Sedat Göçmen, Türkiye, AB

Türkiye’den, hem de sol adına, çok kolay vazgeçenler var bunlar eğer şimdiye kadar başarılı olamadılarsa, bu, bazı yüksek insanların gölgesinden bir türlü kurtulamadıkları içindir. Bugün, bu insanlardan birine ve ona şu Batı demokrasisinin bakma ihtimaline değineceğiz: Sedat Göçmen.

Bizim Ankara Siyasal’ın ve 12 Eylül’e doğru da Karadeniz’in bu ele avuca sığmaz delikanlısı, bir süre önce bir söyleşi kitabıyla (“Fırtınalı Denizin Yolcuları”, Ayrıntı Yayınları) yeni kuşağa nerelerden geldiklerinin ve geride nasıl bir mücadele bıraktıklarının dökümünü verdi. Türkiye’yi, devrim ve sosyalizmi ciddiye alan herkesin okuması gereken bir kitap bu... Nedense bize hep Ahmed Arif’in 33 Kurşun’daki dizelerini (“Benim küçük dayım Nazif / Yakışıklı, / Hafif, / İyi süvari...”) hatırlatan cesur yürek Sedat’a bir başka yerde daha geniş bakmayı planlıyoruz.

Şimdilik sadece sormak istiyoruz: Avrupa veya AB demokrasisi, acaba Sedat Göçmenleri ve onların devrimci Türkiye’sini taşır mıydı? Böyle bir Türkiye’ye ve kavgacılarına tahammül gösterir miydi? Avrupa, Sedat Göçmen’i ve onun devrimci Türkiye’sini affeder miydi?

Bu satırların yazarı için yanıt olumsuzdur.

Neden?

Çünkü Sedat Göçmenler devrimci ve Türkiyeci idiler. Bu “yükü” Avrupa’nın taşıması mümkün değildi. Merdan Yanardağ’ın zindana atılmadan önceki birçok yazısında ısrarla altını çizdiği gibi: 12 Eylül öncesinde iktidara gelmiş olsaydı Türkiye devrimcileri, yani bir iktidar cephesi oluştursaydılar, dünya tarihini değiştirebileceklerdi. Dünya gericiliğinin 1989’daki büyük başarısını, biz, Türkiye’deki devrimcilerin iktidar yolundaki yenilgilerine bağlayabiliriz. Avrupa demokrasisi böyle bir “iktidarsızlık için” her koldan çalışmış, epey dolar, mark ve devrimci kanı dökmüştü.

Bunların hepsi demokrattı. Bunların hepsi Sedat Göçmenlerin devrimci Türkiye’sini daha doğmadan boğmaya yeminliydi. Hâlâ da öyledirler: Demokrasi, daha doğrusu “postdemokrasi”, emperyalizme başkaldıranların değil, onun demokrasisine biat eden uşakların rejimidir.

Dolayısıyla bugün Paris-Berlin-Ankara hattında da muteber olan, uşaklıktır. O nedenle, Fatsa veya benzeri bir renk, eğer tüm Türkiye için bir model haline gelirse, Avrupa Almanyası’nın veya Almanya Avrupası’nın yönetenleri bu modele Süleyman Demirel ile kanlı faşist valisi Reşat Akkaya’nın 1980’de Sedat Göçmen’e ve Fatsa’ya baktığı gibi bakacaktır. Dün de, bugün de...

Bu sınıfsal güdünün etkisiz kalması mümkün değildir görüyoruz: Almanya’da sosyal demokrat Sigmar Gabriel, sağcı Başbakan Angela Merkel ile iktidar oyunu oynarsa, Kemal Kılıçdaroğlu da “ılımlı cemaatçiler”, “küskün AKP’liler”, “duyarlı MHP’liler” ve “Erdoğan veya Gülen’in NATO’dan bir türlü vazgeçemeyen asker kurbanlarıyla” el ele, benzer hesaplar yapar. Yapıyorlar.

Günümüzün genç Sedat Göçmenleri, o Türkiye ve devrim ısrarıyla AB demokrasisinde kendilerine pek bir yer olmayacağını bilmelidir.

AB ve Türkiye yönetenleri kardeş çünkü. Hepsi Sedat Göçmen’in simgelediği halkçılığın, sosyalizm tutkusunun ve fedakârlığın, devrimci ve bütünsel bir Türkiye’nin düşmanı: Postdemokrasinin demokratlarıyla o bir türlü ölemeyen Hollywood vampirleri arasında pek büyük bir fark yok. Ama bizlere “boşuna yaşamadık” dedirten Sedat Göçmenler de tükenmiyor. Oligarşinin işi zor.