Savaş makinesi olarak AB

Osman Çutsay'ın "Savaş makinesi olarak AB" başlıklı yazısı 30 Mayıs 2013 Perşembe tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Demokratlar zil takıp oynuyordur herhalde Paris ve Londra’nın kanlı planlarıyla beslenen AB politikaları karşısında. Demokrasinin beşiği, sadece Suriye ve Ortadoğu’ya değil, tüm dünyaya savaş ihraç ediyor. Bunu silah ihracatıyla ilgili tablolardan çıkarmamız da mümkün. İhracat manyasının böyle politik sonuçlar vermesi doğal.

Herkes farkında: AB olmasa ÖSO etiketiyle tanımlanan Suriye’deki katliamcı çetelerin bugüne kadar dayanması zaten mümkün olmazdı. İslamcılar, sözde silah ambargosuna rağmen emperyalist başkentlerin ve bu arada Ankara’nın yoğun desteğiyle Şam’a kafa tutabiliyor.

Ama ne oluyor?

Berlin, kimin hesaplarını bozuyor ve tersi: Paris-Londra, neden Berlin’i ekarte etmek için özel bir çaba harcıyor?

Biz bu ahenksizliği eşitsiz gelişme yasasına bakarak da açıklayabiliriz. Normal karşılamamız bundandır: Kıta Avrupası’nı sanayisizleşmeye mahkum eden Alman ekonomik mucizesi ve Berlin, elbette Paris’in ve Londra’nın ayaklarına basacaktır. Orta Avrupa’dan İran’a kadar uzanan bölgede hegemonyasını ilan etmiş bir ekonomi, yarım asır sonra veya “Demir Perde”yi yıktıktan 23 yıl sonra, neden böyle kendisinden geri ülkelerin askeri güç oyunlarına “eyvallah” desin?

Ortada böyle bir cepheleşme olmasa, yani Paris-Londra aceleciliğine karşı Obama ve Merkel’in “Şimdi olmaz!” uyarısı dikkat çekmese oynanan oyunu nasıl adlandırabiliriz?

Şunu söylemek şart: Emperyalist demokrasiler, birer ihracat ekonomisi olarak savaş ihraç etmekle de yükümlüdür. Barış hareketinin önemi de bu zorunlulukla bağlantılıdır zaten. Ama, savaş yoksa emperyalist demokrasi de yoktur, yani emperyalist demokrasiler savaşsızlıkla yıkılırlar. İyi.

İyi ve bir şeyi anladık: Türkiye’nin merkezinde olduğu bölgenin yakın bir gelecekte savaşsız brakılması mümkün değil. O zaman, iç savaşlar dahil, tüm silahlı çatışmaların tasfiye edildiği bir Ortadoğu, emperyalizmin kovulduğu bir bölge olacaktır ve bu, yakın vadede biraz zor görünüyor. Ama sosyalist yönelişli ilerici iktidarların, elbette bölgesel adımlarla, bu saldırganlığın önüne set çekmesi ve dönem dönem etkisizleştirmesi de mümkündür.

Sahne, şöyle: Berlin, tıpkı Washington gibi, şu sıralarda Batı’nın Suriye’ye askeri müdahalede bulunmasını, daha doğrusu bizzat asker göndermesini kabullenmiyor. Ancak, Junge Welt’in tutarlı dış politika yorumcusu Werner Pirker haklı. Alman hükümetinin Suriye’deki çetelere silah verilmesine karşı çıkması ve askeri bir harekatı -şimdilik- uygun bulmaması, onun, bölgedeki Amerikan planına cepheden karşı olduğu anlamına gelmiyor. Bölgenin yeniden yapılanması konusunda hepsi hemfikir.

Görüyoruz: François Georges-Picot ve Mark Sykes’ın marifeti olan 1916 sınırlarını İngiltere ve Fransa’nın şu günlerde yeniden düzenlemeye soyunması, Angela Merkel ve majestelerinin sadık muhalefeti SPD’ye göre doğru değil çünkü bu yöntem Avrupa’nın hegemonyal gücünü ikinci sıraya atmayı da hedefliyor.

Almanya buna neden onay versin?

Soru şu: İslamcı Türkiye, bir savaşı Almanya’ya karşı ve Paris-Londra desteğiyle kışkırtmaya veya alevlendirmeye yetecek ekonomik, toplumsal, askeri güce sahip mi?

Yanıt basit: Değil. Ama bu işe soyunuyor. Öyleyse?