Sosyalist Kürdistan?

Olur mu gerçekten? Mümkün müdür? İsteyen var mı?

Şöyle düşünelim: Olmayacak şey, tamam, ama diyelim oldu ve Türkiye’de Kürt halkının tarihsel olarak yerleşik bulunduğu coğrafyada da, “Sosyalist Kürdistan”ın kurulduğu ilan edildi. Gerçi şakası bile mümkün görünmüyor, yani Kürt yoksullarının acil ilacı ve tek çözüm olmasına rağmen, şu andaki egemen ve “sol” güçler dengesi bunun rüyasına dahi tahammül edemez durumda, baş “hasımları” veya açıkça düşmanları sosyalizm çünkü, ama hadi yine de oldu diyelim: Bu “muhayyel” Kürdistan hükümeti Türkiye’nin de bir bölümü üzerinde yeni bir cumhuriyet kurduğunu, bu yeni devletin sosyalist bir merkezi planlama altında yeniden kurgulanacağını, hatta bu doğrultuda Türkiye sosyalist hareketiyle el ele çalışacağını ilan etmiş olsun. Türkiye’den miras kalmış tüm siyasal yönelimlerin, özellikle de ABD ve AB gibi emperyalist hükümet ve kurumlarla (siyasi-askeri-iktisadi) bağımlılık ilişkilerinin sona erdirildiğini, Kürdistan halkının tarihsel çıkarları doğrultusunda, tarihsel Türkiye coğrafyasının bir bölümünü de içerecek şekilde sosyalizmin inşasına girişildiğini açıklamış sayılsın. “Uçuyoruz” ya, İlker Belek’in kısa bir süre önce “telgrafhane.org”da yayımladığı yine hoş ve öğretici bir yazısından ödünç alıp biraz da eğip bükerek ekleyelim. İlk açıklaması, diyelim, şöyle olsun yeni Kürdistan hükümetinin:

“1. Tarihsel Kürdistan coğrafyasında, üretim araçları, fabrikalar, tarlalar kamulaştırılmıştır.

2. Ülkemiz ekonomisi kamucudur. Emperyalist sistemin talepleri doğrultusunda Türkiye döneminde özelleştirilen tüm kurumlar geri alınacaktır. Özelleştirme tarihin çöplüğüne atılmıştır. Kürdistan emekçilerinin yarattığı değerler ülke içinde emekçi sınıfların eşitlikçi talepleri doğrultusunda paylaştırılacaktır.

3. Kamulaştırılan topraklar topraksız köylüye bir plan dahilinde dağıtılacaktır. Ama tarım sektöründe esas olarak, devlet üretme çiftlikleri etkin olacaktır.

4. Sağlık, eğitim, sosyal güvenlik hizmetleri devletçe parasız sunulacaktır.

5. Yeni sosyalist ülkemizde, kalkınma, sanayileşme, tarım, modernizasyon, konut hamlesi başlatılmıştır. Kamulaştırmalarla bu atılıma kaynak yaratılacaktır.

6. Kürtçe resmi dildir, ancak Türkçe başta olmak üzere bütün diğer yerel diller eğitim dili olacak ve dillerin korunması, geliştirilmesi devlet garantisinde kalacaktır.

7. Milliyetçiliğin ve dinin toplumsal yaşamda belirleyici olmasını savunan bütün kurumlar, siyasi yapılar kapatılacak, örgütlenmeleri engellenecektır.

8. Kamusal alanda bilim dışı tüm eğilimler, laik bir eksende tasfiye edilecektir. Eğitimde ve devlet yönetiminde laiklikten kesinlikle taviz verilmeyecektir. Hiç kimse inancından ötürü ayrımcılığa ve baskıya tabi tutulamayacak, din, yurttaşların özel hayatında ve dokunulmaz bir duyarlılık alanı olarak kalacak, ancak bilim kurumlarında elbette tarihselliği içinde incelenecektir.

9. Emperyalist devlet ve kuruluşlarla yapılmış ve halkımızı da ilgilendiren tüm anlaşmalar iptal edilmiştir.”

Olmayacak şey dedik. Böyle bir ilk veya “ham” açıklamayla karşı karşıya kalmış bulunalım.

Soralım: Bu bir rüya mı?

Rüya bile olsa, bu rüyaya karşı çıkacak tek bir “Türk sosyalisti” olabilir mi? Örneğin, geçmişte, ilk sosyalist devletin dönemsel kuşkularına rağmen Alman devrimcileri tarafından ısrarla kurulan Alman Demokratik Cumhuriyeti’ne, hani şu günlerde yıkılışının çeyrek yüzyılı kutlanan o sosyalist cumhuriyete, karşı çıkabilen bir Alman devrimcisi var mıydı?

Böyle bir muhayyel açıklamaya da hiçbir Türkiyeli sosyalist karşı çıkmayacaktır.

Neyse...

“Mesele üç-beş ağaç değil tabii” dedi bizim çocuklar iki yıl önce ve tarihimizin en büyük kalkışmasını yarattılar. Bugün de mesele üç-beş oy veya milletvekili değil. Geride çok başka bir büyük oyun var. Sosyalizmin inkârı ve imkânsızlığı üzerinde yükselen, en geniş katılımı sağladığı anlaşılan bu oyun, katılımcıların farkına varmadan harekete geçirdiği dinamikler nedeniyle, sanıldığından çok daha büyük bir felaketi tetikleyecek.

Kürt halkını bombalayan, topraklarını yaşanmaz kılan, varlığını inkâr eden sermaye saldırısı, şimdi kendince yeni bir kurgu peşinde. Bunun için ortada işçi sınıfına yerleşikleşmiş sosyalist bir direncin ve sosyalizm merkezli sol kürdizm-sol kemalizm ittifakını da içeren bir fikrin kırıntısının bile bulunmaması gerekiyor. Galiba bu nedenle sosyalizmde ısrarlı kollarıyla tüm Türkiye solu bire kadar kırılmak isteniyor.

7 Haziran ve 1 Kasım sandıkları, sosyalizmin tasfiyesiydi ve en büyük başarısını Haziran İsyanı’nı neredeyse sıfırlayarak başarmış görünüyor. Haziran’ı iki sandıkla tarihe gömmeyi başardılar. Bugün görünen, aydınlanmanın bu coğrafya ölçeğindeki tek mirasçısı Türkiye sosyalist hareketinin, tarihindeki en büyük tasfiye sürecinden geçtiğidir. Birkaç müfrezenin çapını aşan düzeyde etkili olduğu anlaşılan tepkisi dışında, bu çıldırmaya pek öyle açıkça itiraz edebilen bile kalmamıştır. Meydanda solculuk maskesiyle Erdoğan’a yamanan her türden Türkçü ile liberal maymun birbirleriyle didişerek fink atmaktadır.

Program, dedik...

Sosyalizm düşmanlığı (“Sosyalizm şu anda imkânsızdır!”) bugün tek programdır. Günümüzün gerici Türk-Kürt ittifakının temelinde bu yatıyor. Ortak programdır.

Bu programa somut, herkesin anlayabileceği ve Bertolt Brecht’in “Komünizme Övgü” şiirindeki deyişten (“Er ist das Einfache / Das schwer zu machen ist”) hareketle , “basit ama yapılması güç” bir sosyalizm programıyla, yani modern ve sosyalist bir Türk-Kürt ittifakıyla yanıt vermek dışında hiçbir çözüm de yoktur.

Rüya falan değil, acil sosyalizm, sol bir cumhuriyet dönüşümü, bütün bu coğrafyanın tek ilacıdır. Sadece yukarıda kabaca sıraladığımız talepleri içeren bir sol hükümet iki büyük halkın ittifakını sağlayabilir.

Tarihi tersine çevirebilenler, devrimci Türkiye solunu tasfiye ederek, gerçekleri, tek kurtuluş reçetesini “olmayacak hayal” diye milyonlara yutturmayı becerebilmişlerdir. Fakat...

Fakat Türkiye’nin ilericilik tarihi, devrimci geçmişimiz ve bugün göz ardı edilmeye çalışılan kadrolar, sanıldığından çok daha “cevval”dir: 2013’ü gölgede bırakan çıkış ve çözümlerle bu kirli ve gerici tarihi altüst edebilirler. Ederler. Türk ve Kürt halklarının kaderi, onları sermayeye yar edemeyecek kadar ortaktır.

Tabii en az eskisi kadar gerici “yeni sosyal demokratizmlerin” kapısında solculuk/sosyalizm dilenenlerin, böyle bir “çıkış iyimserliğini”, yani “sosyalizm mümkün ve günceldir” inadını anlaması güç. Ama her kuşak kendisini yeniden yaratır, kendi soruları ve yanıtlarıyla sahne alır. Bu, sosyalizm tarihinde de öyledir.

Kurtuluşumuzun ve halklarımızı savaş felaketinden korumanın tek yolu sosyalizmdir. Acildir. Günceldir. Mümkündür.