “sinaî şiddet” türü olarak neoliberal çılgınlık, sosyalist şiddetten temelli bir farklılık içinde. Küresel emperyalizmin neoliberal projesi, kenardaki ülkelerin sanayileşmesine engel olan, daha doğrusu ısrarla yemlenen birkaç küçük ve yakın ülke dışında, özellikle de sistemin merkezine yakışmayan ülkelerde, sanayileşmeye “merkezin tamamlayıcı bir parçası olacak kadar” izin veriyor.

Neoliberal bilinç ve şiddet, sosyalist sistemdeki bilinç ve şiddetin tam tersine bir yol izliyor. Küçücük Doğu Almanya sistemden çekildiği anda Sovyetler Birliği’nin çökmesi, o çok küfredilen reel sosyalizmde, ülkeler arasındaki adil sinaî dağılımın sağlanmış olduğunun da göstergesiydi.
Şimdi sanayinin kilit sektörleri ve teknoloji, gelişmiş 6-7 ülkeden oluşan merkezlere çekilmiş durumda. Bunlar bağımlı çevre ülkeleri, daha çok ticari bir alıcı veya aracı konumuna itiyor. En parlakları birer ana depo halinde bekleşiyorlar. Sanayi politikaları açısından, tamamlayıcı parça olmadıkları için, kolayca vazgeçilebiliyorlar.

Silah endüstrisinde bu, çok daha belirgindir. Söz, aralarında Almanya’nın da bulunduğu az sayıdaki teknolojik merkezdedir. Almanya, en azından ABD, Rusya ve Çin ile bu sektörde rahatça aşık atabilecek güçtedir.

Kapitalizm, merkeze topladığı endüstriden hareketle inanılmaz bir eşitsizlik üretiyor. Alıcılara, sanayi merkezlerindeki kararların alıcısı ve uygulayıcısı olmak dışında bir şans tanımıyor. Bir uçak üretebilmek için koca Sovyetler Birliği’nin bir köşesinden bir başka köşesine parçalar aktarılması gerekiyordu. Eksikleri olsa da, reel sosyalizm içinde bazı tamamlayıcılıklar gerçekleşmişti. Sonunda küçüklerden biri veya ikisi sallandığında tüm sistem çöktü.

Bu gözlemden, elbette başka birçok sonuç daha çıkar. Onlar bir yana, neoliberal şiddetin merkezden yönetildiği ve merkezi koruduğu, SIPRI tablolarından, Berlin’in silah satış atağından da okunabiliyor.
Sosyalizmin tam tersini yapıyorlar. Fırtına ekmek zorundalar.