'Soykırım Cumhuriyeti' ve 550 kadın

Sosyalizmi hedefleyen bir partinin 550 kadın adayla seçime girmesi, elbette tasfiye sürecindeki bir ülke ve solda tartışılmaz. Sadece bizde değil, sosyalist solu çoktan etkisizleştirilmiş Avrupa’da da haber konusu falan yapmazlar. Bunun büyük bir kalkışma olduğunu kabullenmeleri zordur. Aydınlanmacı hedeflerle kurulan ve 1917’nin gölgesinde/korumasında yaşayıp bugünlerde faşist bir finalle sona erme sürecine giren bir ülkede, bunun sosyalist direnci ve umudu simgelediğini itiraf etmelerini bekleyemeyiz. Türkiye kadar Türkiye’nin devrimci sosyalistlerine de düşman Avrupa soluna veya solcularına böyle bir hakbilirlik vehmetmek resmen abesle iştigaldir. Türkiye, galiba bir avuç sosyalist devrimcisi dışında, artık iç ve dış her kesim için tam bir anomalidir; ulusalcılığın metafizik ve sınıf işbirlikçisi karakterini bu çerçevede göremeyiz. Bir ilerlemeye karşılık gelen Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihsel haklılığının altını çizip Türkçülüğü ülkenin baş belası sayanların gündeme getirilmemesi doğal.

Biz içeriye bakalım: Tasfiyeciler, yani tasfiye edenler ve bunu kabullenenler, artık gıdalarını  ve geleceklerini Türkiye’nin ya da Türkiye’deki sosyalist direncin dışında arayanlardır.

Buraya kadar normal. Yani, 550 kadının seçim sandığına aday olarak gitmesi her durumda önemli bir haberken, bunun haber bile olmaması, bu ülkenin ve solunun, tek bir istisna dışında, gönüllü imha sürecinde olduğuna bir kanıt kabul edilebilir. Direnenleri neden öne çıkarsınlar? Bir biçimde geçiştireceklerdir. Normal...

Normal, çünkü geçmişteki deneyimlerden de iyi biliyoruz, adım adım yaşadık: Türkiye eğer bir tasfiye sürecindeyse, kendisinden önce başka yerlerdeki tasfiyecilerin ve tasfiye edilenlerin kaderini bir biçimde yineleyecektir. Böyle bir durumda, önce ülkedeki sosyalist sol bire kadar kırılır. Ülkesinin artık ancak sol/sosyalist bir cumhuriyet olarak varlığını sürdürebileceğini düşünenlerin siyasal eylemi paramparça edilip bunlar tamamen etkisizleştirilmedikçe, emperyalist bir operasyon gerçekleşemiyor. Bu etkisizleştirme sorunu, elbette günümüzde 50 yıl önceki Endonezya’daki yüz binlerce komünistin fiziken katledilmesi ve birkaç yıl sonra da Şili’deki uygulamaların sahne alması şeklinde gerçekleşmiyor. Sorun, yani solun ve ülkenin tasfiyesi, daha demokratik önlemlerle, bir anda değil zaman içinde ve yavaş yavaş (“azar azar ve her gün biraz arsenik vererek”) icra edilmektedir. Mesut Odman Hocamız’ın deyişiyle “modern zamanlarda göksel dinlerden çok daha engelleyici olmuş bir yeryüzü dini olarak demokrasinin yâri ve yardakçısı konumuna” düşenlerin, bu tasfiye sürecini farklı sahneleyeceklerini epeydir biliyoruz. Peki...

Peki ve demek ki, komünist iradenin, komünist entelektüel şiddetin ve onun yönlendirdiği fizik direncin kırılması, “sol”un silinmesi şart: Arkası çorap söküğü gibi gelecektir. 1989’dan beri bu iş böyle...

Türkiye işte bu tür bir çözülme sürecinde. Bizim kırılmamız gerekiyor. Oyunu bozduğumuz için, sahnenin dışına atılmamız gerekiyor. Bu, yeni çağın karakteristiğidir: Emperyalist senaryolar faşist kol kuvvetlerinden önce “sol ve demokrat” çevrelerce uygulanmaktadır.

Bazen tek bir istisanın bile kaideyi bozacağını bilen soldan dönme demokratların korkusu, sosyalistlerin üzerine her tür şiddet olarak yansıyacaktır.

Bir şeyi söyleyelim: Türkiye solu uzun CHP’li (“Türkî”) tasfiye operasyonlarının ardından ve ona ek olarak, şimdi de HDP’li (“Kürdî”) bir tasfiye operasyonuna  konudur. “Türkiye Cumhuriyeti’ni devrimci, sosyalist bir cumhuriyet olarak sürdürmek mümkün ve tek aydınlanmacı, antifaşist yoldur” diyenler, biri sağdan (CHP), diğeri soldan -artık Mehmet Mir Dengir Fırat’lı, Celal Doğan’lı, Hüda Kaya ve Altan Tan’lı sol ne menem bir şeyse- (HDP), iki tasfiye muştası altındadır.

Öyle bir şiddet üretiyor, öyle boğucu bir iklim yaratıyor ki bu “çifte tasfiye muştası”, başından itibaren yazı mücadelesini izlediğimiz, gurur duyduğumuz bazı genç dostlarımız bile, faşist-Türkçü meczupların tuzağına düşme korkusuyla geri adım atmaya mecbur kalıyor: Örneğin bize umut veren böyle insanlar, 1915’i tartışırken, Türkiye Cumhuriyeti’ni 1923’ten itibaren bir soykırım cumhuriyeti sayma operasyonlarına direnemez oluyorlar ve “1915 soykırım mıdır? bence evet. ap gibi kurumların 1915'e soykırım demesi geçmişle yüzleşmeyi kolaylaştırır mı? hayır.” diye notlar düşebiliyorlar. Yaşadığımız şiddet ortamı aklı dumura uğratabiliyor. Bu şiddetin, en akil insanlarımızın bile, 1948 sonunda ortaya çıkan BM Soykırım Konvansiyonu’nun bir emperyalizmi aklama konvansiyonu olduğunu görmesini engelleyen körleşmeler yarattığına tanık oluyoruz. Holocaust’u Anadolu’ya taşıma barbarlığına insanlarımızı ortak edebiliyorlar. Oysa “a” diyen “b”yi de söylemek zorundadır: 1915’e soykırım derseniz, 1923’e bir soykırım cumhuriyeti demek zorunda kalacağınızı ve Hitler Almanyası başta olmak üzere tüm emperyalist katliamları ve soykırımları aklama suçuna ortak edileceğinizi bilenlerin tuzağından söz ediyoruz. İnsanların, hatta ülkelerin azar azar da öldürülebileceğini biliyorlar... SSCB arşivlerine utangaç Türkçüler girdi diye mi tarihsel doğruların iğdiş edilmesine ve 1917’nin desteğine karşı çıkıyorsunuz? Bırakın 1923’ü, eğer Türkiye bir soykırım cumhuriyetiyse, 1917’nin SSCB’si ondan çok daha fazla soykırım cumhuriyetidir ve antikomünizmin on yıllardır bu sakızı çiğnediği artık unutulmuş gibidir. Öyle mi?

Neyse...

İşimiz zor. Çünkü hava kurşun gibi ağır.  

Türk halkının başdüşmanı bugün Türkçülük’tür ve işte her türden Türkçü ahlaksızın tuzağına böyle düşülür. Papa bahane, Batı için 1915 artık üç soykırımın (Ermeni, Rum ve Süryani) simgesidir: Daha doğrusu bu simge, sadece 1923’ü ve Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihsel meşruiyetini ortadan kaldırmayı hedefleyen bir kanlı plandır. Emperyalist savaşlar Anadolu’da 2.5 milyon Hıristiyan’ın “temizlenmesiyle” sonuçlanmıştır, doğru, ama bu emperyalist felaketi böyle tavizlerle çözeceğini sanacak kadar, yediği dayaklardan yorgun düşmüş olanlar var. Tarihin en büyük Hıristiyan imhası Türkiye topraklarında, cumhuriyet dönemi dahil, yaşanmışsa, size bu tarihte yer bırakmazlar. Anladık.

1915, emperyalist bir alçaklıktır ve bu alçaklıkta Türkçüler tamamen masum değildir. Ama 1914-1918, Birinci Dünya Savaşı, o zamana kadarki alçaklıkların en büyüğüdür. 

Siz 1915 katliamlarını soykırım diye damgaladığınız anda, gider HDP’ye veya CHP’ye oy verir, Türkiye denilen oluşumun tarihten silinmesine, yani tasfiyesine de can-ı gönülden katılırsınız. “Türkiye artık Yugoslavya’dır, Suriye’dir, Libya’dır” demiş olursunuz ki, sadece faşist sürünün değil galiba demokratların da yardımıyla bittiğinizi ilan edersiniz. Üç tane kıt zekalı meczup faşistin ve kendini solcu sanan nevzuhur Türkçü’nün tuzağında debelenir durursunuz.

İki tasfiye muştasının, geçmişteki etnik temizlikleri, kanlı tehcirleri hiç aratmayacak bir şiddet içerdiğini görüyoruz. Türkiye ve solu, tarihinin en büyük tasfiye operasyonunun tam içindedir.

Bu adamların 550 yürekli kadının anlamını kavrayacağını ve tartışma konusu yapacağını beklemek abesle iştigaldir gerçekten. Ancak bazı genç aydınlarımızın bu kadar kolay oyuna gelmesi de şaşırtıcıdır.

Kendi sosyalist direncimizin, sosyalist inadımızın doğrultusunda kaç kişi kalırsak kalalım direniyoruz.  Ölülerimizi gömmeyi iyi öğrendik. Genç ya da yaşlı, fark etmiyor, cesetlerimizi gömerek, ama iyi anılarını yüreğimizde taşıyarak yürümeyi biliyoruz.

Çoğalmak için dirençli bir yalnızlıktan geçeceğimizi bilerek girdik bu işlere.

HDP’ymiş, solcu CHP’lilermiş, “bence de soykırım”mış...  İnsanın aklı almıyor. Türkiye solu bu cinayetleri inkar mı etti? Ama suçlunun hep emperyalizm olduğunu söyledi. Türkçü-İslamcı katiller, bu alçaklığa sahip çıkarken kendilerini saklamak için solun doğrularını kullanmak istiyorlar diye, sol doğrularından mı vazgeçsin? Bu çift taraflı muştaya, bu yurtsuzlaştırıcı ve halksızlaştırıcı şiddete direnemeyenlerin Türkiye’de sosyalizmi kurmakla bir ilgileri olabilir mi?

Osmanlı’nın yıkıntıları üzerinde genç SSCB’nin desteğiyle kurulmuş/yaşatılmış Türkiye, bir “soykırım cumhuriyeti” öyle mi? Bir ülke solunu sadece bu anahtar cümleyle bile ortadan kaldırabilirsiniz. Ülkeyi de... Tabii o zaman da 550 dirençli kadını ve onların sosyalizm inadını tartışmaya bile gerek görmezsiniz.

Biz bu işi bırakmayız, yani sosyalist bir Türkiye ısrarından vazgeçmeyiz. Üç tane Türkçü düdüğün Ermeni halkına hakaret içeren hezeyanlarını sola ait saymayız ve kendi yolumuzda yürürüz. Hep deriz ya: Bazen tek bir istisna bile kaideyi bozar. Ya 550 istisna? 550 devrimci kadın?

Korkunç bir zamanın içinden geçiyoruz. Böylesini görmemiştik, göreceklerimiz bunları da aratabilir...