Sıkıştırılmış tarih: “Zip Haziran”?

İki on yıl tek bir aya sıkıştırılabilir mi? Bilgisayar tekniklerinin izin verdiği bu dosya iletim ve arşivleme sistemi, “zip”, toplumsal tarihte yaşanabilir mi?

Elbette mümkün değil.

Ama yine de arada bir bağ kurgulamak, çok yanlış olmaz. Sakıncalarını bilerek tabii. Yani, Hegel’in büyük tarihsel olay ve kişilerin iki kez sahne aldığı yolundaki tezi ve Marx’ın da buna “birincilerin trajedi, ikincilerin maskaralık olarak” yaşandığını eklemesi bir kenara bırakılacak olursa,  birbirini andıran büyük olayların ikinci kez birincinin ya çok daha büyüğü ya da çok daha küçüğü olarak yaşandığını düşünmemek için bir neden yok. Neyse işte, pamuk ipliğiyle de olsa, bir bağ var arada...  

Bir ayı aşan bir zamanda büyük bir yoğunlaşma ve Türkiye tarihinde hem iktidar hem de toplumu sarsan güçte bir gerginlik, çünkü neredeyse tüm ülkeyi saran bir yaygınlık yaşadık. Şaşkınlığımızın hâlâ sürmesi biraz da bundandır. Bir buçuk yıl sonra bile hâlâ etkisinden kurtulabilmiş ve yeni bir yol çizebilmiş, yaşadıklarımızı bir ek enerji olarak yedeğimize alabilmiş değiliz: 2013’teki Haziran İsyanı ve sonuçlarından söz ediyoruz. Öncesini ve sonrasını düşünerek anlam kazandırmaya çalışıyoruz. Bazı akrabalıkları abartmaksızın...

Ne midir?

Şudur: Haziran İsyanı, elbette çok farklıydı, ama bazı renkleriyle geçmişe dair bir şeyi hatırlattı. Sanki görkemli 60’lar ve o yükselişin yaygınlığını entelektüel düzlem hariç (“soldaki kültür karşıdevrimi”) sürdüren 70’leri, bir anda bir ay gibi bir süreye sıkıştırarak yaşadık. Bilgisayar teknolojisindeki zip formatı gibi. Sıkıştırılmış, yoğunlaştırılmış 1960’lar, adeta 2013 yazına damgasına vurdu. Sadece bir ilk bakışla...

Böyle baktığımızda şunu söyleyebiliriz: Bizi uzun süredir meşgul eden şey, bu sıkıştırılmış geçmişin, hadi “zip”i hatırlayalım, içindeki verilerin yeniden nasıl ve hangi programla açılarak kullanıma sokulacağıdır. Bunu bulmakta güçlük çektik.  Fakat tüm sorularımıza yanıt ve sorunlarımıza çare bulacağımız inancıyla böyle bir arayışa girmek kuşkusuz  hatadır.  

Hatadır, çünkü somut tarihte bu, mümkün değildir. Yine de bazı paralellikler vehmettiğimizde bile görüyoruz ki, iki on yılı bir aya sığdırarak yaşamak ve bu sıkıştırılmış zamanda geçmişin insan malzemesinin büyük ölçüde değiştiğine tanık olmak, elimizi ayağımızı bağlıyor. Bu sıkıştırılmış dosyayı (“zip”) yeniden açmak ve önümüzdeki Türkiye zamanlarına yaymak, olmayacak duaya amin demekten çok farklı bir iştir: Bir imkansızlığın aklımıza kazınması, tarihin tekerrür etmeyeceğini bir kez daha görmemiz böyle de mümkün kılınıyor.

Sorun, bu. Karmaşık.  

Sorun dedik, çünkü sıkıştırılmış/yoğunlaştırılmış ve büyük ölçüde de dönüşüme uğramış geçmişin, bazı eski renkleri içeriyor diye, yeniden yaşanabileceğini düşünmek sosyalist bakışa zaten sığmaz. Ama ondan daha önemlisi, bu sıkıştırılmış dosyanın, yeni zaman ve koşullarda nasıl açılacağı ve içindeki verilerin hizmetimize nasıl alınacağıdır. Ona bir türlü çözüm bulamadık. Belki o programı henüz yaratamadık.  Yine: Açsak bile “Haziran 2013” dosyasından bir bütün olarak 60’lar ve 70’lerin çıkmayacağını biliyoruz.

Kim ne derse desin, bizim arada benzerlikler keşfetme çabalarımız da dahil, belli bir dozun üzerinde, hep beyhude çabalardır bunlar. Tarih başsız ve sonsuz bir akıştır, dolayısıyla bu akışta benzerlikler bile defoludur, güvenilmez. Sadece bugünü belki biraz daha rahat anlayabileceğimizi düşünerek, geçmişle yaşadığımız zaman ve mekan arasında bazı paralellikler kuruyoruz. Ama geçicidir bunlar.

Kısmen de olsa, 60’lardaki toplumsal yükseliş ve insanın insanla dayanışma içinde daha ileriyi araması, eşitlik ve özgürlük çabasına destek vermesi, el ele bu ülke için kavgaya girmesi ve iktidardaki gericilere rağmen gözünü budaktan sakınmaması, gerçekten 2013 Haziran İsyanı ile yinelenmiş gibi bir benzerlik içeriyor. Benzerlik varsa eğer, o da burada: Halk aydınlanma, cumhuriyet, kadın özgürlüğü, emeğe saygı ve yurtseverlik gibi ileri ve ilerici değerler için, sokağa çıkıyor ve iktidardaki plütokratların baskı rejimi giderek sertleşiyor. Böyle çok genel bir benzerlik yok değil.  Fakat...

Fakat “bir aya sığdırılmış iki on yıl”, sadece bu tanım bile iki eşitsiz zaman kesiti arasında bir örtüşmenin mümkün olmadığını gösteriyor; bunu bilerek söyleyelim o zaman:  Bu bir ayı (Haziran 2013) sonuca (iktidara) götürecek ve en azından bir aydan çok daha geniş bir zamana yayacak programa ihtiyacımız var. Eskiyi yeniden yaşayamayacağımızı bilerek, bilgisiyar programlarıyla da somut sorunlarımıza çözüm bulamayacağımızı unutmayarak, yeni bir program oluşturuyoruz: Birleşik Haziran Hareketi, herhalde budur.

Tekrar olsun: Türkiye ve dünyayı sarsan 2013 Haziranı, Türkiye halkının ilerici değerler adına sokağa çıkmaktan çekinmediğini, iktidarı sarsabileceğini, yeni bir iktidar kalkışması için de bu sokağa yakışır yeni bir sol program aradığını gösterdi. İktisadi ve siyasal iflasın eşiğindeki Türkiye parçalanma sürecindedir, sermaye sınıfı bile yavaş yavaş dışarıya kaçmaktadır; büyük felaketimizle karşı karşıyayız. 12 Eylül 1980’den hemen önce kaçırdığımız, yakalasaydık dünya tarihinde sosyalizmden yana bir eksen kayması gerçekleştirebileceğimiz iktidar olanağını, 98’lilerin öncülüğünde, 35 yıl sonra yakalamak zorundayız. Zaten yakalayamazsak yeni veya benzer bir 1980’ler ve 1990’lar falan yaşanmayacak. Çünkü geride, bildiğimiz Türkiye’ye benzer hiçbir şey kalmayacak; bu topraklar, tarihinde çok sık rastlanmayan bir boğazlaşmaya sahne olacak. 35 yıl sonra...

Sol program ve sokak, dinciliği de, başta Türkçülük olmak üzere etnik delirmeleri de, piyasa denilen mezbahayı ve sandık adı verilen şu kepazeliği de gömer. Emekçi halkın doğrudan kendini yönetebildiği bir siyasal rejim kurulabilir.  Devrimcilerin 35 yıl önce maalesef atmayarak Türkiye’nin çözülme yolunu açtığı o adım, devrimci bir sol iktidar için büyük koalisyon, gerçekten çok yakın. Elzem.