Savaş ve halk

Suriye’ye askeri bir saldırının yapılacağı ve bu korkunç katliamda Türkiye’nin bir “uçak gemisi” rolü üstleneceği anlaşılıyor. Ancak bunu söylemek, hiçbir şey ifade etmiyor. Olanı veya olacağı söylemek, önlem alamadığımız sürece, bir değer taşımıyor. Bilineni yinelemek siyaset değildir. Eğer gelişmeleri bizim istediğimiz doğrultuda etkileyebilirsek, örneğin bir savaşı engelleyebilirsek, böyle “saptamaların” bir anlamı olur.

Mesele, galiba şu: Reel sosyalizm yıkıldığından bu yana, böyle askeri katliamların önünü kesebilecek bir dış güç bulunmuyor ve bunun özellikle halkların barış duyarlılığında nasıl bir gedik açtığını Yugoslavya’nın bitirilmesinden beri görebiliyoruz. Halklar, acısını bizzat çekecek bile olsalar, bu gediğin veya kanlı anaforun etkisinden kurtulamıyorlar. Kötücülleşiyorlar. Barışı önemsemez oluyorlar. Daha acısı, kan ve yıkımı kanıksıyorlar.

Trajedimiz burada. Trajedimiz, her türlü güzelliği yaratabilecek halk kavramının, somut olarak çok ters bir resim verebilmesinde. Bunu başardılar. Reel sosyalizmi bitiren kapitalist restorasyonun anlamını görmek isteyenler önce buraya bakabilirler. Başka bir halk yaptılar. Her yerde...

Suriye’de de savaş çıkaracaklar, bu bizim, tüm Türkiye halkının felaketi olacak. Bölge halkları on yıllarca bu yüzden Türklerden ve muhtemelen de Kürtlerden nefret edecek. Bir nefret kültürü halklar arasına iyice yerleşecek. Yüzlerce yıl iç içe yaşamış, birlikte modern bir devlet de kurmuş, ama şimdi Berlin araya girmeksizin karşılıklı iki kelime konuşamayan Sırp, Hırvat, Sloven, Boşnak, Makedon, Arnavut halklarının ve “mafya devletlerinin” durumuna düşeceğiz. Bunları söyleyebiliriz.

Ancak bunları söylemenin hiçbir anlamı yok.

Siyaset, somut güç oluşturma ve somut sürece hedeflerimiz doğrultusunda müdahale edebilme yeteneğidir. Ani kavşaklarda hız kesme, yani ittifak kurabilme, düşmanı açıkça tanımlayıp etkisiz kılma sanatıdır. Bunun için örgütlenme sanatıdır.

Suriye savaşını kimsenin engellemeye niyeti yok: Moskova ve Berlin, bu arada da Pekin arasındaki ekonomik işbirliği belki ABD ve kullarının hızlı hareket etmesine engel oluyor, ama onların da doğrusu Suriye halkına pek hayırhah baktıklarını söyleyemiyoruz.

Gelmek istediğimiz nokta şu: Barışseverlik, park oturumlarında barış nutukları atmak falan... Bunların hiçbir önemi yok. Önemli olan somut bir hedef belirlemek ve bu hedef doğrultusunda halkla birlikte sokağa müdahil olabilmektir. Olağanüstü durumlar olağanüstü önlemler gerektirir madem, daha önce birlikte olunmamış siyasi güçlerle işbirliğini düşünmek ve uygulamak da gündemdedir. Elbette faşistler dışında. Ama bu örgütlülük ve örgütlenme kararlılığı yoksa, halk tek başına, gökten yağmur gibi bomba yağsa ve en yakınlarının paramparça olduğunu bile görse, sessiz sedasız katlanır bu rezalete. “Sosyalizmden geriye kalan” dünya böyle: Halklar, bir savaşa karşı olduklarını ABD’deki, Almanya’daki “anketlerde” dile getirseler bile, eylemsiz kaldıkları için yönetenleri rahatsız etmezler.

Bu kanlı denklemi sadece örgütlü müdahale bozar.

Örgütsüzlük ve partisizlik önerenler, Suriye’ye düşecek bombaların “demokratik hık deyicileri”dir. “Sivil toplumculuk” da denilen kanlı mezbaha ideolojisinin ne anlama geldiğini görmek istemeyen çok. Oysa her yerdeler. Mesela bunlar, Rosa Luxemburg’un adı kullanılan bir vakfın elinde Almanya’da falan kent kent “Taksim direnişini anlatmak üzere” cerre çıkarılıyor da olabilirler. Böylelerine kafa tutmak veya “küsmek” bir şey değil.

Aslolan gerçek mücadelenin temsilcilerinin, belli hedefler doğrultusunda sokağa çıkması ve salonları da doldurmasıdır. Siz anlatmazsanız, onlar “cerre çıkar”. İşleri bu. Bırakın Rosa Luxemburg’u, Marx ve Lenin adını kullanarak sosyalist iktidarları yıkmışlardı, neden meydanı boşaltsınlar? Gezi’yi sosyalist sola yedirmeyeceklerini biliyoruz. Bu “demokratlar” Suriye’nin yerle bir edilmesine de fazla üzülmezler. Demek ki...

Demek ki, halkın çamurunu yeniden yoğurmak zorundayız. Simon de Beavoir’dan el almış olalım: Halk doğulmuyor, halk olunuyor, daha doğrusu “yapılıyor”...