'Şehirlere bombalar yağacak her gece…'

Bir dönemin, özellikle 1990’ların çocukları ve gençleri “Kum Gibi” şarkısıyla büyüdü: “Şehirlere bombalar yağardı her gece...” diyordu Ahmet Kaya ve kendini anlatıyordu. 90’ların çocuk ve gençleri büyürken, kendilerinden önceki devrimci kuşağın acılarını ve çıkışsız aşklarını tanımış oldu. Ama bir sorun vardı: Türkiye’nin eski ve düşük yoğunluklu içsavaş yıllarında, 1970’lerde, bu imgeye rağmen, şehirlere genelde bombalar yağmıyordu. O dönemde özellikle dolar ve markla beslenen faşist çeteler, yani Demirel-Erbakan-Türkeş’in korumasındaki Türkçü ve dinci katiller devrimcilere tuzaklar kuruyor, can alıyor, böylece Türkiye’nin bugününü hazırlayacak bir askeri darbeyi hızlandırıyorlardı.

Zaman geçti.

Zaman değişti.

Türkiye bitti.

Biten Türkiye, bu kaçınılmaz finalde şehirlere yağacak bombalara hazırlanıyor. Irak ve Suriye’ye bakınca görüyoruz: Yüksek yoğunluklu nihai içsavaşta, Türkiye’nin yeni kuşakları şehirlere yağacak bombalarla asıl şimdi tanışacak. Öyle görünüyor. Çünkü Ankara’daki dinci-faşist iktidar artık her kartını çok açık oynuyor. Gündemdeki çökmüş Türkiye’nin, Lübnan-Yugoslavya-Irak-Suriye arası bir kadere doludizgin koştuğunu, yaşam enerjisini tamamen tükettiğini anlıyoruz. Trajik olan şudur: Genç kuşaklar, ki tarihimizin en büyük aydınlanma eylemini, Haziran İsyanı’nı gerçekleştiren insanlardan oluşuyor, şehirlerine bombalar yağacak bir Türkiye’nin kefeni üzerinde atılan zarların seyircisidir artık.

Her bataklığın, her çöplüğün bekçileri olur ya, işte onları desteklemekle mevcut gidişi engelleyeceğini sanan bir sözde muhalif çizgi de var: Majestelerinin sadık solu. Sosyalizmi mümkün saymayan, sosyalist bir hükümet olasılığını aklına bile getirmekten korkan ve anomali olarak gördüğü büyük birim Türkiye’yi parçalamaktan başka da bir “radikal demokratik” hedefi bulunmayan “emperyal” solumuz yani. Bu egemen soluyla Türkiye’nin tarihten silinmemesi ya da -tersinden bir ifadeyle- varlığını sürdürmesi zaten mucize olacaktır. Bombaların yağması an meselesidir. Acı olan, o bombaların sadece bu ülkeyi değil, henüz etkisi kısıtlı ama gerçekten sağlıklı bir solu da enkaz altında bırakacağıdır. Peki.

Peki, bu Türkiye ve içinden geçtiği paralizasyon süreci, dış irtibat merkezi Berlin’de nasıl karşılanıyor acaba?

Nasıl karşılanacak?

Berlin’in gelişmeleri nasıl algıladığını iki sağcı ceride üzerinden rahatça izleyebiliyoruz. Biri, Die Welt. Bir süre önce tipik bir Taraf-Radikal “bitirimini”, sosyalizmle ilgili her kazanıma küfretmeyi solculuk bellemiş ve uzun yıllar “Tageszeitung” (taz) denilen -bugünün Radikal-Taraf-Cumhuriyet ortalaması- gericilik yuvasından ekmek yiyen bir Türk gazeteciyi -herhalde iyi bir maaşla- Türkiye muhabirliğine atayan bu sağcı gazete, Kuzey Irak’ın bombalanması ayyuka çıkınca “Batı’nın IŞİD için Kürtlere ihanet ettiğini” başlığa çıkardı. Ama Die Welt, bu gazeteciyi görevlendirmeden önce de Erdoğan Türkiyesi’ni yerden yere vuruyordu. Son gelişmeleri büyük gördü. Aynı grubun en avam gazetesi Bild de pazar günkü nüshasında Alman Savunma Bakanı Ursula von der Leyen’in, tabii Yeşiller Eşbaşkanı Cem Özdemir eşliğinde, “el frenini çektiğini” geniş işledi. Bu grubun ve sivil toplum döküntüsü öteki gerici ceridenin “cevval” muhabirleri bir yana, medya artık hep birlikte Türkiye’de bir içsavaş ortamı resmetmekten çekinmiyor. Bu, sözde AKP’ye muhalif, Kürt düşmanı ahmak milliyetçi Türk medyasının anlayamayacağı bir dönüm noktasıdır ve elimizde bulunsun.

Ama asıl yorum, şimdilik bir kenara sıkıştırılmış olarak, Frankfurter Allgemeine Zeitung’da (FAZ)  cumartesi günü çıktı. Kimi çevrelerde “Berlin’in üst aklı” olarak algılanan bu gazetenin deneyimli ve Hasan Cemal-Cengiz Çandar çizgisine meftun, ama entelektüel yetenekleriyle bu isimleri fersah fersah geride bırakan sağcı yazar ve muhabiri, Türk siyasetini acı bir dille uyardı. Türkiye’nin IŞİD’e gözlerini kapadığını, hatta bu örgütün Suriye ve Irak’la sınırlı kalacağına inandığını belirten FAZ muhabiri, Ankara’nın PKK ile savaşta Hizbullah’ı desteklediğini, oysa bu iki örgüt arasında pek az fark olduğunu, Ankara’nın o pek akıllı olmayan politikasıyla bu iki tehdidi de mümkün kıldığını kaydetti. PKK’den farklı olarak IŞİD’in intihar bombacıları kullandığını, dolayısıyla PKK’den çok daha tehlikeli olduğunu yazan bu Türkiye ve Ortadoğu uzmanı gazeteci, değinisini şu ifadeyle bitirdi: “Bu yaz Türkiye’de yeni bir siyasal istikrarsızlık, ekonomik patlamanın sonu ve terörün geri dönüşü aynı zamana rast geliyor.”

FAZ, bir başka geniş haberinde de, son operasyonlarda insanlı ve insansız hava araçlarının kullanıldığını, Amerikan hükümetine dayanarak, İncirlik’in devreye sokulduğuna dikkat çekti. Gazete böylece IŞİD -veya İD- ile mücadelede oyunun kaderine değiştiren bir faktörün (“game changer”) bir dönüm noktası olarak gündeme girdiğini bildirdi.

Neyin dönüm noktası? Türkiye’nin açık ve yüksek yoğunluklu içsavaş sath-ı mailine girdiğini gösteren bir dönüm noktası mı?

Sadece Berlin’den bakıldığında bile Türkiye’nin şehirlerine bombalar yağacak bir dönüşümün yaşandığı, hatta bir dönüm noktasının geride bırakıldığı gözlenebiliyor. Angela Merkel, herhalde boşuna dün Ankara’ya “Kürtlere dokunma!” çağrısında bulunmuş değildir.

Ateş çemberi yayılıyor. Birleşik Haziran ise gün sayıyor veya birileri geçen seçimde örgütün taban tepkisi nedeniyle alamadığı milletvekilliğini birkaç ay içinde yenilenecek seçimde alarak “büyük politika yapacağı” günlerin hayalini okşuyor. Soldan tamamen kopmuş bir “ulusalcı” cemaat Erdoğan ile birlikte Kürt avına çıkıyor, dolayısıyla içindeki son birkaç sosyalisti de kaybediyor. Hep bu rezaletin dışında saydığımız bir hocamız Baykal’ı Kılıçdaroğlu’nun yerine yerleştirmeye çalışıyor ve burada çözüm görebiliyor. HDP içindeki koltuk hesaplarını ise düşünmek bile insanın yüzünü kızartıyor. Çözülmek başka nasıl olur?

Bu “game changer”ı biz ancak solumuzdaki bir “game changer” ile göğüsleyebiliriz. Yoksa herkes, son yıllarda bol bol rastladığımız şekilde, eğer içeride imha edilmemişlerse sürgünde aşağılanan Arap, Sırp, Türk-Kürt ilericileri gibi, helak olmaya şimdiden hazırlansın.

İş, egemen solun aklına sığmayacak kadar korkunç boyutlar içeriyor.

Ama Birleşik Haziran susuyor. Bu krizden, bu felaketten bir sosyalist hükümet çıkmayacak da nereden çıkacak? Demek ki kimse iktidar falan istemiyor. “Sosyalizm mümkündür, başka çıkış yok!” diyen yürekli müfrezelere “meczup” gözüyle bakmak solculuk sanılıyor.

Bizim tam bu büyük yıkım sürecinde ısrarla sosyalist iktidar isteyen bir cepheye ihtiyacımız var. Bir şeyleri koruyacak cephe hayalleri abesle iştigaldir. Artık korunacak hiçbir şey kalmadı.

Sanki hep birlikte şehirlere yağacak bombaları bekliyoruz... Korkunç bir şey bu...